Sıcak suyla doldurduğum küvetin içinde otururken Michael'da karşıma kurulmuş bana bakıyordu.
"Hayaletler duş alıyor mu?"
Başını iki yana salladı. "Hayır, suyu hissetmiyorum bile."
Gülümseyerek yanağına uzandım ve kirli sakallı çenesini okşadım. "Ne zaman yanına geleceğim? Artık burada durmak daha da zorlaşıyor." Derin bir iç çektim. "Aklımı yitirdiğimi düşünüyorlar ve beni o korkunç yerlerden birine kapatabilirler." dedim ve durup sanki banyoda bizden başkası varmış da duyabilirmiş gibi sesimi alçalttım. "Yanına gelemeden beni götürebilirler."
Michael'ın donuk suratı yüzümde gezindi ve fayansın kenarında duran parlak, keskin metale uzandı. "Bunu şimdi yapmak ister misin?" diye sordu. "Hemen şimdi."
Gözlerim kırmızı dudaklarından aşağıya, göğüs hizasında tuttuğu metale kaydı.
"Şimdi mi?"
Başını salladığında buna hazır olmadığımı fark ederek sarsılmıştım. Hayır, hazırdım. Sadece biraz daha erken söylemesi gerekiyordu. En azından annemle vedalaşmak istiyordum.
Sonra gülümsedim. Annemle vedalaşmama gerek yoktu. Eğer onu da yanıma alırsam üçümüz birlikte buradan ve bu dünyadaki insanlar uzakta çok mutlu olabilirdik.
"Annemi de yanımda getirebilir miyim? Onu seviyorum. O... burada sevdiğim tek kişi."
Michael başını salladı ve uzanıp dudaklarımdan öptü. "Yanında kimi istersen getirebilirsin, bebeğim. Çünkü tek istediğim mutlu olman. Mutlu olmamız."
Gülümsemem genişledi.
Annemden başkasına, onu yanımda götürecek kadar değer vermiyordum.
Sadece annemi almam gerekiyordu.
Sonra sonsuza kadar mutlu ve birlikte olacaktık.
Sanırım bazen hayata katlanmak o kadar da zor değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we all go to hell | clifford
Short StorySylvia Monroe'nun şizofrenik ruhu ölüme meyilliydi.