Derin Bir Boşluk

66 2 0
                                    

Derin Bir Boşluk

Sabah uyandığımda ilk işim elime telefonu almak oluyor. Bu yaz arkadaşlarımla geçiyor. Sürekli bir yerlerde takılırız. Neredeyse her günümüz dolu geçer. En fazla 3 günde 1 gün olmuştur birbirimizle takılmayalı. 

 Telefon ekranında Rüya' dan mesaj vardı. "Bugün Starbuck' s' ta toplanıyoruz. Saat 12' de orada ol. Deniz kenarındaki hani ;)" diye bir mesajdı. Demekki bugün denizde takılıyoruz. Saat şu anda 10:48 olduğu için sorun yok.

 Normalde kahvaltı etmem gerekirdi biliyorum ama hiç iştahım yoktu. Buna rağmen bir sandviç yemeden evden ayrılamazdım. Buna müsaade etmiyordu babam. Gerçi şimdi şirkettedir. Tek bildiğim bir şeyler atıştırmadan bir yere gitmemem gerektiğiydi.

   Odamdaki küçük banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Yüzüme bakınca gözaltımda mor hatta siyah denebilecek kadar kötü halkalar vardı. Benimde tek derdim buydu zaten! Fondöten sürmeliyim. Ah! Bugün denize gideceğiz. Ne saçmalıyorum ben ya? 

 Aşağı, mutfağa indim. Şu anda mısır gevreği yiyebileceğime kanaat getirdikten sonra işe koyuldum. Bir kase alıp mısır gevreği doldurdum. Sütümü içine döküp, yemeye başladım. Sanırım babam evde yoktu. Nil mutlaka evde yani burada olmalıydı. Bu saate burada olurdu. Tabi spor yaparken bir yerlerde takılmadıysa. Kasemin sonuna geldiğimde, kaseyi bulaşık makinesine attım.

   Hemen yukarı çıkıp turkuaz bikinimi aldım. Üstüne bir beyaz, ince bir elbise geçirdim. Dizlerimin hizasında bir eteği vardı ve çok salaştı. Salaş ve rahat şeyler giymeyi çok seviyorum. Kapının sesini duydum. Büyük ihtimalle Nil gelmişti. Mavi ve deniz kabuklu çantama bir plaj havlusu attım. Neredeyse hazırdım. Güneş kremimi ve güneş gözlüklerimi de aldıktan sonra hazırdım. Aşağı indiğimde Nil oturuyordu.

  "Ben gidiyorum Nil. Beni beklemeyin. Saat kaçta gelirim bilmem. Denize gidiyoruz. Haber verirsin babama." dedim.

  Nil " Nereye küçük hanım? Öyle her istediğinde çıkıp gidemezsin. Sanki hizmetçin varmış gibi. Evde otur. Benim sinirimi bozma. Sen çok şımarmaya başladın. Neredeyse tepemize çıkacaksın ses çıkarmazsak! Hem kimden izin almış da gidiyorsun? Ha? Söylesene! Nerelere gidiyorsun bizden habersiz?" dedi.

  Bu kadın yine bir şeylere sinirlenip eve gelmişti. Her zaman ki gibi sinirini benden çıkarmaya hazırlanıyordu ama bu sefer her zaman olduğu gibi susmayacaktım. Susmaya devam edersen tepene çıkan tiplerdendi bu kişiler. Artık karşılık vermem gerekiyordu yoksa daha fazlasına tahammül edemezdim. Şimdi tam vaktiydi. Evet düello başlıyor.

 "Sana ne!" dedim.  

  Bir de bana hesap soruyordu. BANAHESAPSORUYORDU! Lanet, yılan kadın... Bu sefer ne engel atacak ortaya.

"Bana ne mi? Burada pisliğini ben temizliyorum. Yetmemiş gibi her gün dışarıdasın. Nereye?" dedi. 

   Sinirlenmeye başlamıştım çünkü içimde alev yanıyordu. Hiç bir zaman sönmeyecek gibi bir ateş... Zaten daha önceden de olan bir ateş.  Kimsenin bilmediği, içimde barınan, en olmadık zamanda ziyarete gelen şu davetsiz misafirim... 

" Sana ne ha sana ne! Sen benim neyim oluyorsun da hesap soruyorsun? Amacın ne? Ben sana sordum mu ki babamdan ne istiyorsun diye? Neden evlendin babamla diye sordum mu? Sen kimsin ki? Sen kim oluyorsun? Sen nesin? Fırsatçı mı yoksa kindar mı? Yoksa kiralık katil mi? Söylesene! Bugüne kadar sesini çıkarmadın. Zaten çıkaramazdın. Hakkın yoktu. Babamla evlenmeye bile yoktu. Senin benimle alakan yok. Annem değilisin. Akrabam bile değilsin bana karışamazsın!"

  Sonlara doğru yükselen sesim yüzünden boğazım yanmıştı. Ama önemli olan o değildi. İçimdeki alevlerdi. Kendimi hafiflemiş hissediyordum. Üzerimde bana batarmışcasına ağır gelen yükler hafiflemişti. İçimdeki alevler ise... Bilmiyorum onları. Sadece asla sönmeyecekler. Lanet! İçimdeki kendini ifade edememezlik bana batıyordu ama bu her zaman böyleydi. Her zaman kendimi, yeterince, ifade edemezdim. Evet ben böyleydim. Böyle de kabul etmeliydim. Mecburen...

  "Hey hey orada dur bakalım küçük hanım."

   Küçümsüyücü bakışları yine üstümdeydi. İnsan bir şeyden tiksinirdi ya, o tiksindiği şeye bakarken kendini motive etmeye çalışırdı ' O benden küçük ve ya benden akılsız bana bir şey yapamaz' misali... O bakışlar vardı. Elimde olsa onu şurada, saçlarını yolup, eline verip, 41 yerinden bıçaklayıp, parçacıklara ayırıp, bir torbaya koyup, uçuruma atmak isterdim. İşte dediğim gibi elimde değil ki... 

   " Bir kere ben senin annen oluyorum. Yasal yükümlülüğün bende. Bana da hesap vermek zorundasın. Babanla neden evlendim vb. gibi sorulardan sana ne. Ben sevdiğim adamla neden evlenmeyeyim ki? Ben kim miyim? Ben sevdiği adam uğruna ölebilecek kadar çok seven bir kadınım. O da baban oluyor. Bazen eve dönüyorsun bazen dönmüyorsun. Ortada bunlar var. Nereye gittiğin bilinmiyor. Baban öz annen öldü diye azap çekiyor ve sende bu durumdan faydalanıyorsun. Ayrıca çok şımarık bir kızsın. Kimden izin alıyorsun konusuna gelince baban hiç bir şeyine karşı çıkmıyor diye her istediğini yapamazsın. Burada bende varım bir kere. Ne yaptığın belli değil. Sen belki de sokaklarda sürtüyorsundur? Kim bilir? Annenin sana öğrettiği gibi!"

   Elim havaya kalktı ve benden hiç beklenilmeyecek kuvvete tokat... Kimse benim annem hakkında konuşamazdı. Zaten yaralıydım. Kolum kırıktı ve uçamıyordum. Bu kadın ise daha da kırmıştı. İyice iyice kırmak istiyordu. Amacı buydu. Bundan başka bir şekilde zarar veremezdi de bir kere. Başka türlü olamazdı ki. Boğulan, yuttuğum kelimeler dilimin ucunda diziliyor. Ağzımı açtığım anda boğazımda düğümleniyor. Zorlanış... Zavallıca. Oysaki ben güçlüyüm. Ben ayakta durabilirim.

   "Kimse kimse hiç kimse benim anneme böyle diyemez! Dua et ki daha kötüsünü yapmadım. Sen öyle aşağılık öyle alçak bir kadınsın ki,  o tür kelimelere ancak sen layıksın. Ve vefat etmiş bir kadının arkasından böyle konuşabilecek kadar düşmüşsün. Bu da ancak senden beklenilebilirdi zaten. Ben şu andan itibaren sana acıyorum. Yapabileceklerimden haberin yokken nasıl bir işe bulaştığını göreceksin. Yazık babama, yazık bize. Seninle evlenerek nasıl bir hata yaptığını yavaş yavaş göstereceğim." 

    Yüzüme yapabildiğim kadarıyla ezici bir bakış koydum. Son kez ona acırmış gibi baktıktan sonra kenara fırlattığım çantamı alıp çıktım. Çıkarken kapıyı sökercesine çarparak çıktım. Şansıma küsmüş gibiydim. Bir taksi bile geçmiyordu yoldan. Biraz ilerledikten sonra taksi durağını arayıp gelmiş olduğum yerin adresini verip taksi beklemeye koyuldum. Bugün sıkıntılı başlamıştı. Halbuki iyi bir gün bekliyordum. Neyse her neyse artık önüme bakmalıydım. Hep annemin dediği gibi 'Geçmişte kaldı bir olay kadar daha yaşlıyım artık.'. Saçlarımı karıştırdım. Evet saçlarım açıktı. Beklemekten yorulmuştum. Derin bir sessizlik... Kendi içimde, sessizliğimin içinde boğuluyorum. Kelimelerde benimle birlikte. Seçemiyorum. Bocalıyorum. Boşlukta gibiyim. Derin bir boşlukta sürükleniyorum... Uzun zamandır beklediğim mutluluğun peşindeyim. Yoruldum ama. Mutluluk başını gösteriyor, el sallıyor bana. Sonra kaçıyor, gidiyor, uzaklaşıyor. Kaçan kovalanır. Hele ki bu mutluluksa. Yoruldum. Bu vazgeçeceğim anlamına gelmiyor. Aksine dinlemeden devam edeceğim. Ben güçlüyüm. Bu yük altında ezilmeyeceğim. Kovaladıkça yaklaşma payım artıyor. Mutluluğu nerede görürsem, artık bende oradayım. Pes etmek yok. Ne olursa olsun. Şarkıda ki gibi 

Hayat benim her anımı yaşadıkça sevesim var.

Aldırmam hiç yağmurlara,

Benim güzel hatalarım var.

Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan...

O YAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin