"Beni davet ettiğin için teşekkür ederim," dedi Luke, küçük salonumdaki tekli koltuğa otururken. "Sonunda düzgün bir şekilde konuşabilecek olmamız güzel."
Onun hemen karşısındaki tekli koltuğa oturup gergin bir şekilde gülümsedim. "Evet, öyle."
Aslında hayır, öyle falan değildi. Kendimi bu konuşmayı yapmaya hazır sanmıştım, ama ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum. Henüz Luke'un hoşlandığı kişi olmaya bile kendimi alıştıramamıştım. Hâlâ bunun bir şaka veya o tarz bir şey olabileceğini düşünüyordum. En son bu şekilde hissettiğimde lisedeydim; iyi bir okulun düzenlediği yazma yarışmasında birinci olmuş, harika bir ödül kazanmıştım, ama kazanamayacağıma o kadar emindim ki uzun bir süre okuldan arayıp birincinin ismini yanlış okuduklarını, aslında kazananın ben olmadığımı söyleyeceklerini düşünmüştüm. Bugün bile bir yanlışlık sonucu birinci olduğumu düşünüyordum. Luke, aynı bu şekilde yanlışlıkla gelen birincilik ödülü gibiydi benim için.
"Aslında konuşması gereken sensin," dedi Luke düşüncelerimi bölerek. "Ben söyleyebileceğim her şeyi söyledim."
Acaba ölü taklidi yapsam nasıl olurdu?
"Marcy, lütfen," diye zorladı beni. "Bir şeyler söylemene ihtiyacım var. Ne olursa olsun, lütfen bir şeyler söyle."
Sanırım ölü taklidi yapmak beni kurtarmazdı.
Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım. "Ben en başından beri seni beğeniyorum Luke, bunu zaten biliyorsun. Yalnız hiç benden hoşlanabileceğini düşünmedim. Sen bana söyleyene kadar, öyle bir ihtimalin var olabileceğini bile bilmiyordum. Tabii benim senden hoşlanabilme ihtimalim hep oradaydı ve bu yüzden senden kaçıp durdum."
"Artık kaçmana gerek yok, çünkü artık seni sevdiğimi biliyorsun," dedi, onu olduğundan bin kat yakışıklı gösteren bir gülümsemeyle. "Kaçmazsan, kendini bırakırsan sen de beni sevebilir misin?"
Sorusu kalp atışlarımı deli gibi hızlandırdı. Görünüşe göre bedenim gerçeği biliyordu. Ben de biliyordum. Öyleyse niye direnip duruyordum ki? Belki de bana sunulan bu birincilik ödülünü kabul etmeliydim. Kalbim kırılırmış, şu olurmuş, bu olurmuş; umursamamalıydım. Hem eğer kalbim kırılırsa, eminim Luke Hemmings buna sonuna kadar değerdi.
Yüzüme yavaşça bir gülümseme yayıldı. Ağzımı açtım ve tam konuşacaktım ki, zil çaldı. Donup kaldım.
"Birini mi bekliyordun?" diye sordu Luke kaşlarını çatarak.
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Beklemiyordum."
Zil bir kez daha çaldı ve ayaklandım. "Baksam iyi olacak."
Hızlı bir şekilde kapıya ilerlerken kimin gelmiş olabileceğini düşünüyordum. İlk başta aklıma Calum geldi, ama Calum'da evimin anahtarı vardı, neden zili çalsındı ki? Beni çat kapı ziyarete gelebilecek çok fazla arkadaşım da yoktu. Gelen kim olabilirdi ki?
Kapıya ulaştığımda kolu tutup kapıyı açtım. Göz hizamda kimse yoktu. Başımı yavaşça aşağı eğdim ve karşılaştığım kişiyle neredeyse kalp krizi geçiyordum. "Marvin?"
"Selam Mars," dedi on bir yaşındaki erkek kardeşim. "Nasıl gidiyor?"
Düşüp bayılmak üzereydim. "Senin burada ne işin var?"
Küçük bedeni sayesinde yanımdan sıvışıp içeri girerken, "Evden kaçtım, yo," dedi. "Annem ders çalışmadığım için dırdır edip duruyordu."
Kapıyı kapatıp peşinden koştum. Doğruca salona gidiyordu. "Tek başına buraya nasıl gelebildin ki?"
Salona girmeden önce elindeki son marka telefonunu havaya kaldırdı. "Telefonumu ve aklımı kullandım." Salona girip Luke ile göz göze geldiğinde, olduğu yerde durdu ve bakışlarını yavaşça Luke'tan bana çevirdi. "Vay be. Eve erkek atıyorsun, ha?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
falling into you ➵ l.h
FanfictionLuke Hemmings lanet olası bir hastalıktı ve ben de ona yakalanmıştım. *text*