"Çok özür dilerim."dedi Cedric, belki de bininci defa. Ne McGonagall ne de Snape, panik içinde tepkilerini bekleyen asistanın yüzüne bakıyordu.
Cedric, beklentiyle Hermione ve Sirius'a döndü. Hermione ona pek bakmıyordu ama Sirius, sanki onu az önce fark etmiş gibi öfkeyle süzdü. Cedric bir adım gerilemek zorunda kaldı. Sirius'u daha önce hastanede bir çok defa görmüştü ama, bu şekilde bakabildiğini bilmiyordu.
"Özür dilerim, Mr Black. Süpürgeyi ne zaman aldığını bile görmedim. Onu gördüğümde çoktan düşmüştü. Hepsi benim hatam. Ben sadece-"
"Tek kelime etme lütfen."dedi Sirius. "Seni kıracak bir şey söylemek istemem. Ama bu bir defa daha olursa, işte o zaman suratının ortasına sıkı bir yumruk yersin ve-"
"Sirius!"diye bağırdı Lupin, koridorun diğer ucundan koşturarak gelirken. "Sakin ol. Harry nerede?"
Tek eliyle sırtından kaymak üzere olan çantasını ve ıslak şemsiyesini tutuyordu. Boynundaki ince atkının uçlarından biri yere değiyordu ve sarı saçları anlına dağılmış, biraz ıslanmıştı. Yine aynı anda hem Sirius'u sakinleştirmeye çalışacağını, hem de Hermione'ye destek olacağını biliyordu.
"Odasında."dedi Cedric, kendini affettirmeye çalışırken. "Çok üzgünüm..."
Hermione, onun gerçekten üzgün olduğunu görebiliyordu. Muhtemelen -Sirius'un aksine- bunu anlamış olan Lupin, elini uzatıp Cedric'in omzunu kısaca sıktı.
Birlikte odaya girdiler. Harry'nin kaşı ve dudağı patlamıştı, kolu da alçıdaydı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"O suratının hali ne?"dedi Sirius.
"Gülüşüm nasıl?"
"Manyak gibi."
"Sirius!"dedi Hermione ve Lupin, aynı anda.
"Gibi, dedim."
Harry kafasını hızlı hızlı sallayarak onayladı. "Gibi, dedi."
"Harry, ne halt yemeye çalışıyordun?"
"Remus!"dedi Sirius, onun uyaran sesini alayla taklit ederek.
"Uçuyordum."dedi Harry, basitçe. Hermione, avucunu alnına yaslayıp derin bir nefes aldı. "Quidditch oynamayı hiç sevmedin zaten, Hermione."
"Ne oynamayı?"
"Ben biliyorum."dedi Sirius. "Harry anlattı."
"Ya, mükemmel cidden."dedi Snape, McGonagall'ın peşi sıra odaya girerken.
"Severus, seni gördüğüme sevindim."dedi Sirius, yapmacık bir gülümsemeyle. Remus, iki doktoru da samimiyetle selamlarken de ona bakıp gözlerini devirdi.
"Ben de seni."dedi Snape, birkaç saniye sonra dönüp Sirius'a bakarak.
Hermione odanın içinde dolaşıp durdu. Sirius ve Snape ara sıra birbirlerine iğneleyen şeyler söylüyorlardı. Konu Harry'ye geldiği zaman, ikisi de aniden ciddileşiyor, düşmanlığı bir kenara bırakıyorlardı. Remus ise, onların aksine hep sakindi. McGonagall, hiçbirini önemsemeden işine bakıyordu.
Sonra olanlar oldu. Harry aniden ağlamaya başladığında, McGonagall donup kaldı. Snape ile kısaca bakıştılar. Snape, ne olduğunu hiç bilmiyorum der gibi bakıyordu. Ve McGonagall sanki, yine neler oluyor der gibiydi. Eh, Sirius ve Remus çoktan koşturarak yatağa oturmuşlardı. Harry avuç içleriyle beyaz örtüyü sıkıyor, neredeyse hiç ses çıkarmadan ağlıyordu.
Bakışları Hermione'yi bulunca ağlamayı bıraktı. Gözleri hala ıslaktı ama yüzünde buruk bir gülümseme vardı.
"Özür dilerim."dedi.
Hermione, ne olduğunu yeni anlamış gibi sırt çantasını ayak ucuna bırakıp yatağın karşısına kadar yürüdü. Harry'ye yukarıdan bakıyordu şimdi.
"Ne için?"
"Ailen için. Benimle olmak için, onların seni unutmasını sağladın."
Remus ne olduğunu pek anlamamış gibi görünüyordu ama Sirius, aceleyle Harry'yi susturmaya çalıştı. Birbiriyle alaksı olmayan bir çok konuyu birbirine bağlıyor, ortaya konuyu dağıtabilecek bir şey çıkarmaya çalışıyordu. Ancak ne Hermione, ne de Harry onun ne anlattığını duyabiliyordu.
Hermione'nin aklı, geçen yazın haziran gecesindeydi. Harry'nin evinin ön bahçesinde oturuyorlardı. Yanlarında Ron vardı ve arka bahçeye açılan kapıda Lily Potter'ın yüzü ara sıra görünüyordu.
Çimler ıslaktı çünkü az önce James Potter tarafından sulanmışlardı. Etrafları toprak kokluyordu. Gece yıldızlı ve aydınlıktı ama ara sıra gözlerinin önünden geçen ateş böceklerini görebiliyorlardı.
"Canının yandığını biliyoruz."dedi Ron.
"Evet, öyle."
"Ağla hadi, Hermione. "diye fısıldadı Harry.
Sonunda Hermione ağlamaya başladı. Cenazeden sonra iki gün boyunca odasından neredeyse hiç ayrılmamıştı. Odasından çıktığında, Mrs Granger'ın bulabildiği en iyi çözüm onu arkadaşlarının yanına göndermekti. Bunun onlarla paylaşılacak bir şey olduğuna inanıyordu. Fakat Hermione, o ana kadar ne olmuşsa hepsini kendisine saklamak istiyordu.
Bu yüzden hiç ağlamamıştı. Bakışları genel olarak donuktu ama çok az konuşmak, çok az yemek ve çok az gülümsemek dışında hiçbir şeyi dışarıya vurmamaya özen göstermişti. Kaçmak, gömmek, sonra daha derine gömmek.
Bu gece kaçmadığını, kovalandığını anlıyordu. Sonunda yakalanmıştı.
Babası aniden ölmemişti. Bir kaza ya da ani bir kalp krizi değildi. Önce herkesi, sahip olduğu her şeyi yavaş yavaş unutmuştu. Her gün başka bir parçayı koparıp atıyordu ve sonunda koparabileceği bir şey kalmadığında, ölmeyi seçmişti. Kim onu suçlayabilirdi?
"Çok hastaydı."dedi Ron. "Seni bırakmak istemedi, Hermione. Seni çok sevdi. Biliyorsun, öyle değil mi?"
Harry tek kelime etmeden yüzüne baktı. Bakışları önce aşağıya düştü ve sonra da ateş böceklerine kaydı. Ilık rüzgar üzerlerine esiyordu. Hermione ayağa kalktı, düzensiz, sarsak adımlarla eve yürüdü.
Şimdi Harry buradaydı. Yaşadıkları birçok şeyi kendi yeni dünyasına göre uyarlamıştı, evet. Ama, sıra Hermione için en önemli olan anılara gelmişti. Başka neyi mahvedecekti. İlk tanışmalarını, ilk bisiklete binişlerini, ilk kavgalarını, birlikte kutladıkları ilk doğum gününü... Üçünün içinde olduğu her anıyı, teker teker çalıp yeniden kurguluyordu. Hermione, kaç anıyı daha kaybedebileceğini kestiremiyordu.
Kim haklıydı? Ron mu?
O an, inanmadığı zamanlarda bile, Harry'nin iyileşeceğini söyleyerek kendini kandırmış olabileceğini düşündü. Harry'nin yalnızlığı öyle güçlüydü ki, var olmamış yerlerde var olmamış insanlarla yaşama isteği buradan kaynaklanıyordu. Zihni her zaman gittiği yerleri büyülü mekanlar, okulunu bir şato, sıradan bir öğrenciyi kötü bir büyücü yapıyordu. Hermione, artık bunun önüne geçemeyeceğini hissetti.
Harry'yi arkada bırakırsa, onda kendisine ait olan ve asla bulamayacağı bir parçayı de terk edecekmiş gibi hissediyordu. Fakat artık korkusu her şeyin önündeydi. Bitti, dedi kendi kendine. Bazen sadece biter.
"Bir süre gelemeyeceğim, Harry."dedi, acele etmezse hiç söyleyemeyeceğinden korkarak.
Sirius, ona ne düşündüğünü biliyormuş gibi bakıyordu. Bencillik ettiğine mi inanıyorlardı? Harry gibi hissetmediğini mi zannediyorlardı? Çünkü hissetmişti. Harry'yi bir şekilde tanıyan herkes hissetmişti.
Harry'ye son defa baktı. Bu hastanede, zihnini uyuşturan yorgunluktan uzak tutulduğu, kimse tarafından incitilmediği bu yerde, kendi kafasında yeni bir dünya yaratırken yüzünün aydınlanmasını görünce, burası onun için daha iyi, diye düşündü; ama ben değilim.
Odadan çıkarken birinin ismini seslendiğini duydu ama dönüp yanıt vermedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Phosphene| Harry Potter (au)
FanfictionHarry Potter, St.Mungo'nun Akıl ve Ruh Sağlığı bölümünde, 777 numaralı odada kalan talihsiz bir çocuktu. Bir süre önce aklı ona bir dizi oyun oynamaya başlamıştı. Her şeye rağmen, bu noktada yapmak isteyebileceği son şey gerçeğe dönmekti. *** Bu has...