Bölüm 3

46 9 4
                                    

 Babasının "Gidiyoruz!" demesine Alya da dahil herkes şaşırmıştı. Çünkü Deniz'in ailesi de Alya'nın ailesi de neredeyse yirmi yıldır burada yaşıyorlardı. Babasının gidiyoruz demesine annesi daha çok şaşırmıştı. Çünkü buraya alışmıştı ve hiç cadıların arasında yaşamamıştı. O daha doğmadan girişleri yasaklanmıştı.Köken cadılar; Melezlerin, türlerini tehlikeye atacağını düşünüyorlardı. Bu yüzden onları sürgün eder gibi buraya göndermişlerdi.

 Burada yaşadıkları ilk zamanlardan beri  Atahanlar ile Yavuzlar çok iyi anlaşan iki aileydi ve sıradan insanların yaşadığı bu yerde yaşama sebepleri de aynıydı: Bir melezle evlenmek.  Yasak kalktığında eşleri ile birlikte tekrar yaşadıkları yere dönmek istemişlerdi ama yine ellerini kollarını bağlayan biricik çocuklarının düzenini bozmak istememeleri olmuştu. Ama artık vakti gelmişti. Hepsi aynı fikirdeydi ama Alya'nın annesinin endişeleri vardı. Annesi eşine kaş göz yaptı ve dışarı çıkıp konuşmaya başladılar.

"Alya'yı oraya götürmemeliyiz. O bizim kızımız ve bir Kızıl! Bunu öğrenirlerse işler daha da kötüye gider. Zaten savaş kapıda demiyor muydun sen?"

"Evet öyle. Ama hepimizin ait olduğu bir yer var, Bahar. Oraya gideceğiz ve ne gerekirse onu yapacağız. Madem onlar bilmem kaç yüzyıllık meseleyi savaş sebebi olarak görüyorlar biz de ona göre davranırız." dedi babası Selim. Çok kararlı görünüyordu.  

  Onlar konuşurlarken Deniz anne ve babası ile telefonda konuşup Alyaların evine gelmelerini istiyordu. Yaklaşık beş dakika içerisinde Yavuz Ailesi toparlanıp gelmişlerdi. Eşyalarıyla beraber hem de.  Annesi de elinde valizler ile aşağıya iniyordu. 

"Hazırsanız gidebiliriz." dedi babası Selim.

"Vay be dostum, geri dönüyoruz demek ha! Uzun zaman oldu." Deniz'in babası Kerim ve Alya'nın babası  Selim çok yakınlardı. Geri dönmek ikisini de heyecanlandırıyordu. 

Herkes evden çıkıp kendi arabasına bindi. Birkaç dakika süren yolculuktan sonra gidecekleri yere vardılar. Alya geldikleri yere bakınca şaşkınlığını gizleyemedi.

"Nasıl yani? Baba,burası senin iş yerin. Neden buraya geldik ki biz? "

"Bence soru sormayı bırakıp bizi takip edebilirsin." 

Alya babasının dediğini aynen yaptı. Binaya ana girişten değil de daha farklı bir kapıdan girdiler. Ama bu bir kapı değildi. Resmen sihirli bir geçitti! Babası kapıdan geçtikten sonra adeta onları bekleyen görevliye bir kart gösterdi ve yürümeye başladılar. 

"Burası harika bir yer! Her taraf ışıl ışıl." Alya büyülenmiş gibi etrafa bakıyordu. 

"Beğenmene sevindim. Çünkü artık burada yaşayacağız." 

" Pek bir fark olacağını sanmıyorum. Şu havada uçan nesneler ve etraftaki cadılar dışında tabii. Peki güzel bir soru daha, evimiz nerede?" babasına meraklı gözlerle bir bakış attı.

"Şu karşıdaki evleri görüyor musun? Hani bahçelerinde mavi çiçekler olan evler. İşte orada bizim evlerimiz. Yani sadece Mavilerin evleri orada."

"Peki ya Kızıllar nerede yaşıyorlar?

"Bunu şimdilik bilmesen daha iyi sanırım. Belki sonra gösteririm. Ama şimdi evimize gidelim değil mi? Hem annen de ilk defa görecek."

"Sen her gün çalışmaya diye buraya geliyordun değil mi"

"Evet, neden sordun?"

"Çünkü uzun zaman sonra ilk defa geleceğinizi söylediniz."

"O farklı bir durum, kızım. Buraya giriş yaptığımız binanın bir diğer kapısı şu ileride gördüğün yüksek ve biraz da şatafatlı olan binaya giriş çıkışı sağlıyor. Yani evet, buraya her gün geliyorduk ama sadece bir binanın içindeydik. Ama şimdi daha fazla soru sorma da işlerimizi halledelim." bunu dedikten sonra yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirdi.

 Sonunda evlerine ulaştılar. Ev, dışarıdan çok hoş görünüyordu. Açık mavi tonlarında birçok çiçek olan bir bahçesi ve duvarlarında sarmaşıklar olan müstakil bir evdi. İçinde ise yukarıya uzanan ahşap bir merdiven, geniş bir balkona açılan mutfak ve oturma grubu vardı. Alya eve bayılmıştı. Eski evlerinden kat ve kat daha güzeldi. Hemen üst kata çıkıp kendi odasını buldu. Harika dizayn edilmiş bir çatı katıydı. Küçük pencerenin olduğu yere yatağı koyulmuştu. Kocaman bir kitaplık vardı. Odasını da çok sevmişti. Ama bütün gün yaşadıkları onu epey yormuştu. Yatağına uzandı ve derin bir uykuya daldı.

 Ertesi sabah annesi yine o güzel kahvaltı sofrasını hazırlıyordu ve babasını da klasik bir şekilde gazetesini okuyordu. Alya merdivenlerden hoplaya zıplaya indi ve mutfağa geçti.

"Günaydın!" 

"Sana da günaydın tatlım. Nasılsın bakalım?" annesi omletleri hazırlıyordu.

"Bilmem. Biraz heyecanlıyım sanırım. Yeni yer, yeni arkadaşlar ve tabi bana büyü yapmayı öğretecek herhangi birisi. Bunlar heyecanlanmam için yeterli. O ışıklara büyü mü diyordunuz?"

"Sanırım, evet olabilir." dedi annesi ve gülümsedi.

Kahvaltılarını yaptılar. Babası çok fazla konuşmamıştı ama sonunda sessizliğini bozdu.

"Pekala, kim şu büyülü ışıkların nasıl kontrol edildiğini öğrenmek ister?" Bunu duyar duymaz Alya'nın gözleri parladı.

"Bu da soru mu şimdi baba? Ne zaman öğreteceksin peki?

"Hemen, şimdi. Hazırlansan iyi olur." dedi. Alya da koşarak odasına çıktı ve birkaç dakika içerisinde kıyafetlerini değiştirip aşağı indi. Yürüyerek büyük bir gölün kenarına geldiler.  Babası tam anlatmaya başlayacaktı ki araya girdi.

"Neden gölün kenarına geldik ki? Neyse sen anlat."   

"Büyüyü yapabilmen için odaklanman yeterli. Parmak uçlarında ufak bir kızıllık gördüğünde işe yarıyor demektir. Tabi ilerleyen zamanlarda bu şekilde olmayacak. Direkt olarak istediğin büyüyü yapabileceksin." babası anlatmayı kesti ve parmaklarının ucunda mavi bir top oluşturdu. Adeta parmaklarında gezdirerek oyun oynuyordu.

"Bu çok güzel. Sanki büyülü bir su topu gibi."

"Hmm.. Aslında daha çok şey gibi... Harry Potter! Tabi bizim havalı büyü isimlerimiz ya da süslü püslü asalarımız yok. Ya da onlarınki gibi şato şeklinde bir okulumuz da yok. Ama yine de onlar da büyücü." Babasının bu benzetmesi hoşuna gitmişti.

"Şimdi senden odaklanmanı ve ufak da olsa ışıklar çıkarmanı istiyorum. Artık adına ne diyorsan işte." Alya komutu alınca odaklanmaya başladı. Çok zorlanmadan ışıklar tüm elini kapladı. Daha sonra elleriyle havada yuvarlak çizdi ve önlerinde kocaman kalkan gibi kızıl renkte bir ışık dalgası oluştu. Babası ağzı bir karış açık kızının yaptığına bakıyordu. Alya, ellerini geri çekince kalkan kayboldu. Şaşkın şaşkın ellerine baktı. Bu kadar heyecan başını döndürmüştü. Babası bir şeyler söylemeye başlayınca kendine gelebildi.

"Sen! Sen benim tahmin ettiğimden daha güçlüsün kızım. Senden ufak ışıklar yapmaya çalışmanı istedim ve sen çok az cadıda bulunan kalkan büyüsünü yaptın. Sen özelsin." babası hala şaşkındı. Bunun sebebini tahmin ediyordu ama şimdilik saklamanın daha doğru olacağını düşündü. 

"Gerçekten mi? Sevinmeliyim buna sanırım." Alya'nın heyecanı yüzünden okunuyordu.   

Her şey yolunda gibi gözüküyordu. Ufak bir  ayrıntı dışında. Babasının fark etmesi uzun sürmemişti ama.Babasıyla birlikte gölün kenarında gezinirlerken orada bütün olanları izleyen birisi vardı.Siyah pelerinli karanlık bir tipti. Çalıların arasında gizlice olan biten her şeyi görmüştü. Gizemli kişi ayağa kalkıp arkasını döndü ve uzaklaştı. Babası bu siyah pelerinli adamı fark etmişti ama. 

"Baba, bir sorun mu var? Sıkıldıysan gidebiliriz." babası kafasını çevirmeden bir şeyler söyledi. çoğunu duyamadı ama çok net duyduğu tek bir şey vardı.

"Savaş geliyor, savaş başlıyor."

Maviler ve KızıllarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin