Son derse girmiştik bile ama ben dersleri bir türlü dinleyemedim. Sabahki olaydan dolayı kafam allak bullak oldu. Ha tabi siz kutuyu kimin gönderdiğini merak ediyosunuzdur. E o zaman söyliyim. Kutunun sahibi 2,5 senedir benim peşimden koşan ve tabiki benim hiç sallamadığım Can. Cidden bu çocuktan nefret ediyorum bide kalkmış eski okuldan ayrılıp benim peşime benimle aynı okula gelmiş. E tabi Can bunu söyledikten sonra uzay duyup çocuğu okul çıkışına çağırdı. Neden çağırdığını anlamışsınızdır. Bu çocuktan birtek ben nefret etmiyorum aynı zamanda Kumsal ve Uzay da sevmezler. Zaten ortaokulda Uzay'ın okuldan gitme sebebi bu çocuk. O zamanlar Can benden hoşlanmıyordu ama Uzay ile araları pek iç açıcı değildi. Herneyse bu konuda çok durmak istemiyorum.
Ben bunları düşünürken zil çoktan çalmıştı bile. Tam pes edip kafamı sıraya gömücekken bir el hayvanca beni kaldırıp sınıftan çıkardı. Tabiki Eymen başka hangi hayvan olabilir ki?
'Ya senin kolun alçıda değil mi ne hayvam gibi tutuyosun öküzmüsün?'
'Kör değilsen alçıda olmayan kolumu kullandığımı... bir dakika ya ben seni tutmak için kolumu kullanmıyorum ki benide kendine benzettin iyice.'
'E ne güzel işte ha tabi öyle kolay kolay Güneş olunmaz'
'Sen o çeneni boşa yormadan şu arabaya binsen diyorum?'
Araba mı? Ne ara okuldan çıktık biz yaa?
'Emredersin paşam. Başka arzun var mı?'
'Hmm bi düşiniyim'
'Eymenn!'
Sırıtıp arabaya bindi. Tabi bende arkasından bindim.
'Nereye gidiyoruz.'
'Eve'
'E ben tek başımada gider...'
Geldiğimiz yer ile şaşakaldım.Burası o kadar güzel, o kadar sessiz, o kadar huzurlu biryerdi ki. Bütün İstanbul ayaklarımın altındaydı.
'Normal şartlarda beni kandırdığın için sana kızmam lazımdı ama burası o kadar harika ki..'
'Seni kandırmadım ki. Burdan yürüyerek eve gidicez.'
'Nasıl yaa e burası eve yakın değil ki'
'Yoo gayet de yakın. Bu güzel yeri daha önce farketmemek senin kaybın.'
Kafa sallayıp manzarayı izlemeye devam ettim. 5-10 dakika yürüdükten sonra manzara kayboldu ve eve geldik. Tam eve giricekken bir şey farkettim. Benim odamın camından gülümseyerek beni biri izliyordu. Kumsal'ım. Bugün okula da gelmemişti. Onu çok özlemiştim. Hızlıca eve girip odama girdim.
Kumsal'ıma bir güzel sarıldım.
'Bugün neden okula gelmedin?'
Bu söylediğimi dudaklarımı büzerek söylemiştim. Çok komik olucağım ki tatlı tatlı gülmeye başladı.
'Cumartesi Prensesin doğum günü var. Bizde abla kardeş alışverişe çıktık.'
'Aa evet sen bahsetmiştin'
'Geliceksin dimi cumartesi'
'Tabiki gelicem Masal prensesimin doğum gününe.'
'Bizde davetlimiyiz?'
Kumsal gelen sesle çaktırmadan gülerken ben göz devirdim. Tabi Kumsal'ı da dürttüm.
'Tabiki davetlisiniz zaten Masal bütün sınıfı çağırmamı istedi.'
'Bende diyorum çiyanlar çiyanı sarı çiyan nerde kaldı? Biraz geç kalmadın mı?'
Eymen suratındaki aptal gülümsemesiyle demek isterdim ve diyorum bana bakmaya devam ediyordu ki kafasına camın önünde duran en saçma şeyi fırlattım. Lanet girsin camın önünde taşın ne işi var?
'Yuhh istersen saksı fırlatsaydın?'
E taşta biraz küçük olsaymış.Eymen beyin yüzünü yaraladığım için Kumsal'ın ısrarları üzerine pansuman gereçlerini alıp onlara geçtik. Kapıda annesi olduğunu düşündüğüm çok güzel ve güler yüzlü bir kadın karşıladı bizi.
Galiba evlerini biraz kıskandım. Aynı sitede yaşamamıza rağmen evleri daha güzeldi. Çok şık dekore edilmişti.
Ben Eymen'in odasına geçerken Kumsal'da peşimden geldi.
'Şöyle salak salak sırıtma bir taş daha atarım hemde hiç acımam.'
Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı ve yatağa oturdu.
Yatağının karşısındaki sandalyeye oturduktan sonra pansuman yapmaya başladım.
'Pansuman yapmayı bildiğini bilmiyodum.'
'Valla ne yalan söyliyim bende'
Anlamsız anlamsız bakarken kumsal hemen beni dürttü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarayın İçindeki Güneş
Teen FictionÜzerine atılan iftiralar sebebiyle sevdiği insanlarla dolu okulundan atılan 16 yaşında bir kız ve onun çok büyük zorluklar karşısında mücadele ettiği hayatı...