Amcamın planı, halalarım tarafından reddedilmesine rağmen onlar da benim onayımın karşısında duramadılar. Bizim istediğimiz oldu. Ben Alazne olcaktım, Elizabeth de Sara. Dinimize göre türlü türlü ayinlerimiz vardı. Savaştan önce düşmanlarımızla savaşmak için ejderlerden güç dilenirdik, onlara dua eder gerekirse kurbanlar verirdik. Babam da dinine düşkün bir adamdı. Eğer ejderler gerçekten varsa ve yazılanlar bir mitten fazlasılarsa babamla gurur duyuyorlardır eminim ki. Halalarım da bu geleneği devam ettirmek istiyor olmalıydı ki aynı günün gecesi beni ve Elizabethi dereye götürdüler. Ağaçların hem en sık olduğu hem de en güvenli yeriydi burası. Küçükken babamla gelirdik buraya suyla oynardım, yüzerdim gece olana kadar çıkmazdım. Ama artık işler daha farklıydı, beni gezmeye götürecek bir babam yoktu yanımda. Halalarımız kokulu yapraklardan yapılma tütsüleri yakmak için güneşin batmasını bekledi. Ve işte o zaman değişimi kemiklerimde hissettim. Halalarım bir tür dua ve şarkı karışımı bir şeyler söylüyorlardı. Ben kesilmiş bir ağacın kavuğunda oturuyordum, Elizabeth de diğerinde. Halalarım bu ayini hem bizi korumak hem de bizi Sara ve Alazne'ye benzetmek için yapıyorlardı. Ayinin sonuna doğru en büyük halam bir çanağın içindeki kanı Elizabeth'in saçlarına döktü. Sözlerini söyledi ve sonra ''Bu ejderin içi senden ama bırak bedeni onlardan olsun. Merak etme dönecek yine, geldiği gibi ama şimdi saklanmalı, korunmalı koru onu bırak karşı tarafa geçsin. Ona ateşini üfle. İhtiyacı olacak.'' dedi. Sözleri biraz anlamsız gelse de işe yarayacaksa diyebileceğim bir şey yoktu. Sonra bana döndü. İstemeden kardeşime baktım. Elizabeth'in sarı saçları kan rengine bürünmüştü. En parlak kan rengindeydi. Gözlerini gökyüzünde sabitlemişti. Halam bana doğru yaklaşmaya başlayınca dikkatimi ona verdim. Halamın gözlerinde vahşi bir parıltı vardı. Bana bir kaplanın avına baktığı gibi bakıyordu. Ama çok tuhaf bir şekilde bu vahşilik beni korkutmadı. Eğer o beni avlayacaksa ben de onu avlayacaktım. Bakışlarına aynı şekilde korkusuzlukla cevap verdim. Korkmuyordum ondan. Bana yaklaştı. Parmağını çanağın içinde gazdirdi. Sonra kalan kanı dudaklarıma sürdü. ''Sen ejder kanı taşıyan, savaşacak ve geri geleceksin. Düşmanların kanını iç. İç ve güçlen, bu güce ihtiyacın olacak. Ey ulu ejder bu ruhu kutsa, kutsa ki amacı uğruna ölse bile sana kavuşabilsin, senden olabilsin ve sen olabilsin.'' Bu sözler kulağa saçma gelebilirdi ama o anda bu sözer dışında her şey bana anlmasız gelmişti. Dudaklarımdaki kanı yalandım. Büyük bir yanma hissi midemden boğazıma tırmandı, oradan da ağzıma. Kusmak için ağzımı açtım ancak hiçbir şey çıkmadı. Başımı istemsiz olarak göğe kaldırdım. Yıldızlar bulutsuz bir gecede parlıyorlardı. Yıldızların aralarında birleştiğini ve çizgiler oluşturduklarını gördüm. Ardından bu çizgiler bir ejderhayı oluşturdu. Ejderha o kadar güzeldi ki. Daha önce o tozlu kitaplarda gördüğüm silik çizimlerdeki hallerinden çok daha güzeldi. Pulları birer mücehver gibi parıldıyordu gece yarısında. Dişlerinin keskinliğini buradan görebiliyordum, ay ışığı büyük dişlerine çarpıp gözüme geliyordu. Kanatları ise daha önce hiç görmediğim kadar büyüktü. Rahatça beş atı kanatlarının altına sığdırabilirdi. Ağzı bir atı hiç zorlanmadan yutabilecek kadar büyüktü. Ejderha ağzını açtı ve müthiş bir ses kulaklarımı adeta esir aldı. Bir kükreme, bir kükreme ki yeri göğü salladı. Ardından püskürttüğü ateş ejderha benden çok çok uzak olmasına rağmen gözlerimi yaktı ve sıcaklığını yüzümde hissettim. Ve belki kulağa çılgınca gelecek ama onun gibi olmak istedim. O ejderha olmak istedim. Bir ejderha olmak ve ailemi bu zor durumdan kurtaracak kadar güçlü olmak istedim. Ben o saniye sadece istedim. Bana bu gücü veren yine o ejderha oldu. Ejderha gözlerini gözlerime kilitledi. Ondan başka yere bakmıyordum zaten. Şimdi o her şey demekti. Aldığım her nefes, yediğim her yemek, sevdiğim her insandı o. Sevdiğim her şey haline geldi bir anda. Dünya sadece ondan ibaretmiş gibi. Dünyam sadece ondan ibaretmiş gibi. O kadar mükemmeldi ki. Hem güzeldi hem de korkunç. Kafasını bana doğru çevirdi, ejderha. Kanatlarının tamamını açtı ve dalışa geçti. Bana doğru uçtu ve ateşini bana püskürttü. Sıcaklığı başta hoşuma gitse de saniyeler içinde yakıcı hale geldi ve ben acıdan çığlık attım. Kulakları sağır edecek kadar tizdi çığlığım. Sonunda yere yığıldım. Ve öldüm. Son.
Ama belki de ölmedim. Bütün bedenim hissizdi. Ruhum sonsuz bir karanlığın içinde hüküm sürüyordu. Hayat, hayatım artık yoktu. Artık ben yoktum. Ailem yoktu. Amacım yoktu. Hiçbir şey yoktu. Ama aslında her şey vardı. Ben vardım. Güçlüydüm. Hissedebiliyordum güçlü kollarım vardı, keskin gözlerim. İnsanı öldürecek güçte bakışlarım ve devasa bir bedenim vardı. Ben aslında vardım. Ama aynı zamanda yoktum da. Zaman yoktu. Yer yoktu. Gökyüzü vardı. Ben vardım. Hayat yoktu ama yaşam vardı. Her şeyden önce ben vardım. Bu her şeyi değiştirecekti. Bedenim yoktu benim. Sonsuzdum. Sis gibi. Bütün dünyada vardım ama bir sabah baktığınızda orada olmayabilirdim de. Yok olabilirim de. Saldırabilirim. Sizi yok edebilirim. Ama siz bana saldıramazsınız. Beni yok edemezsiniz. Yok olan bir şeyi yok edemezsiniz çünkü o zaten yoktur. Tıpkı hiçlik gibi ben de varım. Hiçliğin varlığı kadar sonsuz, uçsuz bucaksız ama var. Saniyler geçiyor belki de saatler bilemiyorum. Hissediyorum. Sıcak. Ateş gibi.Bir şey beni sarıp sarmalıyor. Toprak gibi. Örtüyor üstümü. Koruyor beni. Bizi. Sahi, yalnız değilim, burada benden daha önce de burada olanlar var. Benden daha eski olanlar. Daha yaşlı olanlar. Onlar uzun süredir buradalar. Beni tanıyorlar. Geleceğimden haberdarlardı. Ama bir yandan da şaşkınlar. Nasıl diye. Nasıl bu kadar zaman sonra biri daha gelir diye şaşkınlar. Haklılar. O kadar zaman oldu ki. İnsanlar kendileri gibi olanlara tapmaya başlayıp onları unuttlar. Eski ilahlarını unuttu insanlar. Halbuki onlar asıl efendiler. Asıl yöneticiler ama insanlar çoktan onlara inanmayı bıraktı. Ama hala arada sırada birer dua geliyor buraya. Birer umut, birer inanç. Hala onları tanıyan, hatırlayan birileri var. Onlara inanan. Zaten onlar sayesinde hayattalar. Yoksa çoktan eski, tozlu ve muhtemelen kenarları kurtlar tarafından yenmiş bir kitabın soluk resimli sayfasına dönmüş olurlardı. Ama buradalar. Ve hazırlar. İnançları tam. Cesaretleri yerinde. İnsanlardan korkmuyorlar. Hiç korkmadılar ki. İnsanlar fazla ileri gitti ve onların canını çok yaktı. Sarayalarından oldular. Dostlarından oldular. Hatta bazıları hayatlarından. Artık zaman değişti. Artık zaman Pangea'ya hükmetme zamanı. Ve ejderhalar hazır. Hazırız. Hazırım.
Gözlerimi açtım. Nefes alıp verebiliyordum. Ben Dragonov Klanından Victoria Dragonov. Klan lideri Kont Victor Dragonov'un beşinci çocuğu, ikinci kızıyım. Ama çok kısa bir zaman önce, yaklaşık bir dakika önce, çok farklı birine dönüşmüş durumdayım. Yeni ben Alazne Red. Dük Pirro'nun gelinin en yakın dostu ve Düşes Sophie'nin gayri meşru çocuğu Alazne Red. Ben yüzyıllar sonra doğan ilk Ejderhayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Victoria
Historical FictionVictoria Alexa Drogonov'um ben. Artık bana hizmet edeceksiniz. Bundan sonra canınız bana ait ve ben kaybetmeyi sevmem, benim savaşımda bana yardım etmelisiniz, size ihtiyacım var. Bu savaşta kaybetmeyi göze alamam. Ailemi geri alacağım, intikamımı d...