rosekook.
Çıkarın en eski yerlerde sakladığınız, sararmış parşömeni.. Anlatın Britanya'yı, Kral Arthur'u, yedi şövalyeyi..
Şayet bir gün bulmayı başarırsan efsanevi kolyeyi..
Hak edersin dillere destan yedi şövalyenin dönüşünü izlemeyi.
« başlangıç:...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
✿ฺ´'✿ฺ
Jisoo sözümü dinleyip yanında Lisa, Jennie, Soyeon ve Minnie'yi de getirmişti. Derin bir nefes aldım. Yuqi ile gerince birbirimize baktığımızda ayağa kalktım. Jungkook da bana endişeli bir bakış atmıştı. "Bu sefer yavaş açıkla," dedi. "Birileri bayılsın istemeyiz."
"Bizi sabahın köründe niye buraya çağırdın Rosie?" dedi Jennie banklardan birine otururken.
"Evet, Rose." dedi Jisoo. Sinirlendiğini biliyordum bu yüzden hafifçe gülümsedim. "Ne anlatacaksın bize?"
"Anlatmayacağım." dedim. "Göstereceğim."
Beni takip etmelerini söyleyerek Han Nehrinden uzaklaşıp karşıya geçtim. Jungkook bir yanımda, Yuqi diğer yanımdaydı. Gerginlikle müzeye baktığımda Jungkook elimi tuttu.
Mırıldandım. "Hadi bitirelim şu işi."
***
"Beni bir müze görevlisi olarak görün." dedim içeri girdikten sonra. Yuqi hala yanımdaydı. Kral Arthur'un bölümüne girmiştik ve kızlar arkamda kol kola yürüyorlardı. Garip bir şekilde hiçbirinden ses çıkmıyordu. Özellikle Jisoo'nun ne yaptığımı sorup duracağını düşünmüştüm ama müzeye beraber geldiğimizde gizlice girdiğim bölüme tekrar yöneldiğimi görünce, içindeki merakı susturamamış olmalıydı.
"Size bir efsaneden bahsedeceğim," dedim. Jungkook bana bakmış ve hafifçe tebessüm etmişti. "Bu efsaneyi çok kişi bilmez. Bana kimse anlatmadı." diye devam ettim. "Ben hiçbir yerde okumadım. Ben yaşadım, ben hissettim. Yedi Şövalyeyi biliyor musunuz? Kral Arthur'un gizli silahlarıydı. Şövalyelerdi, soylu değillerdi. Hayatları pahasına Camelot'u korudular ama britanyalı değillerdi. Kral Arthur'un üvey kardeşi Mordred'ın büyüyle yaptığı ölümsüz askerleri Yedi Şövalyeyi öldürdü. Yapılan büyü ve lanet yüzünden, Tanrı onlara merhamet gösterdi ve ölmediler. Arafta kaldılar."
Jungkook'un şaşkın bakışları beni bulduğunda yutkundum. "Çözmüşsün," dedi titrek bir sesle. "Anlamışsın. Neler olduğunu öğrenmişsin. Sen nasıl.. Bana neden anlatmadın?" Derin bir nefes aldım. Jungkook'a cevap vermek yerine onun elini tuttum. Evet, öğrenmiştim. Ona anlatamamıştım. Aslında niyetim anlatmaktı. Gerçekten öyleydi. Dün, gecenin bir yarısı yatakta dönüp durmuş ve uyuyamadığımı anlayarak bir süre oturmuştum. Sonra, birden bire aklıma büyükannemden kalan efsanelerle dolu büyük kitap gelmişti. Garip bir şekilde sanki kitap beni kendine çekmişti ve ben de gidip kitabı karıştırmıştım.
Ve aradığımı bulmuştum. Fabula'yı bulmuştum.
Heyecan içinde odama geri dönüp Jungkook'a anlatmaya hazırlanmıştım. Ama beni durdurmuştu. Jungkook'un beni fark etmeyip sessizce ağladığını görmek beni durdurmuştu. Ona o gece anlatırsam daha çok üzülüp endişelenecekti. Fakat, şimdi bir umut vardı. Yapabilirdim. Onu ve arkadaşlarını geri getirebilirdim.