Lokomotifin camından dışarıyı seyrediyordu. Camdan gördüğü kadarıyla, her taraf bembeyazdı sağ çarprazda bulunan masmavi nehri görmezden gelirsek. "Türkiye'm... Sana kurban olayım" diye geçirdi içinden. Burnuna buram buram memleket kokusu geliyordu.
Büyük bir gıcırtıyla açılan vagon kapısından rahatsız olmuştu. Gazeteci çocuktu gelen, tüm masumluğu ve aynı zamanda çığırtkanlığıyla. Lisanındaki bozukluk, insanı gülümsetiyordu: "Efendiler! Caponya Amarika'ya harb ilan etmiş. Perl Harbor baskınıyla gözdağı vermiş. Amarikan başkanı da sessiz kalmayacaklarını deyivermiş!". Vagonda kimden çıktığı belirsiz sesler yükseldi: "Bak sen Japonya'ya! Hay aksi! Belliydi canım zaten...". İyice kendi içine gömülmesinden anlaşılıyordu kalabalıktan çıkan seslerden rahatsız olduğu. Ona neydi elin Amerika'sından sanki...
Adı Hikmet'ti. Sivaslı Hikmet... Memleketi çorak ve kuraktı. Babasının büyük bir tarlası vardı, iflas etti. Daha sonra da jandarma komünist olduğu gerekçesiyle götürüp, bir daha getirmemişti. Annesi onu dünyaya getirirken vefat etmiş, abisi ise İstanbul'da küçük bir dükkan işletmekteydi. Abisinden başka kimsesi olmayan Hikmet, İstanbul'a gidiyordu. Yaşı 16 idi. Tarih 8 Aralık 1941'di, Hikmet hala çocuktu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiyen Hayatlar #Wattys2015
General FictionKoşuyordu, deli gibi koşuyordu. Kimden veya neden kaçtığını bilmeden koşuyordu. Sağanak yağmura aldırmadan koşuyordu. Delirmişti. Sigarası da bitmişti. Sigarası olsaydı böyle nedensizce koşmazdı belki. Bunları düşünmeye vakti yoktu, koşmaya devam et...