1 hafta sonra
Can'dan
"Tamam anne çıkıyorum."
"...."
"Bağırma tamam sadece yarım saat geç kaldım."
"...."
"Biliyorum önemli anne. Ameliyat onaylandı mı?"
"...."
"Oh! Tamam uçuyorum sultanım."
Ayakkabılarımı giyip otelden çıktım. Annemler buraya geleli 3 gün oluyordu ve annem ameliyat işlemlerini geldiği an başlatmıştı. Şimdi ise ameliyatım onaylanmıştı. Yani iyileşme şansım vardı. Otel kapısına gelen ilk taksiye atlayıp hastanenin adını söyledim. 10 bilemedin 15 dakikalık yolculuğun ardından devasa hastanenin önünde durdu taksi. Parayı uzatıp taksiden indim.
"Vay anasını. Olum burda ölmem ben he." deyip kendi kendime kıkırdamaya başladım. Evet bu konuda hâlâ espiri yapabiliyordum. Böyle gevşek bir insandım he bir o kadar da salak. Annemi arayıp beni danışmanın ordan almasını söyledim.
"Can!" diye hastanenin bir ucundan bana bağıran anneme baktım.
"Anam benim garip anam beni burada bırakma." Bana en garip bakışlarını atıp kolumdan sürüklemeye başladı.
"Azıcık sus profesör seni de görmek istiyor."
"Niye kızına mı alıcakmış?"
"Can iki dakika sus ya."
"Tamam anam sustum ben hep susayım zaten ben kimi-" cümlemi annemin bir kapıyı tıklatması böldü. İçeriden 'gel' diye bir ses yükselince annem kaş göz işaretleriyle içeri geçmemi söyledi. Kapının kolunu indirip içeri girdim.
"Geç otur Can." dedi saçlarına aklar düşmüş, yüzü buruşmuş adam.
"Evet benimle ne konuşacaktınız?" dedim. Omuzlarını umursamazca silkeleyip kahve olduğunu düşündüğüm içeceğinden bir yudum aldı.
"Hayır sadece ameliyatına gireceğim kişiyi tanımak istedim." dedi.
"Peki tanıdınız mı?" dedim bütün soğukluğumla.
"Neden bu kadar asisin?"
"Çünkü bu lanet ameliyat için sevdiğim birini ardımda bıraktım. Hiç olmayacak bir şekilde hem de. Bilmiyor bile burada olduğumu. Öğrendiğinde ne kadar üzüleceğini düşünebiliyor musunuz?" dedim bağırarak. Belki bu kadar yükselmemem gerekiyordu fakat sinir krizlerimden biri tam da şu an beni bulmuştu. Ellerim titriyor görüşüm bulanıklaşıyordu.
Hatırladığım son şey inanın bana doğru atılan beyaz önlüklü amcaydı.
Mert'ten
Koskoca 1 hafta.
Tam 1 haftadır Can'dan haber alamıyordum. Mesajlarıma cevap vermiyor, evlerine gittiğimde kapıyı açmıyorlardı. 1 hafta boyunca evlerinin önünde neredeyse kamp kurmuştum. Ağlamaktan gözlerim şişmiş, darmadağın olmuştum. Can olmadan bir hiçtim. İçim bomboş kalmıştı sanki. Onu bir kez uzaktan görsem, kokusu burnuma gelemese ama uzaktan güzel yüzünü görsem o içimdeki boşluk tıka basa dolacaktı. Kalbimde güller açacak karnımdaki ölü kelebekler tekrar can bulacaktı. Fakat şimdi o yoktu. Nereye gitmişti? Neden haber vermemişti? Gözümden telefon ekranına düşen yaşla kendime geldim. Gözümü elimin tersiyle silip kafamı kaldırdım. Kaldırmamla kafama basket topunun gelmesi bir oldu. Burnumdaki acıyla inlerken burnumdan akan kan dudaklarıma kadar ulaşmıştı.
"Ah! Şuna bak top topu çekiyor demek ki." Duyduğum sesle zaten tepemde olan sinirlerim daha da coşmuştu. Oturduğum yerden kalkıp koşarak Halit'in üstüne atladım.
"NE DEDİN OROSPU ÇOCUĞU BIR DAHA SÖYLE!"diye kükredim. Yüzüne kafa atmamla geriye doğru sendeledi. Kendine gelmesine izin vermeden güçlü yumruklarımı yüzüyle buluşturdum. Eklemlerimden yere damlayan kanlarla gülümsedim. Geriye doğru sendelerken Kerim arkamdan bana sarıldı. Yüzümü ona dönüp kollarımı boynuna doladım. Kerim'in beni rahatlatan bir kokusu vardı. Onun yanında huzur buluyordum. Yanaklarıma değen sıcak damlarlar ise boktan durumumu daha da boktan bir hâle sokuyordu.
"Tamam geçti Mert." deyip ellerini saçlarıma daldırdı. Saçlarımı parmağına doluyor, koklayıp öpüyordu. Kendimden geçmişim gibi bir mırıltı çıkardığımda Kerim'in kıkırtısını duydum.
"Haydi küçük boğa gel şuraya oturalım her şeyi başından anlat bakalım." dedi çimleri gösterirken. Ufak bir baş hareketiyle dediklerini onaylayıp kendimi çimlere attım. Böyleydi işte ben bir boklar yerdim. Kerim düzeltirdi. O da kendini yanıma attı ve beraber gökyüzünü izlemeye başladık.
"Ee hadi anlatsana."
"Neyi anlatıyım. Top dedi işte ben de saldırdım üzerine." dedim umursamazca.
"Sen çok çabuk sinirlenmezsin. Okulda neler dediler sana da sesini çıkarmadın. Senin aklın başka bir şeye takılmış. Söyle de yardım edeyim Mert" dedi. Sanki küçük bir çocukla konuşur gibiyidi. Göz bebekleri titriyordu bana bakarken.
"Can. Aklımı ondan alamıyorum Kerim yardım et bana lütfen." dedim gözlerim dolarken.
"Görmeyeceksin değil mi?" dedi.
Bir dakika o ağlıyor muydu? Uzanıp göz yaşını silmek istedim fakat yüzünü geri çekti.
"Dokundukça canımı acıtıyorsun Mert. Bunu bana yapma. Dayanacak güzüm kalmadı. Senin karşında eriyorum oğlum görmüyor musun? Ölüyorum gözlerinin önünde sen ise hâlâ karşımda bana onu anlatıyorsun." Sağ elini kalbinin üzerine koyup konuşmaya devam etti. "Burası çok acıyor be. Kül oluyorum anlasana. Gözlerimin önünde onun için ağlaman çok koyuyor. Seni terk edip kaçan biri için beni yıkıyorsun. Sorun şu ki beni yok ettiğinin farkında bile değilsin." burnunu çekip kafasını eğdi. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Kerim... 4 senelik arkadaşım... beni seviyordu.
"Kerim-" devam etmeme izin vermeden lafımı böldü.
"Ah! Ne var Mert? Üzgünsün kalbin ona ait. Beni kırmak istemiyorsun. Arkadaş mı kalalım? H-hayır anlıyor musun? Bir seçim yap Mert. Ben artık yoruldum. Gücüm kalmadı. Bir yıkımı daha kaldıramam. Üzgünüm."
Bir şey söylememe izin vermeden kalkıp okula girdi. Ardında karmaşık bir ben bırakarak.
~~~~~
Ya ama ben Kerim'e çok üzüldüm ağlcm ;'(