Serçe parmaklarınıza dikkat edin,derdi haftasonları belediye destekli programa gönüllü gelen ablalardan biri.
"Serçe parmaklarınıza dikkat edin çünkü minicikler,hemen kırılıverirler."
Baş parmağım da kırılabilir diye düşünürdüm. Hem de bir türlü yenilenmeyen,tetanoz bulaştırabilecek kadar paslı salıncaklarda sallanırken bile. Ama ben hiç salıncakta sallanmadım. Paslı olanda bile. Çünkü benim serçe parmağımdan önce baş parmağım kırılmıştı çat diye,sesini ben bile duymamıştım muhtemelen ama çat,küt,pıt,şak demeyi o denli severdim ki.
"Vallahi pıt diye bayılacağım,çık o delikten de biraz seveyim seni."derdim çalıların arasında duran bembeyaz tavşana. Bir insan pıt diye mi bayılırdı hiç bilmezdim,önümde kimse bayılmadı.
Tavşan o delikten hiç çıkmadı,kaburgası kırılmış. Ölmüş aslında,o yüzden hiç çıkmamış kendini sevdirmeye. Kaburga kırılması çok ciddi bir şeymiş,çok çok ciddi. Serçe parmak ve hatta baş parmak kırılmasından bile daha çok acı verirmiş.
Öylece yatıyorum yine yüzükoyun,tavanı izlemek istemiyorum çünkü göreceğim şekillerden korkuyorum. Jongin kahvaltıdan sonra biraz daha uyuyup okula gitti,o gittiğinden beri bu haldeyim,benim izin günüm. Tüm gün yatmayı düşünmüyorum tabi,aslında en sevdiğim aktivite ama Jongdae hep kızıyor öylece hiçbir şey yapmadan yattığım zamanlar.
Gideli bir gün oldu ama onu şimdiden deliler gibi özlüyorum. Tavana baksam belki de tanıştığımız günü izleyeceğim tekrar tekrar,sonra da ağlamaya başlayacağım.
"Hadi Sehun,hadi."diyorum. Yapılacak tonla işim var çünkü.
Ulaşım için toplu taşımayı kullanıyoruz çünkü ne arabamız ne de arabaya benzin alacak paramız var. Metrodaki herkes mutsuz,ben de öyleyim.
Tüm mutsuz insanlar birbirimize bakıyoruz sabahın erken bir saatinde. Hiçbirimiz birbirimize selam vermiyoruz çünkü tanımadığımız insanlarla konuşmamamız gerekir. İnsanlar bunu küçük yaşlarda öğreniyor,kural gibi bir şey. Ben biraz geç öğrendim.
Yol boyunca parmaklarımdaki yüzüklerle oynuyorum,bir kız çocuğu pembe olana bakıp gülümsüyor. Onlarca insanın arasında beni ve parmaklarımdaki yüzükleri fark eden tek kişi,o kadar da görünmez biri değilim,diyorum kendi kendime. Çünkü dün Jongin de beni gördü.
Kız hipnoz olmuş gibi bakmaya devam ediyor,dayanamıyorum. Serçe parmağımdaki yüzüğü çıkarıp uzatıyorum. Annesine bakıyor tereddütle,sanırım onun da yabancılarla konuşma yasağı var. Keşke benim de olsaydı.
Sorun yok dercesine kafamı sallıyorum,usulca parmak uçlarımda tuttuğum yüzüğü alıp benim yaptığım gibi serçe parmağına takıyor ama kocaman bir bilezik gibi oluyor ona. Sonra tek tek tüm parmaklarında deniyor,hepsine büyük geliyor.
Minik minik sızlanırken ve ben onu izlerken annesi aramızdaki sözsüz arkadaşlığı fark ediyor.Yorgun argın bir kadın yüzü görüyorum,oysa kızı ne kadar neşeli. Benimle konuştuğu için kızıyor,yüzüğü kızın elinden alıp yere savuruveriyor. Yuvarlana yuvarlana onlarca ayağın yanından geçip gidiyor,annesi kızın elinden sürükleyerek açılan kapılardan geçiyor.
Şimdi kızla aramızda bir cam var,yüzük ise metronun diğer ucundan bana üzgünce bakıyor.
Üçüncü sınıfı bitirdiğimiz yaz bir ay klinik stajı yapmak zorundayız. Oysa ben dönem içinde okulun hastanesinde,yazları ve hafta sonları ise Jongdae'nin amcasının kliniğinde çalışıyorum. Hem de birinci sınıftan beri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
binanın tepesi | sekai
Fanficbiz buraya binanın tepesinden pıt diye gökyüzüne atlamaya geldik