rosekook.
Çıkarın en eski yerlerde sakladığınız, sararmış parşömeni.. Anlatın Britanya'yı, Kral Arthur'u, yedi şövalyeyi..
Şayet bir gün bulmayı başarırsan efsanevi kolyeyi..
Hak edersin dillere destan yedi şövalyenin dönüşünü izlemeyi.
« başlangıç:...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
✿ฺ´'✿ฺ
"Yuqi," dedim gergin bir şekilde gülümseyerek. Müzede eski okuldan arkadaşımla karşılaşmam gerçekten harika bir tesadüftü.
"Nasılsın?" dedi Yuqi her zamanki gibi kocaman gülümseyip bana sarılırken. Sarılışına karşılık verip gülümsedim. Yuqi'yi severdim.
"İyiyim, ya sen?"
"Ben de iyiyim." dedi geri çekilirken. Ardından bakışları arkamda duran yedi şövalyenin, Jungkook olmadığı için artık altıydı, heykeline kaymıştı. "Müzelerde gezmeyi sevdiğini bilmiyordum."
"Evet," dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. "Ben de bilmiyordum." Jungkook'un yanımda kıkırdadığını hissetsem de dönüp ona bakmamıştım. Derin bir nefes alıp hafifçe tebessüm ettim. "Proje ödevim var da," dedim. "Arkamda gördüğün heykellerle ilgili bir şeyler araştırıyorum."
"Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"
Aslında Yuqi'yi hemen buradan postalamak istiyordum ama heykellerin üstündeki eşyaları aramakta yanımda ikinci bir göz daha olsa fena olmazdı. "Yardım edersen çok iyi olur." dedim. İkimiz de gözlerimizi heykellere çevirdiğimizde Jungkook beni dürtmüş ve ne yaptığımı sormuştu. Bense sadece Yuqi'ye belli etmeden ona susmasını işaret etmiştim. "Gördüğün şövalyelerin üzerlerinden hiç ayırmadıkları bazı eşyaları varmış. Ödevim onlarla ilgili. Mesela.." dedim Hoseok'u göstererek. "Bu şövalyenin renkli cüzdan tarzı küçük bir çantası varmış. Uğurlu olduğu için yanında taşırmış. Heykelin üstünde olmalı ama her yere bakmama rağmen bulamadım."
Yuqi, heykele biraz daha yaklaşmış ve hafifçe heykelin eline dokunmuştu. "İşte burada." İki saattir bakmama rağmen asla görememiş olduğum, sanki görünmez gibi olan, çantayı elinde tuttuğunda gözlerim şaşkınlıkla büyümüştü. Ve Yuqi'nin de benden farkı yoktu. "Sadece dokunmuştum ama elimde kaldı." dedi panikle. "Rose, ne yapacağım?"
"Sorun yok." dedim onu kolundan tutup kendime çekerken. "Şuradan bir çıkalım." Jungkook şok olmuş halde bizi takip ediyordu. Kral Arthur ile ilgili olan bölümden çıktığımızda derin bir nefes aldım. Şimdi koridordaydık. Yuqi çantayı hala elleri arasında tutuyordu.
Ben ne söyleyeceğimi düşünmeye başlarken Yuqi kafasını sağ tarafa, koridorun boş olduğu yere, çevirmişti. "Bu çanta sizin mi?"
Yutkunup Yuqi'nin yanına ilerledim. "Yuqi, çantanın sahibine sorar mısın," dedim titrek bir nefes alarak. "İsmi neymiş?"
"Neden sen sormuyorsun?" dedi kaşlarını kaldırarak.
"Bilmiyorum.. Sadece sen sor." Onu sırtından hafifçe öne ittiğimde, Yuqi'nin bakışları muhtemelen Hoseok'a, benim bakışlarımsa boşluğa odaklanmıştı.
"İsminiz nedir?" Birkaç saniye sonra bana dönmüştü. "Duydun işte."
"Aslında pek anlayamadım," dedim Yuqi'nin kulağına eğilerek.
"Hoseok." diyerek benim gibi mırıldandı Yuqi. "İsmi Hoseokmuş."
Dehşet içinde Jungkook'a döndüm. Dudaklarını ısırarak bir bana bir Yuqi'ye bakıyordu. Yuqi hala daha Hoseok ile bir şeyler konuşurken ve çantayı nerede bulduğunu açıklamaya çalışırken, ki eminim Hoseok nerede olduğunu bilmediği için Yuqi'den daha büyük bir şaşkınlık içerisindeydi, adımlarımı geriye atıp Jungkook'un yanında dikilmiştim. "Sen Hoseok'u görmüyor musun?" dedim.
Kafasını iki yana salladı. "Görmüyorum." Yutkunarak Yuqi'ye baktım. Yanımızdan geçip gidenler boşlukla konuştuğunu sandıkları için Yuqi'ye garip garip bakıyorlardı. Bu işe bir el atmalıydım, yoksa Yuqi bir daha buraya geldiğinde deli olduğunu düşünüp içeriye almayacaklardı.
"Yuqi," dedim. Ardından bakışlarımı boşluğa odaklamıştım. Tanrım, bu çok garipti. "Ve Hoseok. İsterseniz benim evime gidelim ve bunu orda tartışın. Yuqi çantanızı çalmadı Hoseok, emin olun."
"Zaten çantasını çaldığımı söylemiyordu ki, yalnızca nerede-"
"Hadi, Yuqi.." dedim Yuqi'yi susturarak. "Bizim eve gidelim. Orada detaylı konuşuruz bunları. Hem sen de uzun zamandır gelmiyordun bize."
***
Açıkçası, Yuqi'nin sorun çıkarmadan bize gelmesi dahası Hoseok'un da kesinlikle tek kelime etmeden, gerçi etse de duyamazdım, bize gelmesi şaşırtıcıydı. Jungkookla yol boyunca garip garip bakışmıştık. İkimiz de ne yapmamız gerektiğini bilmiyorduk ama olayları hem Yuqi'ye hem de Hoseok'a açıklamamız gerekiyordu.
Sonuç olarak, eve geldiğimizde Yuqi kanepeye oturmuştu. Yanında bıraktığı boşluktan ötürü Hoseok'un da kanepenin diğer tarafına oturduğunu düşünüyordum. Saat gece ona geliyordu. Annemler salondaydı bu yüzden kapıyı kilitlemiştim. Yuqi sorarcasına bana baksa da yalnızca omuz silktim.
"Bak, Yuqi." dedim. Oturma gereği duymamıştım. Ayaktaydım ve gergin bir şekilde avuçlarımı pantolonuma siliyordum. "Durum biraz karışık. Sana bahsetmiştim ya yedi şövalye diye."
Kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı. "Ama bunun konuyla ne alakası var?"
"Yalnızca dinle." dedim. "Ben okulla beraber müzeye gittiğimde yedi şövalyelerden birinin kolyesini buldum. Kolyeyi bir şekilde beraberimde götürmek zorunda kaldım ve kolyesini bulduğum şövalye, yani Jungkook, canlandı. Heykeli yedi şövalyenin heykelleri arasından kayboldu. Fakat, onu yalnızca ben görebiliyordum ve ona yalnızca ben dokunabiliyordum. İnsanlar içinden geçip gidiyordu. Eşyalara bile dokunamıyordu. Sen de Hoseok'un çantasını buldun ve Hoseok'u yalnızca sen görebiliyorsun. Gerçekte onlar uzun yıllar önce öldü."
Yuqi bana garip bir bakış atıp dudaklarını aralamış, ardından Hoseok'a bakmış ve minik bir çığlık atarak bayılmıştı. Dudaklarımı araladığımda Jungkook yanıma gelmiş ve dirseğime dokunmuştu. "Keşke biraz daha alıştırarak söyleseydin."
××
Biraz önce bir bölüm daha attım~ 7. Bölümü okumadıysanız, ilk onu okuyun lütfen❤