KKC-SON

32K 1.3K 804
                                    

SONUN BAŞLANGICI

Elimi ahşap masanın üzerindeki fincan kahveme uzattım. Gözlerim kapalı sessizliği dinliyordum. Ağaç dallarının birbirine değişine kadar duyuyordum. Biraz ilerideki ağaçların arkasındaki geyiği de duyabiliyordum. Ve en çok da hızla atan kalbimin sesini duyuyordum. Ve bu benim sessizlik tanımımdı. Kalbim, ağaçlar, rüzgar ve birkaç yabancı hayvan... Cowboy'dan bahsetmeyi bıraktım. Aslında sadece on iki dakika, kırk bir saniye olmuştu. Kırk iki, kırk üç, kırk dört.

Dakikalar, saniyeler kovalarken birbirini, fincanımdaki kahvem de bitti. Bu demekti ki yola koyulma vakti. Balık kasalarını alıp kasabaya gitme vakti. Ve bu demekti ki fotoğraflayacağım insanların yüzleri... Her yüzde bulduğum şeyleri yazdığım bir defter demekti sonra, o defteri saklamak sıkıca... Ve bu kahvenin bitmesi demek, ifade edilemez çok şey demekti.

Bir şey daha vardı. Kahvemin bitmesi demek, üç kişilik yalnızlığımda tek başına kaldım demekti. Kahvem bitmişti, köpeğim gitmişti, yalnız müziğim beni sevmişti. Sona kalan olmuştu. Kulaklarımda kalan son ses, son nefes... Kadınımın sesiydi. Mırıldanıyordu. Sessizdi.

Etkileyiciydi.

Masadan kalkmam ve kasaları taşımam şuan bana o kadar zor gelmişti ki bugünlük tüm işleri bir kenara bırakmak istiyordum. Canım sıkkındı. Jim Morrison[1] gibi hissediyordum. Defterin yedinci sayfasını açtım.

"Ölümü ilk keşfettiğim an... ben, annem, babam, büyükannem ve büyükbabam gün batarken çölde ilerliyorduk. Bir kamyon dolusu Kızılderili başka bir kamyona ya da bir şeye çarpmıştı. Kızılderililer bütün ana yola dağılmıştı; ve kanlar içinde ölümü bekliyorlardı. Babam ve büyükbabam, arabadan neler olduğuna bakmak için inmişlerdi. Ben daha çocuktum, o yüzden arabada oturup beklemem gerekiyordu. Ben bir şey görmedim. Tek gördüğüm şey garip, kırmızı boya ve yerde yatan insanlardı, ama bir şey olduğuna emindim. Çünkü onların yaydıkları dalgaları hissedebiliyor ve birden yerde yatan insanların da olay hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmediklerini fark ettim. İşte o an ilk kez korkuyu tattım."

Bu cümleleri en az milyonlarca kez tekrarlamıştım. Ezberlemiştim. Çaresizliği ve bilinmezlik içerisindeki duyguları öylesine iyi yansıtıyordu ki bazen ben de bunu yaşadım mı diye düşünüyordum. Sonra tüm düşüncelerimi siliyordum. Hayır yaşamamıştım. Ama "I'm living like Jim Morrison"[2]. Sanırım seneye 3 Temmuzda Paris'te bir otel odasında intihar edecektim. Çünkü hala gidenlere sahiptim. Ve ben de bir 'giden' olmalıydım. Bu gidenler neye gidiyor ve neden gidiyor ve orada ne var merak içindeydim. Yanıtlarımsa sanırım oradaydı. Bir giden olacaktım. Seneye 3 Temmuz.

Bilinmezler bu kadar etrafını sarmışken onun, hayatını James Douglas Morrison'a benzetmesi normaldi. Fakat bilmediği tek şey ne o ölüm 3 Temmuz günü gelecek ne de daha geç...

Son kez JM[3]'i düşünüp masadan gerçekten kalktım. Yapmam gereken işler vardı. Hava kararmıştı. Cowboy gitmişti. Gideli on dokuz dakika yirmi bir saniye olmuştu. Kafamdaki tüm düşünceleri sildim ve asıl odaklanmam gerekene odaklandım. Kapının önündeki kasaları aldım. Bisikletimin arkasına yükledim. Lanet olsun, o da sarıydı. Neden her şeyim sarıydı bu kadar o renkten nefret ederken? Hatta tenim bile neredeyse sarıydı! Kirpiklerim sarıydı! Yorulmuştum açıkçası bu renkten. Nedenini bilmeden. Kasaları üst üste koymaktan daha yorucuydu benim için.

Bisikletin koltuğun atladım ve balığa gittiğim kıyafetleri değiştirmemiştim. Siyah pantolonum ve bordo kazağımla cidden tam balık havamdaydım(!).

Evin kasabaya uzanan yoluna girdim pedalları çevirerek ağır ağır. Her pedalda burnuma ardıç kokusu doldu. Kokuyu içime sigaramı çeker gibi çektim. Sanırım hayatta sadece bu iki şeyi bu kadar çok içime çekmiştim; Sigaram ve ardıç ağaçları... Onlar benim parçalarım haline gelmişti.

KATRAN KOKAN CENNETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin