-Dolunay kendini gece mavisinde çoktan göstermişti. Yola çıkma zamanıda artık gelmişti.
Göçebe kurtlar, betaların yardımıyla kardeş kasabamıza ihtiyaç yardımı için götüreceğimiz erzak çuvallarını geniş römorka yüklemişlerdi.
"Hey, ufaklık." Çuval saymayı bırakarak, at arabasının yanından bana doğru seslenen uzun boylu, iri bir vücuda sahip olan adama doğru baktım.
Alnındaki terini elinin tersiyle sildikten sonra tebessüm ederek "Haydi bin bakalım, gitme vakti geldi." demişti. Bende ona karşı tebessüm etmiş ve oturduğum yerden ayaklanmıştım.
"TAEHYUNG! Bekle." Jimin hyung koşa koşa yanıma gelmiş ve nefes nefese kalan haliyle âdeta üzerime atlamıştı.
"Noluyor hyung, görende kocaya kaçıyorum zannedecek." Hafif kıkırdayıp geri çekildikten sonra yavaşça omzuma vurmuştu.
"Aptal neden kimseye haber vermeden gidiyorsun?" Kime haber verebilirdim ki? Endora ve senden başka beni kim önemsiyor.
Başımı eğip parmaklarımı oynarken Jimin hyung'un duyacağı şekilde "Özür dilerim." diye mırıldanmıştım. "Buraya gel bebeğim." deyip tekrardan sımsıkı sarmıştı bedenimi "Hyung'un seni çok özleyecek." Yanağıma kondurduğu küçük öpücükten sonra gülümsemiştim.
Jimin hyungla vedalaştıktan sonra benim için hazırlanan ahşap arabaya binmiştim. Aslında
o da benimle gelmek istiyordu.Hana'nın birleşme törenine katılmak istemediğini söylediğinde bunu yapmaması için onu zor ikna etmiştim. Çünkü benim orada olup olmamam önemsenmiyor olabilirdi. Fakat Jimin hyung ve Hana arasında kan bağı vardı.
Yol boyunca derin düşüncelere dalaraken uyuya kalmıştım. Bir süre sonra arabanın teklemesiyle araladığım gözlerimle olup biteni idrak etmeye çalışıyordum.
Yumruk yaptığım ellerimle gözlerimi ovarken arabadan aşağıya inmiştim. Uyku sersemliği nedeniyle dudaklarımın arasından birkaç mırıltı dökülüyordu.
Nihayet kendime gelebildiğimde etrafa şöyle
bir göz atmıştım. Her yer çoktan zifiri karanlığa hapsolmuştu ve etrafta kimsecikler gözükmüyordu. Tahminen iki köyü birbirine bağlayan bu ıssız ormanda, tek başıma bırakılmıştım.Korkuyordum. Korkudan akan göz yaşlarıma engel olamıyordum. Ellerimi bedenime sarıp temkinli adımlarla ilerliyor ve en ufak seste etrafımı kolaçan ediyordum.
"K-kimse var mı?" Ses yoktu. Biliyor musunuz sanırım ablam sonuna kadar haklıydı. Çünkü ben onunda dediği gibi gerçekten de aptalın önde gideniydim.
Her gülen yüze, her tatlı iki çift lafa kanacak kadar aptal.
Bir süre öylece hem ağlayıp hemde öksürerek ilerledikten sonra bacaklarımın arasından geçen tüylü şeyle yerimde sıçramıştım.
"Hey! Ödümü kopardın tavşancık." O anki korkuyla elim kalbime gitmişti "Sendemi kayboldun?" diye sormuştum.
Hareketlendiğini fark edince küçük bir çocuk gibi peşine takılmıştım. "Bekle beni tavşancık lütfen beraber gidelim."
"Gidemezsin."
Kurtlar üşürmüydü? Çünkü ben bedenimin buz kesildiğini hissediyor ve deli gibi üşüyordum. Bu hiç normal değildi, öyleki biz kurtlar ölsek bile bedenimizin sıcaklığı hep sabit kalır.
"Demek benden kaçıyordun." Herşeyden habersiz şirin tavşanı ensesinden tutarak acımadan yan tarafındaki ağaca doğru fırlatmıştı. "Öyle mi? Taehyung." Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamamıştım. Pislik herif hayvanın ne suçu vardı.
"J-Jungkook !" Yutkunarak iki adım geriledim. Kocaman olan gözlerimi kırmızının en koyu tonu olan irislerinden bir saniye bile ayıramıyordum.
Üzerindeki deri ceketi çıkarttıktan sonra tıpkı benim gibi gözlerini gözlerimden ayırmayıp bana doğru ilerlemeye başladı. Nefesim hızlanmıştı ve kalbime hiç iyi şeyler olmuyordu.
Kesin ölecektim, öldürecekti bu beni.
"Burada ne işin var." yaklaştıkça geriye adım atıyordum "A-ablam.. Töre-" vücudumda ve alnımda hissettiğim sıcaklıkla beni susturmuştu.
"Demek ki, o götten bacak seni mühürleyecek öyle mi?" Dudaklarını alnımdan çekmeden konuşuyordu "Söylesene Taehyung, sence ben buna izin verir miyim?"
Titreyen ellerimi kaslı göğüsüne koymuştum. "N-Neden buradasın? Lütfen git Jungkook. Senin burada değil ablamın yanında olman gerekiyor. Çok üzülmüştür o şimdi, ne olur git."
Dudaklarını alnımdan şakaklarıma oradan boynuma doğru sürtüyordu ki -şah damarıma geldiğinde ufacık bir öpücük kondurmuştu."Hissediyor musun?" diye sormuştu. Gülümsediğini tenimim üzerinde kıvrılan dudaklarından anlamıştım.
"Yapacağım şey için üzgün değilim.."
Salgıladığı feromenlerden ne yapacağını anladığımda kapalı gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Göğüsünde duran ellerimle gövdesini var gücümle iteklemeye çalışıyordum. "JUNGKOOK!"
"Şenlik gecesi sana ne söylediğimi hatırla güzelim."
"Hatırlamak istemiyorum, lütfen bırak beni Jungkook!" Ardı ardına tenine çarpan ellerimi bileklerimden sımsıkı kavramıştı.
"Başkasına yar etmem seni, benim minik eşim." Ve olan olmuştu.
Ruhuma ve bedenime Batının en güçlü sürüsünün varisi, Jeon Jungkook tarafından zorla el konulmuştu.
~~~~
Y/N: Feel the rhythm of my heart.Jeon, HaNa'yla değil Taehyung'la mühürlenmiştir:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alpha is Back| TaeKook
Fanfiction"Cinsiyetsiz bir kurt Alfa Jeon'a karşımı geliyormuş." [J.J]