Güneş miydi canımı yakan, yoksa yaralarım mı?
Bana sorarsanız geçmişimdi.
Neden geçmiş deniyordu ? Yaşanıp bittiğini düşündükleri için mi ?
Yanılıyorlar, yada ben öyle sanıyorum. Bitmemişti, benim için hala devam ediyordu. Acılar, anılar, yaralar, hayaller...Beyaz tül perdenin delikli kumaşından güneşin yakıcı ışıkları gözüme hücum ediyordu. Yaklaşık bir aydır kaldığım odanın ağır rutubet kokusu burnumu sızlatmıştı. Eskimiş tahta yatakta doğrularak ayaklarımı soğuk parkeye indirdim.
Yatağın karşısında duran aynada yansımamı fark ettim.
Hayır, bu ben olamazdım. Ayağa kalkarak aynaya doğru yaklaştım. Üzerimde beyaz bir askılı elbise vardı. Belden aşağısı tüllerle kaplıydı. Ve elbisenin üzerini kaplayan kan lekeleri. Yüzümdeki morluklar, dudağımın kenarında kurumuş kan. Dağınık saçlar. Ne kadarda korkunç görünüyordum.Çürük parkenin gıcırdamasıyla birinin odaya yaklaştığını anladım.
Kapının aniden açılmasıyla, elimi dudağımdaki yaradan çekerek geriye doğru adım attım.
İçeriye girmesiyle sırıtmaya başladı.
Kocaman bir gülüş vardı suratında, sanki bu durumdan hoşnutmuş gibi."Günaydın güzelim."
Elindeki tepside birkaç kahvaltılık vardı. Yatağa tepsiyi bırakarak bana doğru adım attı. Bu sefer geri adım atmadım. Korkmuyordum ondan.
Bu, bu sadece bir nefretti. Koca bir nefret.
Eliyle, yüzüme düşen saç tellerini kulağımın arkasına doğru yavaşça attı."İyi uyudun mu?"
Yüzüne tiksinircesine bir bakış atıyordum. Anlamıştı ve bu bakış onu olması gerekenin aksine güldürmüştü.
"Hadi ama güzelim, ne zamana kadar sürdüreceksin bu oyunu?"
Neyden bahsettiğini zerre anlamamıştım.
"Ne oyunundan bahsediyorsun?"
Lanet gülüşünü tekrar takındı.
"Ne zamana kadar benden kaçacaksın. Biliyorum bana aşıksın. Bu kadar inat yeter bence. Bak zararlı sen çıkıyorsun."
Eliyle yüzümdeki morlukları işaret etti.
Elimle morluklara dokundum."Yaptığın şeyle gurur duyuyorsun ve üzerine seni sevmemi mi bekliyorsun ? Ah aklındaki ilişki nasıl bilmiyorum, ki inan bana bilmekte istemiyorum çünkü o ilişkide ben yer almayacağım anladın mı ? Ayrıca sen ne zaman vazgeçeceksin?"
Söylediklerimi hazmedemediğini anlamıştım. Aptal aptal bakıyordu suratıma.
"Adammışsın gibi davranma çabasından"
Güçlü bir kahkaha attı. Neydi şimdi bu, komik miydi?
"İyi laf güzelim. Peki soruyorum nasıl bu düşünceye kanaat getirdin?"
Hafifçe sırıttım.
"Adam olsaydın, seviyorum dediğin kadını dövmezdin."
Suratı düşüp ciddi bir hal aldı.
"Anladığım kadarıyla bana laf sokacak kadar iyileşmişsin ha ?"
Yüksek sesle söylediği sözün ardından saçlarımı kavrayarak başımın geriye doğru düşmesi için güçlü ve sert bir biçimde çekti. Hafif bir inilti yükselmişti dudaklarımın arasından. Göz ucuyla baktığımda artık ciddi ve öfkeli olduğunu görmüştüm. Bu hiç iyi değildi.
"Bana bak Efsun, kendini bilmez tavırların artık canımı sıkmaya başladı. Ya kendine çeki düzen verirsin, ya da ben yapacağımı çok iyi bilirim!"
Saçımı aniden bıraktığında son anda düşmekten kurtarmıştım kendimi. Odadan çıkmak üzereyken içimdeki kini tekrar kusmak üzere harekete geçmiştim.
"Ne yapacaksın, yine mi döveceksin? Aç mı bırakacaksın ? Ne yapacaksın söylesene. Artık hiçbir şey umrumda değil anladın mı beni ? İstediğini yap, bu saatten sonra canımı yaksanda bir şey değişmez. Ne zamana kadar burada tutmaya devam ediceksin ki. Anlamıyorum, hapis tutarak, döverek seni seveceğimi mi sanıyorsun. Ne aptalca bir düşünce ama. Senin şerefsizliğin kadar aklın olsaydı eğer, burada beni alıkoyarak seni seveceğimi düşünmezdin. Ne kadar aptal olduğunun farkında mısın?"
Kurduğum cümlelerle şaşkına dönmüştü. Bir süre sonra öfkeyle ateş saçan gözleri gözlerimi buldu. Birkaç adımda yanıma geldi. Geri adım atmadım. Onca kurduğum cümlelerden sonra geri adım atmak, ondan korkmak saçmalık olurdu, ki korkmuyordum zaten. Kaybedecek hiçbirşeyim kalmamıştı. Küçük kardeşim Poyraz'dan başka...
Boynuma sarılıp beni nefessiz bırakan elleri hissetmemle düşüncelerimden ayrıldım ve karşımdaki Kutay'ın gözlerine baktım.
Boynumu gittikçe sıkıyor nefes almamı engelliyordu. Darbelerden dolayı morarmış ve yara bere içinde olan ellerimi boynumu sıkan ellerinin üstüne koydum ve elini çekmeye çalıştım."Efsun Dinçer! Benim sınırlarımı zorlama. Sen benimsin ve öyle kalacaksın. Sana beni sev veya sevme diye seçenek sunmuyorum. Beni sevmek zorundasın. Ve sana bir uyarı daha, burada olduğun sürece benim kurallarıma uyacaksın, yoksa..." duraksamıştı.
Pek dinlediğim söylenemezdi. Canım yanıyordu. Nefes alamıyor, gözlerimdeki damlalar usul usul süzülüyordu yanaklarımdan. Yüzünü kulağıma yaklaştırıp fısıldadı.
"Yoksa seni öldürmekten beter ederim. Her gün..."
Elleriyle boynumu sert bir şekildi iterek bıraktı. Sertçe odanın kapısını çarparak kilitledi. Derin bir nefes alarak elimi boynuma götürdüm. Yere çökmüştüm. Sanki ellerinin altında değilde hıçkırılarımda boğulacaktım.
Bu nasıl bir acıydı böyle. Hayır, fiziksel değil. Ruhsaldı acılarımın sebebi.Birkaç dakika sonra dış kapının çalma sesini duydum.
Kutay odanın kilidini açarak içeri girdi.
" Sakın ama sakın odadan çıkmaya çalışmayacaksın. Sesini de duymayacağım. Eğer odadan çıkmaya kalkışırsan neler olacağını sen çok iyi biliyorsun. Aptal olma aklını kullan Efsun."
Son tehditini yaparak odadan çıktı. Kapıyı kilitlememişti. Ne yapmam gerekiyordu? Çıkıp kaçmalı mı yoksa burada kalıp ölümümü beklemeli miydim?
Merhaba arkadaşlar! Bu benim ilk kitabım olucak. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı ve beğenilerinizi eksik etmeyiniz fikirleriniz benim için çok değerli.😊😊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERESTİŞ
Teen FictionBüyük bir yangının sebebiydi, Doğada ki küçük ateş... Yakacak mıydı çevresindekileri de, Yoksa doğaya karışıp yok mu olacaktı.