Ölümün beni çağıran tatlı ninnisi zihnimin her bir köşesinde çalmaya devam ederken her şeyin bitmesine çok az kaldığını biliyordum.
Mutfağa doğru ilerlediğim sırada ninni kısa bir an için kesildi ve ya öldükten sonra cehenneme gidersem gibi bir düşünce duraksamama sebep oldu. Orada da acı çekmeye devam etmek istemiyorum.
"Hayır," dedi Michael. Bir adımda yanıma ulaşarak ellerimi tuttu. "Sana yemin ederim ki buradan daha kötü değil."
Haklıydı.
Başımı sallayıp tekrar mutfağa, annemin yanına doğru ilerlediğimde önümde belirip gülümseyerek bedenime sıkıca sarıldı. Bana cesaret vermeye çalıştığını biliyordum ama o, buna ihtiyacım olmadığını bilmiyordu. Çünkü zaten hazırdım.
Yine de gülümseyerek dünyada eşi benzerine rastlamadığım yeşil gözlerine baktım. "Seni seviyorum.
"Seni seviyorum. Ve sana kavuşmak için sabırsızca bekliyorum."
Michael'ın silik renkli hayaleti yanımdan ayrılıp üst kattaki banyoya ilerlerken elimi belimin arkasına uzattım ve annemin kasaptan aldığı domuz etlerini doğramak için kullandığı yeni bilenmiş bıçağın orada olup olmadığını son kez kontrol ettim. Oradaydı.
Derin bir nefes aldım. "Anne,"
Annem, akşam için hazırladığı yemeğin malzemelerini doğrama tahtasında özenle doğrarken bir anlığına başını kaldırıp bana bakarak gülümsedi. "Bebeğim,"
O yemeği yapmasına gerek olmadığını söylemek istedim ama bunun yerine sadece gülümseyerek kalçamı yanındaki tezgaha sarıldım. "Bugün çok iyi hissediyorum. Sanki her şey yoluna girecekmiş gibi."
"Bunu duyduğuma çok sevindim." dedi annem elinin tersiyle yüzüne gelen saçları iterken. Çok, çok uzun süre sonra ona ilk defa iyi hissettiğimi söylediğim için gözlerinde oluşan sevinç parıltılarını görebiliyordum. "Her şeyin ve en önemlisi de senin iyi olman için her gün dua ediyorum."
Büyük büyük babam hayatının bir döneminde kilisede papazlık yapmıştı. Bu yüzden de annem çocukluğunu sürekli kilisedeki ayinlere katılarak geçirdikten sonra Tanrı'sına kuvvetli bağlarla bağlı bir Hristiyan olmuştu.
Az sonra Tanrı'ya kavuşacağını bilse kim bilir ne kadar sevinirdi diye geçirdim içimden.
"Sana sarılabilir miyim?"
"Elbette, bunu sormana bile gerek yok."
Annem, elini mutfak önlüğüne kuruladığı sırada eteğimin lastiğine sıkıştırdığım bıçağı o görmeden elime aldım.
"Seni seviyorum, anne." dedim kollarımı beline sararken.
"Seni seviyorum, kızım." Gülümsediğini hissettiğimde saçlarımdan öperek bana sıkıca sarıldı.
Ve bıçağı sırtına sapladım. Defalarca. Nereyi nişan aldığımı bilmeden; sadece sıcak, taze kanı parmak boğumlarıma dolana kadar sapladım.
Annem son nefesini içine çekti ve ruhunu Azrail'e teslim ettikten sonra kollarımın arasından kayarak mutfak parkesinde biriken kan gölünün içine düştü.
Kırmızıların içinde yatan cansız yüzündeki ifade beni de yanına çağırıyordu.
Annem de gittiğine göre, artık yaşamaya tahammül etmeme gerek yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we all go to hell | clifford
Short StorySylvia Monroe'nun şizofrenik ruhu ölüme meyilliydi.