Calum'ın evindeki geniş koltuğa uzanmış, burnumun üstünde bir çakmağı dengede tutmaya çalışırken, neden onların nazik yemek davetine katılmayı kabul ettiğimi düşünüyordum. Özellikle de Luke'un orada olacağını biliyorken... Şu an çakmakla saçma sapan şeyler yapmak yerine, evimde oturmuş film izliyor olabilirdim. Calum'a hayır diyemediğim için kendimden nefret ediyordum.
"Bazen gerçek bir deli misin, yoksa sadece öyle davranmaktan mı hoşlanıyorsun, merak ediyorum."
Çakmağı burnumun üstünden alıp, başımda dikilen Calum'a baktım. Elinde iki kadeh tutarak bıkkın bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Az önce kurduğu cümle için söyleyecek bir şeyim olmadığı için susmayı tercih ettim. O da buna pek aldırış etmeden bacaklarımı kaldırıp koltuğa oturdu ve bacaklarımı kucağına yerleştirdi. Ardından elindeki kadehlerden birini bana uzattı. Memnuniyetle gülümseyerek kadehi elinden aldım.
"Yemek beklediğin gibi geçmedi mi?" diye sordu bana yandan bir bakış atarak. "Seni hiç bu denli eve gitmek isterken görmemiştim."
Omuz silktim ve içkimden bir yudum aldım. İçtiğim şeyin kırmızı şarap olmasını bekliyordum, ama bunun kırmızı şarapla yakından uzaktan alakası yoktu. Calum yüzümde oluşan hayal kırıklığıyla dolu ifadeyi fark etmiş olacak ki, otuz iki diş sırıttı. "Ne o, vişne suyu sevmiyor musun yoksa?"
Somurtarak kadehi yere koydum. "Sen, Calum Hood, insanların duygularıyla oynamaktan zevk alan, iğrenç bir insansın." Tekrar arkama yaslandığımda Calum'a kötü kötü baktım. "Kim vişne suyunu kadehe koyup servis eder ki, ha?"
"Hadi ama Mars, beni bu kadar yaratıcı olduğum için yargılayamazsın!" Gülerek konuşmaya devam etti. "Evde içki bitmişti; ben de ağzımız içkiyi tadamayacaksa, bari gözlerimiz görür gibi olsun dedim."
Birden onu coşkuyla alkışlamaya başladım. "Tebrikler, gerçekten tebrikler Calum. Yüzyılın yaratıcılık ödülünü kesinlikle sen almalısın."
"Çok teşekkürler," dedi sinirimi bozan bir gülümsemeyle. "Sen olmasaydın, olmazdı."
Ona gözlerimi devirdim. "Tabii, tabii."
Birkaç saniye sessizlikle geçtikten sonra, "Söylesene Mars," dedi Calum, nazikçe. Tüm dikkatimi ona verdiğimden emin olduktan sonra devam etti. "Luke'u kendine bu denli düşman edebilmeyi nasıl başardın?"
Boş boş ona baktım. "Ne?"
"Luke bu gece buraya gelmek istemedi. Sırf sen de geleceksin diye..."
Kaşlarım çatıldı. "Sen ciddi misin?"
"Evet. Üstelik bahsin geçtiği zaman yüzünü buruşturmak gibi bir alışkanlık edindi."
Ağzım hayretle açıldı. Her şey birden yerli yerine oturmuş gibiydi. Luke ben bu eve adım attığımdan beri yüzüme bir kez olsun bakmamıştı. Bana o kadar soğuk davranıyordu ki, yemek sırasında buz kesileceğimden korkmaya başlamıştım. Yine de Calum bunları söyleyene kadar, durumun bu denli kötü olduğunu hiç düşünmemiştim. Son mesajlaşmamızın onu bu kadar etkilediğine inanamıyordum! Açıkçası beni de azıcık, gözyaşlarına boğulmama sebep olacak bir miktarda etkilemişti, ama konu kesinlikle bu değildi.
"Ee," dedi Calum, bana beklentiyle bakarak. "Bu durumu değiştirmek için bir şeyler yapmayacak mısın?"
Dudak büzdüm. "Ne yapabilirim ki?"
"Durumu düzeltecek herhangi bir şey yapabilirsin mesela."
"Ya durumu düzeltmemenin daha iyi olacağını düşünüyorsam?"
Kaşlarını çattı. "Neden böyle bir şey düşünesin?"
"Haklısın." Başımı abartılı bir şekilde salladım. "Durumu düzelteceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
falling into you ➵ l.h
FanfictionLuke Hemmings lanet olası bir hastalıktı ve ben de ona yakalanmıştım. *text*