Jongin'le hiç mutlu olamayacağımızı zaten biliyordum, keşke Jongin de bilseydi bunu ve birlikte geçirdiğimiz tüm o zamanlar için bu kadar çabalamasaydı. Başka birini bulsaydı kendine ne bileyim, benimle olayını rafa kaldırsaydı, sırf bir merak uğruna evime taşınmasaydı, benimle konuşmasaydı, bana sarılmasaydı, o gün vişne çekirdeklerini tek tek ayıklamasaydı ve benim için masallar okumasaydı.
Jongin fena halde karnımı ağrıtıyordu. Ben de onun karnını ağrıtıyordum çünkü bu işler böyle yürürdü, sorun da buydu zaten, böyle yürüyen işlerin tam ortasında olmamız.
Jongin'in karlar arasında bıraktığı kedi evinde hiç kimse yaşamıyor. Evin önüne su ve mama konuluyor, içerideki minderler ıslanınca değiştiriliyor göz ucuyla görüyorum ama Jongin'in karlar arasında bıraktığı kedi evinde hiç kimse yaşamıyor.
Zamanla karlar da erimeye başlıyor zaten, sonra biraz çiçek açar gibi oluyor. Ağaçlardan pek anlamıyorum ve çiçekli bitkilerden de ama renkleri ve kokuları hoşuma gidiyor.
Jongin'in içindeki vişne ağaçları da pembe pembe oluyor gün geçtikçe. Ben uzaktan görüyorum ama onu. Tüm kampüs boyunca yürüyerek gitmeye başlıyorum artık sadece Jongdae ile paylaştığım evime. Vizeleri iyi geçmiş, bir dönem daha uzatmamak için canla başla çalışıyormuş, öyle diyor Kyungsoo. Minseok hyung'un evinde kalmış bir süre ama ben Kaptan Jack'i özlediğim için ağladığım gecenin sabahında okul yurduna yerleşmiş. Jongdae'nin kulağını çekiyorum sonrasında ama ağzımdan kaçırıverdim Junmyeon'un yanında, diyor. Suho hyunga da Junmyeon demeye başlamış. Suho hyunga çok az kişi Junmyeon der oysa ki.
Jongin'in aksine ben derslerime çalışamıyorum. Hastaneye daha az gidiyorum, artık Jongdae'nin amcasının kliniğine de uğramıyorum. Finallerde berbat ettiğim her şeyi toparlamam lazım yoksa kendime gelebileceğime de inanmıyorum.
Kyungsoo'dan duyduğum, Jongdae'den duyduğum, hatta bazen Chanyeol'dan bile duyduğum laflar yetmiyor artık bana çünkü Jongin'i görmek istiyorum yaşanan şey her ne olursa olsun. Jongin'i görmek istiyorum çünkü o son gece verdiği öpücük dudaklarımda asılı kalmış, ne kadar yıkarsam yıkayayım geçmiyor ve bunun bana altında ağlamaktan uyuyakalacağım bir vişne ağacı aratmasından korkuyorum.
Kampüste vişne ağacı yok zaten, olsa da tanır mıyım bilmiyorum ama gördüğüm an tanıdığım tek vişne ağacı Jongin'in içindeki, gözyaşlarımla çekirdeklerini suladığım. Bildim çünkü o olduğunu, pembe pembe çiçeklerini gördüm kütüphanedeki rafların arasından bana doğru uzanıyordu hepsi. Dokunamadım ama çünkü korktum, tenime değerse beni de yakmasından korktum.
Kitapların arasından gözlerimi kırpıştırdım, orada olduğunu biliyordum. Hep orada olmazdı ama biliyordum işte bu sefer oradaydı. Saçları uzamıştı Jongin'in. Bitlenmiştik ya hani, o kadar uzun bir zaman olmuş gibi geliyordu ki. Birbirimizi seveli sahiden de o kadar uzun bir zaman mı olmuştu?
Ben de avuçlarımı ağzıma kapatarak ağladım öylece etrafım kitaplarla çevriliyken. Zamanında Jongin'in öptüğü parmak uçlarım yanaklarıma değdi ve öylece ağladım. O günün akşamında da penceremin önünde çilek fideleri ve açmamış bir sümbül buldum.
Yetmedi, hiç iyi gelmedi onu görmek ama yetmedi de. Ben de yürümeye başladım işte. Jongdae'ye söz etmedim onu gördüğümden, aramızın neden bozulduğundan da söz etmedim. Daha fazlasını bilmek isterdi ama benim daha fazlasını anlatmaya gücüm yetmezdi. Ben de Jongin'in omuzlarından havaya yükselen pembe pembe çiçek tomurcuklarını görmek için kampüs boyunca yürüdüm her gün.
Bulduğum tüm kedileri kucaklayıp Jongin'in kedi evine götürdüm ama hiçbiri beğenmedi. Bazı kediler evlerini öyle kolayca benimsemez çünkü. Orada yemek verseniz dahi sonra geri döneceklerdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
binanın tepesi | sekai
Fiksi Penggemarbiz buraya binanın tepesinden pıt diye gökyüzüne atlamaya geldik