Atlarımızı en yakın hana kadar durmaksızın sürdük. Atlarımızı dinlenmesi için bir gölün kıyısına geldik. Bu Sessizlik Gölü'ydü. Burada çıt çıkmazdı. Balık yaşamazdı. Suyu temizdi ancak bir balık için uygun değildi. Hatta Drogo bir kez buranın suyunu araştırmıştı ve suyun dibini inildikçe balığa benzer canlıların var olduğunu keşfetmişti. Halk bunu yalanlamıştı ancak Drogo özel bir giysi ile cam bir fanus ile çıkagelmişti. Ardından fanusu kafasına geçirmiş ve gölün dibine inmişti. Annemin şaşkın çığlığını hala hatırlıyorum. Ama ona da hak vermeli çünkü herkesin deli olduğunu düşündüğü oğlu bir gölün dibine kafasında fanusla iniyordu. Bir ara fenalık geçirecek sanmıştım. Galiba annem de aynısını düşünüyordu şu an. Çünkü o da ayın gölün üzerinde yaptığı yakamozlara bakıyordu. En sevdiğim ışık, ay ışığıydı. Ay beni rahatlatıyordu. Anneme baktım. Suratında hafif bir gülümseme vardı. Şimdi ne yapacağız? diye sordum anneme. Bilmiyorum dedi. Aklıma anneanneler geldi. Onlara gidebilirdik ancak onlar bu durumu babamı aşağılamak için kullanırlardı. Bizi neredeyse hiç ziyaret etmezlerdi. Babamdan pek haz etmezler de. Tahminime bunun sebebi o dük. Hani annemle evlenmek isteyen. Bir dük, bir konttan daha üstündür. Annem eğer o dükle evlenseydi şu an bu durumda olmazdı. İşte anneannem tam da bunu söyleyecektir muhtemelen. Babamdan cidden haz etmiyorlar. Bizi sadece annem doğum yaptığı zamanlarda ziyaret ediyorlar. Helena ve Katherina doğduğunda ben de oradaydım. Çığlıkları evimizin taştan duvarlarını sarsmıştı nerdeyse.
Ailem. Ailem parçalandı. Onları parçalayanları bulacağım. Ve bulduğumda kılıcım onlar için şarkı söyleyecek. Ölümün şarkısını.
Atlarımız dinlendikten sonra onları ormanın derinliklerine sürdük. Arkamızda bizi takip eden birileri olabilidi. Bu ihtimali yok sayamazdım. Artık hata lüksüm yoktu. Uzun zamandır bu anı bekliyor gibiyim. Babamın arkasından hiç göz yaşı dökmedim. Kardeşlerimin de. Ama harekete geçmeliydim. Annem ve kardeşlerim için. Bu sefer bir görevim vardı. Ailemi bulmak ve onları bir araya getirmek. Ne pahasına olursa olsun.
Atlarımızla son hız giderken bir yandan da ormanı dinliyordum. Eğer bizim dışımızda herhangi bir ses duyarsam yolumuzu değiştiriyordum. En önde ben vardım ortada annem ve en arkada ikiz kardeşlerim. 4 atlı. 1 gece. 4 kişi, 4 kayıp. 1 aile. Matematiğim hep kötüydü ama bunun bir aile faciası olduğunu anlamak için matematiğe ihtiyacım yoktu.
Ormanın kendi sesi hariç kız kardeşim Elizabeth’in hıçkırıklarını da dinliyordum. Çok korkmuştu. Zaten kırılgan bir kişilikti. Şimdi bu olaylar onu rüyalarında da rahat bırakmayacaktı. Ona acıyorum. Ona kıyamıyorum. Onu seviyorum çünkü o benim ablam. Ona asla abla demedim. Hep adıyla hitap ettim. Elizabeth. Elizabeth neredesin? Elizabeth dikkat et. Elizabeth benden kaçamazsın. Asla abla diyemedim. Bundan sonra ona abla demeyi yapılacaklar listeme yazdım. Listeyi de unutmam umarım.
Ablamın hıçkırıklarının sesini Salazar'ın hırıltıları bozuyordu. Dinlenmeliydi. Atlar çok uzun süre koşturulursa çatlardı. Çünkü yorulduklarını hissedemezlerdi. Ağabeyim Drogo ile fazla zaman geçirdim galiba. Ondaki bilgiler bana da geçmiş olmalı. Aslında iyi de oldu. Bunlar ondan geride kalan tek şeyler. Anılarım. Gözümden bir yaş aktı ve damla çeneme kadar inip ardından geceye ve ormana karıştı. Kabul onları şimdiden özledim. Ama özlemi açık ara geçen bir duygum daha var: Öfke. Öfkeliyim. Kendime öfkeliyim. Keşke o herifin oğullarına fahişe olmayı kabul etseydim. Belki canımı yakarlardı ama aynı zamanda babam için de casusluk yapardım. Belki bir sinir krizinden sonra onların kafasını alıp evime geri dönerdim. Belki de dönemeden beni öldürürlerdi. Her ihtimalde babam ve kardeşlerim burada olurdu. İşte atlarımız dinlensin diye 2. duruşumuzda bunları düşünüyordum.
Annem yanıma geldi. Beni burnumdan solurken gördüğünde gözleri yumşadı. "Bunlar senin suçun değil." dedi. Bana sanki acılarımı, hissettiklerimi anlıyormuş gibi bakıyordu. ''Hayır anne. Tamamen benim suçum. Keşke babamın o herifle savaşa girmesine izin vermeseydim. Keşke başka bir çözüm bulsaydım...'' Bunları umutsuzca ormana haykırıyordum. İçimde tutamamıştım. Keşkelerimin sonu gelmiyordu. Kendimi suçluyordum. Ben sebep olmuştum. Hıçkırıklarım konuşmamı engelledi. Annem de bana sarıldı ve ben annemin kucağında tıpkı 5 yaşındaki bir çocuk gibi hıçkırmaya başladım. Gözyaşlarım dışarı çıkamadı. Sanki göz pınarlarım kurumuş gibiydi. İyi de ben daha önce hiç ağlamamıştım ki. Bebekken bile ağlamamışım. Doğduğumda bile. Gözyaşı nedir hiç bilmedim ben. ''Anne...'' *hıçkırık* ''söz veriyorum sana babamı ve kardeşlerimi evimize geri getireceğim.'' dedim. Annem gözlerime baktı ve hüzünlü bir şekilde gülümsedi. Sanırım bu yapabileceğinin en iyisiydi. ''Sana bir süprizim var aşkım. Neredeyiz biz? Büyük Çınarlar Ormanındayız. Bu orman senin aklına kimi getiriyor?'' Cevabım beynimde bir ışık yaktı. Amcam ve halalarım. Babamın ailesi. Halk arasındaki adları: Barbarlar. Babamın ailesi de Drogonov'du ama onların herhangi bir toprakları yoktu. En azından belli değildi. Drogonovlar soylu bir kandı. Uzun bir soyağacımız vardı. Bir çok klanda akrabalarımız vardı. Drogonov kızları asilikleri, vahşi güzellikleriyle bir çok erkeği kendilerine hayran bırakıyorlar. Babamın ailesi beni çok severdi. Elizabeth pek onların tarzına uygun değildi. Biricik ablam fırfırlarını sallayarak dolaşırdı etrafta. Ben elbise bile giysem bu elbise ya sade olurdu ya da giydiğim şey bir üst ve bir pantolon olurdu. Giysilerime pek önem vermezdim. Tıpkı bir Dragonov gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Victoria
Исторические романыVictoria Alexa Drogonov'um ben. Artık bana hizmet edeceksiniz. Bundan sonra canınız bana ait ve ben kaybetmeyi sevmem, benim savaşımda bana yardım etmelisiniz, size ihtiyacım var. Bu savaşta kaybetmeyi göze alamam. Ailemi geri alacağım, intikamımı d...