Jungkook üzerindeki tişörtünü düzeltirken nefesini seslice üfledi.
Yarım saatin sonunda beyaz, sade bir tişört ve kot pantolonda karar kılmıştı.
Aynada kendine baktı bir süre. Kahverengi saçlarını iki yana ayırmıştı. Kulağına halka şeklinde bir küpe takmış, en sevdiği kokusunu sıkmıştı.
Sevgilisine güzel görünmek istiyordu. Gözlerinde güzel ışıltıları görmek istiyordu.-sevgilim..
Bedeni karıncalanmıştı. Ona özgürce sevgilim diye hitap etmeyi, korkmadan ona dokunmayı seviyordu. Birkaç ay öncesine kadar bunu yapmaktan çekiniyordu, kendince yanlış olduğunu düşünüyordu.
Fakat doğru hissettiriyordu. Güzel hissettiriyordu.
Namjoon güzel gözleri kısılana dek gülmümsemiş ona sarılırken mırıldanmıştı.
"Sevmek neden yanlış olsun ki? Saklanma benden, kollarını sar sıkıca bana."
Jungkook'da öyle yapmıştı. Sıkıca sarılmıştı.
Anılarını düşünürken vaktin geçtiğini fark etmemişti. Hızlıca montunu giyip odasından çıktı.
Anahtarlarını almayı ihmal etmeyip dışarı çıktı. Kapı eşiğinde meraklı gözlerle etrafı taradı, saat gece yarısına yaklaşmıştı. Namjoon'un "Seni özel bir yere götürmek istiyorum." demesinin ardından bir saat sonra onu dışarıda beklemesini söylemiş, yanağına tüy gibi bir öpücük bırakıp Jungkook'un yanından ayrılmıştı. Şimdi de onu bekliyordu.
Çok geçmeden Namjoon Jungkook'a arkadan sessizce yaklaşmış, kollarını beline sarmıştı. Sıcak nefesi Jungkook'un tenine nüks edince küçük olan sessizce yerinde sıçramıştı.
Kalbi küçük bir uyuşma hissiyle kasılmıştı. Hâlâ alışık değildi sevgilisinin bu hallerine.
Namjoon ufak bir kıkırdama sunmuş başını tamamen Jungkook'un omzuna gömmüştü. Jungkook kendisini toparlayıp yüzünde tebessümle başını Namjoon'un başına yasladı.
İkisinin arasındaki boy farkı eşsiz bir güzellikteydi.
Namjoon bunu düşünerek daha da sokuldu yanında küçücük kalan bedene.
Başını tamamen kaldırmadan konuştu tenine doğru. "Artık gidelim, yoksa sabaha kadar böyle kalabilirim."
Jungkook güldü. "Tamam."
Namjoon sağ kolunu Jungkook'un belinden çekmeden yanında yerini aldı. Onu kendine çekip lacivert gökyüzünün altında yürümeye başladılar.
Yolculukları kısa sürmüştü, onu ahşap bir eve getirmişti. Fazla büyük değildi, büyük bir çatısı vardı evin.
Meraklı gözlerini ona çevirdi. Yüzünde bir tebessüm vardı, Namjoon gözlerini onu izleyen gözlerle birleştirip gülümsemesini büyüttü. Gamzeleri ortaya çıkmıştı.
"Gidelim mi?"
Jungkook hevesle başını salladı. Namjoon kolunu Jungkook'un belinden çekip elini tuttu. Birbirine kenetlenen ellerini sallayarak eve doğru ilerlediler.
Namjoon boştaki eliyle elini cebine atıp anahtarı çıkardı. Anahtarı kapı deliğiyle buluşturup sağa doğru iki kez çevirdi. Açılan kapıyı aralayıp içeri girdiler.
Jungkook evi ay ışığının aydınlattığı kadarıyla inceledi. Çok geçmeden Namjoon elinden çekiştirmiş merdivenlere yöneltmişti.
Ahşap merdivenlerden yukarı çıktıklarında küçük bir tavan arasına ulaşmıştılar. Namjoon birkaç adım ötesinde duran gaz lambasını yaktı.
İçerisi loş bir ortama dönüşmüştü. Jungkook görüş alanının aydınlanmasıyla daha rahat inceledi etrafı.
Kahverengi bir koltuk, aynı tonlarda büyük bir halı ve kahve sehpası vardı. Arkasın döndüğünde duvara montalanmış kitaplığı gördü. Bazıları toz tutmuş, bazılarının üzeri örtü örtülmüştü. Ahşap zeminde botlarının çıkardığı seslerle kitaplığın yanına ulaştı. Rastgele bir kitap alıp üzerindeki tozları silkeledi.
Kitabın sayfalarını karıştırırken adım seslerini duydu. Kafasını yanındaki bedene yasladı. Gözleriyle takip etti birkaç satırı.
Okuduğu şiirle gülümsedi.
"Sence de bizi anlatmıyor mu?"
"Evet."
Başını yasladığı omuza sürttü. Büyük olan onun bu çocuksu hallerine güldü. Ne kadar büyürse büyüsün, onun için hep ufak bir çocuk olarak kalacaktı.
Jungkook elindeki kitabı aldığı rafa bırakıp Namjoon'a döndü.
"Bana göstermek istediğin şey ne?
Namjoon hâlâ birbirine kenetli olan ellerini sallarken konuştu.
"Gece yarısı olmasına daha birkaç dakika var."
Jungkook anlamadığını belirten bir şekilde ona baktı. Namjoon kolundaki saate birkaç dakika boyunca baktı. Ardından yüzüne bie tebessüm yerleştirerek Jungkook'a döndü.
"Şimdi gidebiliriz!"
Jungkook Namjoon'un hızlı adımlarına ayak uydurmaya çalışarak peşi sıra ilerledi. Namjoon tavana yakın bir yerde olan pencereyi açtı. Yerde duran merdiveni pencereye dayayıp Jungkook'a önden gitmesi için işaret verdi.
Namjoon merdiveni sıkı sıkı tutarken yukarı tırmanan Jungkook'u izledi. Küçük olan çatıya çıktığında yüzüne gelen rüzgârla gözlerini yumup kocaman gülümsedi.
Namjoon'da yukarı çıktığında birlikte çatıya uzandılar. Jungkook başını kaldırdığında gördüğü manzarayla büyülenmişti.
"Hyung, bu çok güzel!"
Namjoon Jungkook'un coşkuyla konuşmasıyla güldü.
"Senin kadar değil Kook."
Utanan küçük tatlı mırıltılar çıkarırken yüzünü montunun içinde saklamaya çalıştı.
Namjoon kahkaha atarken onu kendine çekip başını göğsüne yasladı. Jungkook büyüğünün bedenine sarıldı. Namjoon küçüğünün saçlarıyla oynarken fısıldadı.
"Bak," parmağıyla en parlak ve büyük olan yıldızı gösterdi.
"İşte sen bu yıldızsın. Ben ise gökyüzü, sen benim en değerli en parlak yıldızımsın Jungkook."
"Hyung.. Seni seviyorum."
Namjoon parmaklarına doladığı ipeksi tutamları bırakıp Jungkook'un saçlarına öpücükler kondurdu.
"Ben de seni seviyorum küçüğüm."
Jungkook iyiden iyiye kızarıp bozarırken yüzünü Namjoon'un boynuna gömdü. Namjoon teninde hissettiği sıcaklıkla kıkırdadı. İnip kalkan göğüsünü hisseden Jungkook gülümsedi. Kokusunu doya doya içine çekti.-kokusu daha mı güzelleşmişti ne?
"Kahramanım olduğun için teşekkürler hyung."
Namjoon sevgilisinin yanağına ufak bir öpücük kondurdu.
Jungkook yıldızları seyrederken büyüğünün kokusuyla uykuya dalmıştı. Namjoon' da sevgilisinin güzelliğini izlerken ona katılmıştı.
Lacivert gecede ay ışığının zarif hüzmeleri, onlar için dans etmişti, yıldızlar onlar için ışıldamıştı.