Günahlar vardır birde günahkârlar.
Ben çok günah işlemiştim ama hiç günahkâr olduğumu düşünmemiştim. Çünkü bir bakıma değildim. Toz pembe yalanlar söyler; arada sırada, aşağıdaki marketten kırmızı şarap çalardım. Yerlere sigara izmariti atma huyum vardı. Çok küfür etmezdim ama sinirlenince de ayarı kaçırdığımı biliyordum. Bunun dışında pek bir şey yapmadığım için hiç "günahkârsın" dememiştim kendime.
Bugün ise anladığım gündü.
Gerçek bir günahkar olmadığımı anladığım gündü.
Dünyada, işlenmek için serpilmiş günahlar vardı birde günahkârlar.
Ve ben günahkâr değildim.
Ben, yürüdüğüm yolda, önüme serpilmiş günahları toplayan biriydim. Onları kullanır, bazen de atardım ama günahkârlar öyle değildi.
"Sessiz ol," dedi elini ağzıma bastıran çocuk sertçe. İşte, gerçek günahkâr oydu. Ben işlediğim hiçbir suça, bir başka canı dahil etmemiştim. Kimsenin canını acıtmamış, kimseye bir zarar vermemiştim. Ama o, beni sımsıkı tutuyor, bir eliyle ağzımı kapatırken diğeriyle belime sabitli silahını kavrıyordu.
Bunu hak edecek hiçbir şey yapmadığımı düşünüyordum. Eğlenmek istemiştim. Hafta sonu çalıştığım kafeden aldığım bahşişleri harcamak ve ilk kez çalmadığım bir içkiyi yudumlamak. Demek ki, işlenen günahlar, iyiydi. Bunca zaman hayatımı korumuşlardı.
Polis sirenlerinin kulağama dolduğu anlarda, geri geri yürüyorduk. Korkmadan edemedim. Aslında, şöyle bir bakacak olursak, kaybedecek bir şeyim yoktu. Kimsem yoktu. Hiç arkadaş edinmemiş, anne ve babamı tanımamıştım. Ölürsem, beni hatırlayacak tek canlı, sokak kedileri olacaktı. Süt verdiğim, sarı-beyaz sokak kedileri.
Barın; hareketli, kırmızı ve mavi olan ışıkları, içeri giren polislerin üzerinde oyalandı. Hepsi temkinliydi ve ben "Neden?" diye düşünüyordum işte. "Onlarca kişi arasından nasıl olduda beni seçmeyi başardı?"
"Yaklaşmayın!" diyerek belimdeki silahı boğazıma çıkarırken, ağzımı kapatan eliyle karın kısmıma sarılması bir oldu. Şimdi, beni tamamen önünde tutuyor, kendine gelebilecek herhangi bir hasarı önlüyordu. "Adım dahi atarsanız, öldürürüm onu!" dedi. Müzik sesi kesileli çok oluyordu. Gecesini eğlenerek geçirmek için gelen herkes, hemen ayak ucumuzda, kırılan camların üzerine eğilmiş, korkuyla bekliyorlardı. "Bir masumun canından olursunuz!" Polisler beni umursuyor muydu bilmiyorum ama yaklaşmadıkları için minnettardım. Aldığım nefesi dahi hissedemiyordum çünkü. Boğazıma dayalı silah, beni titretiyordu.
"Sakin ol," diye fısıldadı kulağımın dibinde. "Titremeyi kes ve onları atlatana kadar sakin ol. Seni serbest bırakacağım." Nefesi kulağımı yaktığı sırada yutkundum.
Doğru söyleyip söylemediğinden asla emin olamasamda kafamı, sadece onun hissedeceği bir şekilde salladım. Ağlamanın sırası değildi ama göz yaşlarımı hissedebiliyordum.
"Şimdi çıkacağım," dedi beni tutan çocuk polislere bakarak. "Biri dahi kımıldarsa, silahımdan çıkacak mermiden siz sorumlusunuz."
Sonra, benimle birlikte bir adım attı. Ayaklarım uyuşsa da ilerledim. Cam kırıklarının üstünde ilerledik. Beş adım kala durdu. Polislerin dibine girecek kadar yakınken, durdu.
"Beni vuracaksınız." diye fısıldadı düşünceli sesiyle. Öyle soğuktu ki nidaları, üşüdüğümü hissettim.
"Rehineyi bırak," Konuşan, polislerden biriydi. Yaklaşmaya cesaret edemiyor gibi bir hali vardı. "Aranan seri katilin sen olduğunu biliyoruz çocuk." dedi sonrasında silahını biraz daha sıkı kavrayarak. "Seni tutuklamak zorundayız Min Yoongi."