Luke Hemmings, hayatımda gördüğüm en güzel erkek, birinden hoşlanıyordu.
Lanet olsun!
Bunu düşünmeden iki saniye bile geçiremiyordum. Sinirlerim aşırı bozulmuştu. Bu gerçeği hiçbir şekilde hazmedemiyordum. Ona sürekli kimden hoşlandığını sormama engel de olamıyordum. Kim olduğunu merak ettiğim de yoktu üstelik. Sadece kızın kim olduğunu öğrenip, ne kadar güzel olduğunu görürsem, kabullenmem daha kolay olur diye düşünüyordum, o kadar.
Bu olayı kabullenemememin sebebine gelirsek... Of! Bilmiyordum. Luke'un dünya üzerindeki herhangi birinden hoşlanma, o kişiyi sevme fikri hiç hoşuma gitmiyordu işte. Onun bana ilgi göstermesini seviyordum. Bunu düşündüğüm için kendimden nefret etsem de, ilgisini kimseyle paylaşmak istemiyordum. Neden gidip birinden hoşlanarak her şeyi mahvetmişti ki?
"Bana öyle bakmayı ne zaman keseceksin?" diye sordu Luke, uzun, harika parmağıyla yüzümü işaret ederek. "Korkmaya başladım da."
"Ben sana bakmıyorum bile," dedim ve bakışlarımı hemen üstünden çekip televizyona çevirdim. Luke ile neredeyse on beş dakikadır aynı koltuğun iki ucuna konumlanmış, Toy Story izliyorduk. Daha doğrusu o izliyor, ben ona öfkeli öfkeli bakıp birinden hoşlanmasının ne kadar korkunç bir şey olduğunu düşünüyordum.
"Bana, buzluktaki son dondurmayı almışım gibi bakıyorsun." Muhteşem Luke Hemmings kıkırdamalarından birini yapıp konuşmaya devam etti. "Yoksa film tercihimi mi beğenmedin?" Dudak büzdü. "Yani şey... Ya bunu, ya da Twilight'ı seçecektim."
"Bu güzel," dedim kısaca. "En yakın arkadaşımın favorisidir." Yerde, açık bırakılmış DVD kutusuna baktım. Claudia gözdesini bende unuttuğunu fark etmeden DVD'yi ona geri versem iyi olacaktı.
"Senin favorin değil mi?"
Omuz silktim. "Sanırım ben Ice Age'i daha çok seviyorum."
Kafasını salladı ve filmi izlemeye devam etti. Ben de on dakika kadar bir süre izlemeye çalıştım, ama odaklanmayı asla başaramadım. Sonunda canıma tak etti ve Luke ile aramızda duran kumandayı hışımla alıp filmi durdurdum. "Bu böyle olmayacak."
"Ne?" Luke çatık kaşlarla bana bakıyordu. Hiçbir şey anlamadığı yüzünden gayet net bir şekilde belli oluyordu. "Twilight'ı mı izlemek istiyorsun?"
"Yok," dedim başımı abartılı bir şekilde iki yana sallayarak. "Sadece şey... Ihm." Bir müddet duraksadıktan sonra devam ettim. "Bana kimden hoşlandığını söylemek zorundasın."
Luke kaşlarını çatmayı bıraktı ve hiçbir şey söylemeden derin bir nefes alıp verdi.
"Hadi ama. Bunu bilmeyi hak ediyorum." Aynı zamanda bunu bilmeye ihtiyacım da vardı.
Gözlerini gözlerimden kaçırıp susmaya devam etti.
"Hey, neden susuyorsun? Bana bile söyleyemiyorsan ona asla söyleyemezsin."
Gözleri tekrar gözlerimi buldu ve alayla güldü. "Öyle mi dersin?"
"Evet, öyle derim," dedim kendimden emin bir şekilde. "Hadi, söyle artık."
"Benden hoşlanmıyor bile. Söylemek sadece canımı acıtacak. Bu yüzden istemiyorum."
Çıldırmak üzereydim. "Nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Sen lanet olası Luke Hemmings'sin. Işıl ışıl parlıyorsun, Tanrı aşkına! Eğer dediğin gibi senden hoşlanmıyorsa bile, sen hislerini söyledikten sonra eminim bir kez daha düşünür."
"Beni neye ikna etmeye çalıştığının farkında bile değilsin, Marcy."
"Yo, gayet farkındayım." Söylemek istiyordu, bunu gözlerinde görebiliyordum. O da bilmemi istiyordu. "Söyle gitsin işte."
Uzun bir süre yüzüme baktıktan sonra, "Tamam," dedi. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Niye bu kadar heyecanlandığıma dair hiçbir fikrim yoktu. Tüm dikkatimi ona verdim. Ağzından çıkacak tek bir harfi bile kaçırmak istemiyordum.
Ağzını açtı, birkaç saniye öyle kaldı, sonra bir şey diyemeden kapattı. Bakışları aramızdaki boşluğa kaydı. Birden koltuktan kalkıp dizlerimizin değebileceği bir şekilde koltuğa geri oturdu.
"Marcy, ben..." Cümlenin devamı gelmedi. Ellerini saçlarına atıp sinirle karıştırdı. "Bunun bu kadar zor olmaması gerekiyordu, lanet olsun."
Hiçbir şey diyemeden Luke'un yüzüne bakmaya devam ettim. Sanki bir şey söylersem, kendimi başka bir zaman dilimine ışınlanmış halde bulacakmışım gibi hissediyordum.
"Bak," dedi dikkatini tekrar toplayarak. "Hoşlandığım kişi..." Güzelim gözlerini hiç kırpmadan gözlerimin içine bakıyordu. "Olmuyor," dedi birden, sinirle. "Söyleyemiyorum."
Bana bile söylemekte bu kadar zorlanıyorsa, hoşlandığı kişiye asla söyleyemeyecekti sanırım. Eh, ne güzeldi, benim de işime gelirdi.
Aramızda oluşan sessizlik süresince, ikimiz de bakışlarımızı birbirimizin gözlerinden çekmedik. Ta ki Luke'un bakışları yavaşça aşağı, dudaklarıma kayana dek.
"Sikerler böyle işi," dedi hızlı hızlı. Ki bu, onun küfür ettiğini ilk duyuşumdu. Lakin bunun üstünde düşünmeye pek fırsatım olmadı çünkü Luke yüzlerimiz arasındaki mesafeyi hızlı bir şekilde kapattı ve BAM! Dudaklarımız buluşuverdi.
Dudaklarını dudaklarıma dokundurduğu süre zarfında –ki bu çok da uzun bir süre sayılmazdı–, içimde ardı arkası kesilmeyen, nereye gittiği belli olmayan, en kalitelisinden havai fişekler patladı sanki. Her şey yavaşladı, beynim kafatasımın içinde eriyiverdi.
Geri çekildiğinde gözlerim kocaman açılmış, şok olmuş bir vaziyette ona bakıyordum. Beynim çalışmadığı için uzun bir müddet ağzımı bile açamadım. Konuşabildiğimdeyse, "Sen," diyebildim sadece. Bu sırada içimde gelişigüzel patlamaya devam eden havai fişekleri umursamamaya çalışıyordum. "Bend-"
"Evet," diyerek lafımı kesti. "Senden hoşlanıyorum, aynen öyle." Şok olmuş suratıma umutsuzlukla baktı. "Ve Marcy, biliyorum yapmazsın ama..." Elini uzatıp nazikçe yanağıma dokundu. "Eğer sana beni sevip sevmediğini sorarsam, umarım bana yalan söylersin."
⚜️
i hope you la la la, lie to me :)))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
falling into you ➵ l.h
FanfictionLuke Hemmings lanet olası bir hastalıktı ve ben de ona yakalanmıştım. *text*