Sabah uyandığımda Jung Kook'un kollarında sıkışmış olduğumu fark ediyorum. Jung Kook bütün vücut sıcaklığını bana vermek ister gibi kollarıyla beni sımsıkı sarıyor. Bu duyguyu sevdiğimi fark ediyorum. Jung Kook'un kollarında uyanma duygusunu...
Bir süre kıpırdamadan onu izliyorum. Hala dünkü kot pantolonu ve tişörtüyle yatıyor. Rahatsız olup olmadığını merak ediyorum. Ama hiç umursuyor gibi durmuyor. Yüzünün her karesini hafızama kazımak ister gibi incelemek istiyorum. Parmak uçlarımı pürüzsüz yanağında gezdiriyorum. Ardından burnunu alnını ve dudaklarını turluyorum. Çenesine inmek üzereyken Jung Kook elimi dudağında yakalıyor. "Seni seviyorum." diyor fısıldar gibi. Sesi uyumaktan ötürü çatlak geliyor. "Bizi seviyorum." diyor aynı boğuk ses tonuyla. Bu kalın sesi nedensizce ona çok yakıştırıyorum. Dudağındaki elimi öpüyor ve ardından hızlı bir hamleyle kafasına boynuma koyuyor.
"Çok korktum." diyor uzun bir süre o şekilde kalmamızın ardından. "Seni kaybedeceğim sandım ve çok korktum. Hiçbir zaman ağlamaktan kaçan biri olmamıştım ama hayatımda bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum, Mi Cha..." derin iç çekişini boynuma bırakıyor. Elimi saçlarının içine sokuyorum. Ben saçlarını yavaşça okşarken tekrar uyudu sanıyorum. Tekrar eden derin sessizliğin ardından başını boynumdan kaldırıp suratımın hizasına geliyor. "Gidelim." diyor. "Birkaç günlüğüne her şeyden ve herkesten kaçalım." reddetmek istemiyorum. Zaten o da reddetmemem için dudaklarını dudaklarıma yaslıyor.
"Söz veriyorum seni bir daha üzmeyeceğim." diye fısıldıyor dudaklarıma doğru. Gözlerimi kapatıp alt dudağını yakalıyorum. 'Evet' dediğimi bu şekilde anlatmak istiyorum ve o da anlıyor. Dudakları dudaklarıma coşkuyla karşılık veriyor.
**
Sürekli gülümsüyorum. Jung Kook biz arabada yolculuk ederken radyoda çalan şarkılara eşlik ediyor bana gülümsüyor ve arada yaptığım esprilere kıkırdıyor. Kısa yolculuğun ardından arabayı havaalanının otoparkına bırakıp bilet alıyoruz ve uçağa yerleşiyoruz. Jung Kook bu süre boyunca elimi sımsıkı tutuyor. Arada sırada bana doğru bakıp elimin üstüne öpücük konduruyor. Bu anlarda kalbim dolup taşıyor gibi hissediyorum. Yine kısa bir yolculuk ve sessiz sohbetlerimizin ardından Jeju Adası'na giriş yapıyoruz. Ellerimizi birbirinden hiç ayırmadan havaalanından çıkıp bir taksi tutuyoruz. Gideceğimiz yere kadar başımı Jung Kook'un göğsüne yaslıyorum. Bana karşılık olarak sıkıca sarılıyor.
Sonrasında taksiden iniyoruz ve etrafıma bakındığımda hiçbir şeyin olmadığını fark ediyorum etrafta. Ne bir ev ne bir market ne de başka bir şey... Sadece uzun bir yol ve ormanın içinde adeta kaybolmuş bir merdiven var. Jung Kook valizlerimizi alıp merdivene yöneldiğinde bende onu takip ediyorum. Merdivenlerden çıkmadan önce köşede bir tabela bizi karşılıyor. Üzerinde 'İzinsiz girmeyiniz. Özel mülk.' yazıyor. Jung Kook koca valizlerle dik merdivenlerden zorlansa da çıkıyor. En azından bir tanesini taşıyabileceğimi söylediğimde son derece kızıyor. Gözlerimi devirmekten başka bir şey yapmıyorum. Merdivenlerin sonunda ikimiz de nefes nefeseyiz. Ama manzara son derece mükemmel görünüyor. İki katlı bir ev duruyor ormanın içinde. Arka tarafında kocaman bir göletin uzandığını görüyorum. Nefis bir koku var etrafta. Çam iğnelerinin kokusu olduğu tahminini yürütüyorum. Cırcır böcekleri etrafta ki sessiz havayı dağıtmak ister gibi ötüyor. Bir kaç kaz ve yavrularının gölde dolaştığını da görüyorum. İçim bu görüntüyle huzur doluyor. İlk baharın hafif esintisi eşliğinde eve doru yürüyoruz. Yoldaki taşlara dikkat ediyorum. Büyüklü küçüklü taşlar eve kadar gidiyor ve yürümeyi zorlaştırıyor ama dikkatlice eve ulaşıyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shy man | j.jungkook
FanfictionOnu ilk görüşüm böylece oluyor. Karşı binanın çatısında dans ediyor ve o kadar güzel görünüyor ki kalbimin ritmi bozuluyor. Nedenini anlamıyorum ama sanki onun içinde dans eviymiş gibi hissediyorum. Hareketlerini o kadar kendinden emin ve güzel şeki...