Kaos dolu o gecenin ardından iki gün sonrasında evime gitmek için yürüyorum. Hava o kadar sıcakki kafama bir yumurta kırsam eve gidene kadar pişeceğini düşünüyorum. Evimin dış kapısının merdivenlerinde durup anahtarlarımı bulmak için çantamı karıştırıyorum. Nedense son zamanlarda çantam tam bir çöplük gibi ve toplamak için cesaretim yok. Uzun uğraşlar sonucu anahtarımı bulup bir basamak çıkıyorum ve bir ses beni durdurduğunda da ayağımı diğer basamağa atmak üzereyken kalıyorum.
"Mi Cha." diyor bir ses. Kemiklerim bile sesini duyduğunda titreşiyor. Onu ne kadar özlediğimin daha da farkına varıyorum. Ona dönmek istiyorum ama bir yandan da onu görmeyi kalbim kaldırmayacakmış gibi hissediyorum. O kadar kırıklarla doluyum ki... "Lütfen sadece bir kere yüzünü görmeme izin ver." diyor. Hıçkırmamak için dudaklarımı birbirine bastırıyorum. Yine de saçlarımın yüzümü örtmesine izin vererek orada öylece ayaklarıma bakıyorum.
"Çok özledim." diyor. Sesi o kadar titrek ki ağladığından korkuyorum. Bende onu ne kadar özlediğimi söylemek istiyorum. Ama olmuyor. Ona dönüp sarılmadan önce basamakları titrek adımlarla çıkmaya çalışıyorum. Ardımdan adımı sesleniyor. Bakmıyorum.
Anahtarı kapıya denk getirmeye çalışırken kolumdan tutup kendine doğru çekiyor beni. Ellerim kendini korumak ister gibi göğsüne yaslanıyor. Bu canımı daha da acıtıyor. Beni daha da güçsüz düşürüyor. Ellerini yüzüme çıkararak yanaklarımı kavrıyor.
"Bir ay boyunca hiç bitmeyecek sandım. Seni bir daha göremeyeceğim sandım." alnını alnıma yaslıyor. Öylece dikiliyorum. Kalbime bir demir parçası saplanmış gibi hissettiriyor. "Lütfen açıklamama izin ver." diyor. Nefesinin nefesime karışmasını bile özlediğimi fark ediyorum. Kendimi zorla kollarından ayırıyorum. Gözlerim akmak isteyen inatçı yaşlarla dolu. Akmamaları için dua ediyorum.
"Dinlemek istemiyorum, Jung Kook. Lütfen sadece git." ağlayacakmış gibi duruyor. Ağlamasını istemiyorum.
"Lütfen Mi Cha, bir kere açıklamama izin ver." gözlerinden akan damlaları görmemle arkamı dönüp anahtarla boğuşuyorum ve kapıyı açtığımda ardımdan kapanmasına izin veriyorum. Bir ay boyunca diyorum kendi kendime. Neler çektiğini düşün. Kaç gece uykusuz bir şekilde onu düşündüğünü. Geceleri uyandığında onu yanında bulamamanın acısını düşün. Rüyalarında seni deli gibi öpüp sonrasında seni bırakışını tekrar tekrar yaşayışını düşün ve bırak onu diyorum.
Yine de yaşlar yanaklarımdan akıyor. Kollarına atılmak istiyorum. Tıpkı o gece ki gibi beni sevsin istiyorum. Ve bir şey yapıyorum. Yaptığımdan gurur duymuyorum ama kalbim bu kadar ağrı içindeyken gururumu dinleyemiyorum. Dış kapıyı açıp ona bakmadan orada öylece dikiliyorum. Bir kaç dakika sonra gelen adım sesleri kalbimi yerinden çıkaracak gibi oluyor. Jung Kook içeri giriyor ve kapıyı ardından bırakıyorum. O önden ilerlerken konuşmuyoruz. İçimi acıtıyor olsa da aramızda bir mesafe olmasına dikkat ediyorum. Biliyorum çünkü... Kokusunu duyarsam kollarına atlamaktan geri duramam.
Anahtarlarımla kapıyı açana kadar o da aramızda ki mesafesi koruyup bekliyor. Ona bakmaktan özellikle kaçınıyorum. Biliyorum o ağlayınca başka güzel oluyor... Benimle birlikte içeri adımlıyor. Küçük salonuma girdiğinde kahve sehpasına çarpıyor. Bu hareketi sayesinde ona bakıyorum. Saf küçük gözleriyle devirdiği şeyleri toplamaya çalışıyor. Yanaklarında ki kurumuş yaşlar boğazımın gerisinde acı bir tat bırakıyor. Koltuğa geçip oturana kadar yanına yaklaşmaya korkuyorum. Oturduğunda bana bakmaktan kaçınıyor.
"Bir şeyler... İçmek ister misin?" diyorum. Sesimi içeride bir yerlerde zorla buluyorum. Kafasını iki yana sallıyor. Karşısında ki koltuğa adımlıyorum. Kalbimde bir korku taklalar atıyor. Bir tarafım salak olduğumu fısıldıyor bir tarafım ise ona bir şans vermem gerektiğini fısıldıyor. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shy man | j.jungkook
FanfictionOnu ilk görüşüm böylece oluyor. Karşı binanın çatısında dans ediyor ve o kadar güzel görünüyor ki kalbimin ritmi bozuluyor. Nedenini anlamıyorum ama sanki onun içinde dans eviymiş gibi hissediyorum. Hareketlerini o kadar kendinden emin ve güzel şeki...