Kalbin kalbime değiyor, diye fısıldıyorum ay kaybolup, yıldızlar kaybolup, baykuşlar kaybolup da güneş alaca alaca kendini göstermeye başlayana kadar. Kalbin kalbime değiyor, kalbin kalbime değerken kedi tırmıkları bile beni ağlatmaz.
Evrendeki her annenin ve bebeğinin kalpleri birbirine değermiş, zürafaların ve hatta balinaların bile kalpleri birbirine değermiş. Benim böyle bir şansım olmadı lakin Jongin'in teninden tenime uçan güz kuşlarının kanat çırpışları tüm gece bunu kendi kendime tekrarlamama neden oluyor.
Jongin yanımdayken çoğu zaman nefesimi tutuyorum olur da onu rahatsız ederim diye, yokmuşum gibi davranıyorum. Sonra bana dokunuyor, kirpiklerime kadar seviyor beni ve sanki benliğimi bana kanıtlamaya çalışıyor gibi davranıyor. Buradasın işte, diyor. Sen de buradasın, varlığın benim için o kadar değerli ki seni göz ardı etmem imkansız çünkü sen de buradasın işte. Jongin beni görüyor, kuşları da görüyor biliyorum ama seslerini duyuyor mu emin değilim. Çünkü kuşları gören herkes seslerini duymaz, kural gibi bir şey bu. Kuş seslerini duyarsan eğer vaktinde kimse seninkileri duymamış demek oluyor bu bana göre.
"Böğürtlenim, araba alalım kendimize."
"Paramız mı var?" Metrodaki kalabalıktan gözlerimi çekip ona bakıyorum, Jongin hemen yanımda duruyor, bir eli bel oyuğumu okşuyor, enseme ve saçlarıma üflüyor ve arada bir karıncayı öpen güvercinden bahsediyor kulağıma fısır fısır.
"Mezun oluyorum ya bu sene." diyor gururlu gururlu. "Biriktirmeye başlarım. Sen de amcamın kliniğinden kazandıklarını koyarsın ortaya."
"Olmaz öyle şey. Hemen iş bulacağın belli değil hem de kiramızı anca ödüyoruz." Söylediklerim hoşuna gitmemiş olsa gerek bakışlarını Jongin'e çeviriyor.
"Niye rahat bırakmıyorsun böğürtlenimi?" diye soruyor. "Dün gece sevişmiş gibi davranıyorsunuz, biraz ayrılın ruhum daraldı."
Jongin kulağımın dibinde kıkırdıyor, ayrılmak ne kelime beni daha da kendine çekiyor, zar zor ayakta duruyorum çünkü metro tıklım tıklım dolu ve Jongin belimden tutmuş beni kendine yapıştırıyor.
Jongdae gözlerini kısarak bana bakıyor. Yüz ifademi sabit tutmaya çalışıyorum çünkü toplu alanlarda beni rezil etmesini istemiyorum ki yüz ifademi sabit tutamamış olsam gerek kullanabileceği en yükses ses seviyesine kendini ayarlayarak bağırıyor, siz sevişmişsiniz diye.
"Nasıl söylemezsin böyle bir şeyi bana, meraktan delirdim şu an ama nasıl söylemezsin böyle bir şeyi bana?"
"Gece beni yatakta bırakıp senin yanına mı gelmeliydi yani?" Dönebildiğim kadar dönüp omzuna bir yumruk atıyorum. Jongin'in bu denli açık sözlü ve edepsiz biri olması keçileri kaçırtacak bana bir gün.
Jongdae bana bakarken gözlerini çevire çevire gülüyor, bağırdığından beridir herkes bizi izliyor zaten, yaka paça atılacağız bir sonraki durakta böyle devam ederse.
Fısıldadığını sanıyor ama aslında önündeki çocuk arkasına dönüp bizi izliyor. "Anlatacaksın gece neler olduğunu." diyor. İneceğimiz durağa gelene kadar bir daha yüzümü ona dönmüyorum, Jongin'in dudaklarıyla bakışarak devam ediyorum yolculuğuma. Bazen burnumun ucuna bir öpücük konduruyor gizlice, ben de başımı omzuna saklıyorum utandığım için çünkü dün gece düşüyor aklıma.
Jongin'le parmaklarımız birbirine değerken Minseok hyung'un evine giriyoruz. Kitabevi kadar güzel ve yine ahşap bir kapısı var. Minseok hyung neden denizkabuğundan süsler asıyor kapılarına bilmiyorum. Onları görünce Chanyeol'un ağladığını bilmiyor mu yoksa Chanyeol onun yanında hiç ağlamıyor mu, bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
binanın tepesi | sekai
Fanficbiz buraya binanın tepesinden pıt diye gökyüzüne atlamaya geldik