Çizgili eteğimin kumaşı banyo küvetinin içindeki suda kabarıkça dururken Michael'ın uzattığı jileti zayıf parmaklarımın arasına aldım.
Parlak metalin üzerinden yansımama baktığım sırada "Anneni görebiliyorum." dedi Michael. "O da burada. Ve şimdi güzel ailemizi tamamlamak için tek eksik sensin, sevgilim."
Michael'ın mor saçları, yeşil gözleri ve annemin kıpkırmızı kan birikintisi içinde yatan sarımtırak suratı gözümün önüne geldi ve tüm bu karmaşık renk armonisi gözlerimi kamaştırırken benim de onların arasına karışma vaktim gelmişti.
Uzanıp Michael'ı öptüğümde buz gibi dudaklarıyla bana karşılık vermesi sadece saliseler sürdü.
Bir çizik, sonra bir çizik daha. Korku, dışlanma, aşağılanma ve daha sayamadığım onlarca boktan duygu içinde yaşayıp gittiğim bu aptal yerden kurtulmam için yapmam gereken son iki hamle kalmıştı. Sonra sadece durup ölümün rahatlatıcı soğukluğunun bedenime çökmesini bekleyecektim.
Sağ elime aldığım jileti sol bileğimin üstüne bastırarak kaydırdım. Sonra aynı şeyi sağ bileğim için de tekrarladım ve su dolu küvetin içinde kayıp kendime rahat bir pozisyon bularak gülümsedim.
"Seni bekliyor olacağım." Michael'ın ilahi gibi sesi duyduğum; bir heykel kadar biçimli ve güzel yüzü de gördüğüm son şey olduğunda bundan daha güzel bir son olamazdı diye düşündüm.
Göz kapaklarıma ağırlık çökerken daha fazla direnemeyerek gözlerimi kapattım. Pembeleşen suyun içinde son kez gülümseyip ruhumu teslim ettim.
İşte şimdi her şey daha kolaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we all go to hell | clifford
Short StorySylvia Monroe'nun şizofrenik ruhu ölüme meyilliydi.