Bölüm 3

1 0 0
                                    

Gizem geldi bir gün. Yüzü solgun, keyifsiz ve düşünceli bir hali vardı. Sordum

ama bana hiçbir şey söylemedi. Teyzesiyle odaya çekildiler, ben mutfakta kek

yaparken. Ona nasıl yaklaşacağımı, onunla nasıl konuşacağımı bilemedim.

Kızımın dertlerini sırlarını paylaşamıyordum. Ona destek olamıyordum. Bir umut

mutfakta işim bittikten sonra yanlarına gittim. Tam kapıya vuracakken

konuşmalarına istemsizce kulak misafiri oldum.

-Yapma Gizem, ne zamana kadar kaçacaksın anne olmaktan?

-Korkuyorum teyze, iyi bir anne olamamaktan, onu koruyamamaktan, onun

yanında olamamaktan...

-Korkma! Biz varız, annen var. Destek oluruz sana.

-Benim yanımda olmayan anne torununun yanında olmasın bir zahmet.

-Yapma Gizem bu onun suçu değil.

-Kemal'le konuşmalı mıyım teyze?

-Konuşmalısın elbette. Sen değil misin deli gibi çocuk istediğini söyleyen. Çocuk

olmuyor diye ilk karısını bıraktı diyen? Çocuğun olmuyor sanıp koyacak seni de

kapının önüne.

-Konuşmaya çalışacağım.

-Gerekirse psikolojik destek al Gizem.

Duyduklarım beni sarsmıştı. Kızım hamileydi ve benim ona yaşattıklarım

yüzünden anne olmak istemiyordu. Anne olmaya hazır hissetmiyordu. Oysa

hazır hissedince mi, anne olunuyordu? Şartlar ne olunca hazır olunuyordu?

Anne olmak için ne gerekiyordu?

...

Gizem'e eşiyle konuşup konuşmadığını sormaya cesaret edemezken, Nalân'dan

öğrendim ki Gizem eşine hiçbir şey söylemeden çocuğunu aldırmış. Bunca

yükün altında ezildiğim yetmiyormuş gibi bir de bu günahın vebalini nasıl

ödeyecektim kim bilir? Ne zaman sarılabilecektim kızıma kalbim acımadan,

gözlerim dolmadan, vicdan azabı duymadan, pişmanlık duygusunun dibine

vurmadan... Ne zaman sarılacaktım? Kim bilir?

Bu tatsızlığın üzerini örtecek mutlu gün gelmişti. Nalân bu gün yuvadan

uçuyordu. Mutlu olmak için, yuvasını kurmak için, sevdiği adamla bir ömrü

paylaşmak için, anne olmak için... Yuvamızdan uçuyordu.

Kuaförden geldiğinde kapıda ben karşıladım onu. Çok duygulanmıştım. Çünkü

kızımı gelin edemedim, gelinlikler içinde göremedim. Kimsesiz gibi, sahipsiz gibi,

suçlu gibi... Evlendi kızım, yoktum yanında.

-Dünyanın en güzel gelini oldun kardeşim. Kuğu gibisin. Çok güzelsin. Hayatta

öğrendiğim tek şey yüzün güzelse eğer bahtının güzel olmaya hakkı yoktur.

Umarım bahtında kaderinde, yüzün kadar güzel olur.

Sarıldık, ağlaştık. Çok zor geldi kardeşimi yuvadan uğurlamak. Kaybettiğim beş

senenin telafi isteği ruhumu ele geçirmişti. Sanki onu bir daha göremeyecektim.

Her ayrılık ölüm gibiydi bana. Ölümde değil, kalımda değil aslında. Araf. Her

ayrılık araftı bana. Ölsen mezarın bilinir, kalsan yerin. Arafta olunca nerde

olduğun belli değil. Beden sabit ama ruh hangi âlemde belli değil.

Davul zurna, gelin alma vs geldik nikâh salonuna. Sabırsızlıkla Gizem'i ve eşini

bekliyordum. Gizem inatla, ısrarla tanıştırmadı bizi kocasıyla. Artık kaçış yoktu,

kocası bu nikâha gelecekti. Kızımın sahipsiz olmadığını görecekti, iyi ya da kötü

bir annesi olduğunu bilecekti, kızımı üzmeye asla cesaret edemeyecekti. Ben

kızımı elin adamı üzsün diye doğurmamıştım.

Nihayet Gizem kapıda göründü hemen yanında kocası. Donup kaldım. Kızımın

evlendiği adam, ben yatalak oldum diye beni terk eden adamdı, evlenme hayali

kurduğum, sevdiğim adamdı. Beni sevdiğine, bana çok âşık olduğuna inandığım

adamdı.

Sevmiş olduğum adam olmasına mı yanayım? Aralarındaki yaş farkına mı?

Utancıma mı yanayım? Telafisi olmayan bu durumun korkunçluğuna mı?

Kafam, duygularım karmakarışık oldu. İstemsizce gözlerim doldu. Kızıma

görünmeden kendimi gelin odasına attım. Bir süre ne yapacağımı bilemeden

orada saklandım. Elimde olamadan ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Kızım bir

kere daha benim yüzümden üzülmemeli, mutsuz olmamalı ve ağlamamalıydı.

Henüz kendimi toparlayamamışken telefonum çaldı. Arayan Gizem'di.

-Efendim kızım.

-Nerdesin anne?

-Gelin odasındayım, biraz tansiyonum düştü. Koltuğa uzandım. Gel istersen

yanıma.

-Geliyorum hemen.

Çok geçmeden geldi Gizem.

-Nasıl oldun anne? Daha iyi misin?

-İyiyim. Eşini yalnız bırakmasaydın. Kimseyi tanımıyor. Ayıp olmasın. Sıkılır.

-O teyzemi ve eşini tebrik edip gitti anne. Yine tanışmak nasip olmadı. Acil işi

çıkmış. Toplantısı varmış. Bıktım işinden, gücünden, toplantısından. Ben bu

akşam sizdeyim anne. Koynunda uyumak, kokunu duymak istiyorum.

Yüreğimi deldi bu sözleri. Sanki hissetmiş gibi, sanki bir şeyler malum olmuş

gibi. Neydi bu şimdi? Ben onu koynumda yatırırken, bu gerçeğe nasıl taş

basabilirim? Onun kokusunu ciğerlerime çekerken, bu utançla nasıl baş

edebilirim? Ne korkunç bir kader, ne korkunç bir keder, ne korkunç bir

tesadüftür bu...

Olacak iş mi bu? Utanıyorum kızımdan. O bilmediği halde utanıyorum. Bir de

öğrense kim bilir nasıl bir utanç duyacağım? Beklide bu utançla

yaşayamayacağım.

Bir zamanlar sevdiğim adam, şimdi damadım. Kızımın kocası. Korkunç bir rüya,

korkunç bir kâbus gibiydi.

İşinin çıkıp gitmesine çok sevinmiştim. Beni görmemesi iyi oldu. Görseydi

beklide birbirimizi önceden tanıdığımızı ele verecektik. Allah yardım etti, işi çıktı

gitti. İyi ki gitti. Keşke ben de görmeseydim kendisini.

Kimse bilmemeli, öğrenmemeli. Ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım bilmiyorum.

Ne gibi bir çare bulmalıyım, hiç bilmiyorum. Biraz kafamı ve cesaretimi

toparlayıp onunla konuşmaya gitmeliyim. Nasıl çıkarım karşısına, ne derim, ne

söylerim, nasıl söylerim? Bilmiyorum, bilemiyorum.

UTANÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin