Neden burada, bu konumda olduğumu bilmiyordum. Sanırım son zamanlarda bazı şeyleri sorgulamayı bırakmıştım. Bu yüzden ön koltuğunda oturduğum arabanın gittiği yeri de amacını da umursamıyordum. Tek odaklandığım Yoongi'nin açıp aramıza bıraktığı kırmızı şarap ve elinde yanmaya devam eden sigaraydı. Birlikte içtiğimiz sigara.
Beni rehine olarak aldığı günün üzerinden geçen otuz sekizinci gündü. Epeydir Jungkook'un küçük evinde kalıyorduk ve bu sabah aniden hazırlanmasıyla 'Gidelim.' demesi bir olmuştu. Bende peşine düşmüştüm işte. Dediğim gibi; sorgulamıyordum.
"Artık gazeteler beni yazmıyor." dedim eline uzanıp parmak uçlarından sigarayı çekerken. "Çünkü beni merak edip bulunmam için çabalayacak kimse yok."
Gözlerini boş yoldan ayırıp bana baktığında alaycı bir gülüş yer etti ölüm kokan dudaklarında. "Niye?" dedi. "Eski hayatına mı dönmek isterdin?"
"Beni bırakır mıydın ki?" diye mırıldandım sigarayı tekrar ona uzatırken. Tek bir farkla. Eline değil de dudaklarına bırakmıştım.
"Bırakmazdım." Yarım yamalak çıkan sesine takıldım birkaç dakika boyunca. Ardından kafamı dağıtmaya çalıştım. Sürekli imkansız şeyler düşünmeye başlamıştım son günlerde. Kuru yapraklara, saçlarımın arasında dolaşan ellerine; çok başka anlamlar yüklemeye başlamıştım ve bunun sonu iyi bitmez diye korkuyordum. O Yoongiydi. O, benim katilim olacaktı. Aklımdakilerin en ufak zerresinin bile ihtimali yoktu.
"Nereye gidiyoruz?" dedim gözlerimi yumarak. Düşünmek istemiyordum. Acıyan canımı daha çok acıtamazdım.
"Bunu sormak için geç kalmadın mı Turuncu?"
"Bir şeyleri sormaya hep geç kalıyorum." dedim gülerek. Başını sallayarak beni onaylamayı tercih etti.
"Birini öldüreceğim." dedi omuz silkerek.
Dehşete düştüm. Bu ölümden korkmak veya kaçmak değildi. Sonuçta hepimiz ölecektik. Ölüm kaçınılmazdı ama şimdi yanımdaki beden, bir başkasının canını almaktan bahsediyordu. Gözlerimin önünde bir başkasına silah doğrultsa bunu nasıl atlatabilirdim ki? Anılarımı nasıl siler, nasıl uyumak için yanına yattığımda bunu hatırlamadan durabilirdim?
"Nasıl?" dedim titreyen sesimle. "Neden?" Ona dönmek bile istemiyordum.. "Vicdanın el verecek mi?"
Aniydi.
Biraz öne gidip belindeki silahı çıkartışı ve hemen ardından elime tutturuşu çok aniydi. Arabanın sonu zorlayan hızını bile azaltmamıştı tüm bu süre boyunca. "Kafama tut." dedi bana bakmadan. "Hedefini al."
"Ne?" Şaşkınlığıma güldü ama dönmedi. "Saçmalama."
"Korkma küçüğüm." dedi. "Bana güvenmiyor musun?"
Güveniyor muydum? Bir katile; beni, işleyeceği cinayete götüren bi katile, daha kötüsü ise sonunda canımı alacak su yeşili saçlı bir adama, güveniyor muydum?
Sanırım hayatımın en berbat tercihiydi ama evet işte. Güveniyordum. Ben; Park aptal Jimin, Min Yoongi'ye güveniyordum. O yüzden silahı doğrulttum.
"Şimdi ne yapmamı istiyorsun?" dedim onun yan profilini izlerken.
"Tetiği çek." dedi. Sesinin netliği içimi ürpertti o anda. Havanın karardığını hissediyordum. Gündüz vakti, tepedeki güneşin aydınlığında; havanın karardığını hissediyor ve ürperiyordum. "Hadi." diye ısarar etti. "Sadece tetiğe basacaksın Park Jimin." Muhtemelen içi boş bir silahtı.Bu sahneler klasik filmlerden tanıdıktı ama cinayet işlemeye giden birinin silahı neden boş olacaktı ki? "Sadece, seni hayatından men ettiğimi düşün. Her gece, bir katilin saçlarını okşadığını hatırla ve kurtul benden." Yapamadım. Aklımı karıştıran bir sürü düşünce birbirine çaprtı ve beynimde saniyelik oluşan deprem, ardında büyük bir enkaz bıraktı.