Gizem geldi bir gün. Yüzü solgun, keyifsiz ve düşünceli bir hali vardı. Sordum
ama bana hiçbir şey söylemedi. Teyzesiyle odaya çekildiler, ben mutfakta kek
yaparken. Ona nasıl yaklaşacağımı, onunla nasıl konuşacağımı bilemedim.
Kızımın dertlerini sırlarını paylaşamıyordum. Ona destek olamıyordum. Bir umut
mutfakta işim bittikten sonra yanlarına gittim. Tam kapıya vuracakken
konuşmalarına istemsizce kulak misafiri oldum.
-Yapma Gizem, ne zamana kadar kaçacaksın anne olmaktan?
-Korkuyorum teyze, iyi bir anne olamamaktan, onu koruyamamaktan, onun
yanında olamamaktan...
-Korkma! Biz varız, annen var. Destek oluruz sana.
-Benim yanımda olmayan anne torununun yanında olmasın bir zahmet.
-Yapma Gizem bu onun suçu değil.
-Kemal'le konuşmalı mıyım teyze?
-Konuşmalısın elbette. Sen değil misin deli gibi çocuk istediğini söyleyen. Çocuk
olmuyor diye ilk karısını bıraktı diyen? Çocuğun olmuyor sanıp koyacak seni de
kapının önüne.
-Konuşmaya çalışacağım.
-Gerekirse psikolojik destek al Gizem.
Duyduklarım beni sarsmıştı. Kızım hamileydi ve benim ona yaşattıklarım
yüzünden anne olmak istemiyordu. Anne olmaya hazır hissetmiyordu. Oysa
hazır hissedince mi, anne olunuyordu? Şartlar ne olunca hazır olunuyordu?
Anne olmak için ne gerekiyordu?
...
Gizem'e eşiyle konuşup konuşmadığını sormaya cesaret edemezken, Nalân'dan
öğrendim ki Gizem eşine hiçbir şey söylemeden çocuğunu aldırmış. Bunca
yükün altında ezildiğim yetmiyormuş gibi bir de bu günahın vebalini nasıl
ödeyecektim kim bilir? Ne zaman sarılabilecektim kızıma kalbim acımadan,
gözlerim dolmadan, vicdan azabı duymadan, pişmanlık duygusunun dibine
vurmadan... Ne zaman sarılacaktım? Kim bilir?
Bu tatsızlığın üzerini örtecek mutlu gün gelmişti. Nalân bu gün yuvadan
uçuyordu. Mutlu olmak için, yuvasını kurmak için, sevdiği adamla bir ömrü
paylaşmak için, anne olmak için... Yuvamızdan uçuyordu.
Kuaförden geldiğinde kapıda ben karşıladım onu. Çok duygulanmıştım. Çünkü
kızımı gelin edemedim, gelinlikler içinde göremedim. Kimsesiz gibi, sahipsiz gibi,
suçlu gibi... Evlendi kızım, yoktum yanında.
-Dünyanın en güzel gelini oldun kardeşim. Kuğu gibisin. Çok güzelsin. Hayatta
öğrendiğim tek şey yüzün güzelse eğer bahtının güzel olmaya hakkı yoktur.
Umarım bahtında kaderinde, yüzün kadar güzel olur.
Sarıldık, ağlaştık. Çok zor geldi kardeşimi yuvadan uğurlamak. Kaybettiğim beş
senenin telafi isteği ruhumu ele geçirmişti. Sanki onu bir daha göremeyecektim.
Her ayrılık ölüm gibiydi bana. Ölümde değil, kalımda değil aslında. Araf. Her
ayrılık araftı bana. Ölsen mezarın bilinir, kalsan yerin. Arafta olunca nerde
olduğun belli değil. Beden sabit ama ruh hangi âlemde belli değil.
Davul zurna, gelin alma vs geldik nikâh salonuna. Sabırsızlıkla Gizem'i ve eşini
bekliyordum. Gizem inatla, ısrarla tanıştırmadı bizi kocasıyla. Artık kaçış yoktu,
kocası bu nikâha gelecekti. Kızımın sahipsiz olmadığını görecekti, iyi ya da kötü
bir annesi olduğunu bilecekti, kızımı üzmeye asla cesaret edemeyecekti. Ben
kızımı elin adamı üzsün diye doğurmamıştım.
Nihayet Gizem kapıda göründü hemen yanında kocası. Donup kaldım. Kızımın
evlendiği adam, ben yatalak oldum diye beni terk eden adamdı, evlenme hayali
kurduğum, sevdiğim adamdı. Beni sevdiğine, bana çok âşık olduğuna inandığım
adamdı.
Sevmiş olduğum adam olmasına mı yanayım? Aralarındaki yaş farkına mı?
Utancıma mı yanayım? Telafisi olmayan bu durumun korkunçluğuna mı?
Kafam, duygularım karmakarışık oldu. İstemsizce gözlerim doldu. Kızıma
görünmeden kendimi gelin odasına attım. Bir süre ne yapacağımı bilemeden
orada saklandım. Elimde olamadan ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Kızım bir
kere daha benim yüzümden üzülmemeli, mutsuz olmamalı ve ağlamamalıydı.
Henüz kendimi toparlayamamışken telefonum çaldı. Arayan Gizem'di.
-Efendim kızım.
-Nerdesin anne?
-Gelin odasındayım, biraz tansiyonum düştü. Koltuğa uzandım. Gel istersen
yanıma.
-Geliyorum hemen.
Çok geçmeden geldi Gizem.
-Nasıl oldun anne? Daha iyi misin?
-İyiyim. Eşini yalnız bırakmasaydın. Kimseyi tanımıyor. Ayıp olmasın. Sıkılır.
-O teyzemi ve eşini tebrik edip gitti anne. Yine tanışmak nasip olmadı. Acil işi
çıkmış. Toplantısı varmış. Bıktım işinden, gücünden, toplantısından. Ben bu
akşam sizdeyim anne. Koynunda uyumak, kokunu duymak istiyorum.
Yüreğimi deldi bu sözleri. Sanki hissetmiş gibi, sanki bir şeyler malum olmuş
gibi. Neydi bu şimdi? Ben onu koynumda yatırırken, bu gerçeğe nasıl taş
basabilirim? Onun kokusunu ciğerlerime çekerken, bu utançla nasıl baş
edebilirim? Ne korkunç bir kader, ne korkunç bir keder, ne korkunç bir
tesadüftür bu...
Olacak iş mi bu? Utanıyorum kızımdan. O bilmediği halde utanıyorum. Bir de
öğrense kim bilir nasıl bir utanç duyacağım? Beklide bu utançla
yaşayamayacağım.
Bir zamanlar sevdiğim adam, şimdi damadım. Kızımın kocası. Korkunç bir rüya,
korkunç bir kâbus gibiydi.
İşinin çıkıp gitmesine çok sevinmiştim. Beni görmemesi iyi oldu. Görseydi
beklide birbirimizi önceden tanıdığımızı ele verecektik. Allah yardım etti, işi çıktı
gitti. İyi ki gitti. Keşke ben de görmeseydim kendisini.
Kimse bilmemeli, öğrenmemeli. Ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım bilmiyorum.
Ne gibi bir çare bulmalıyım, hiç bilmiyorum. Biraz kafamı ve cesaretimi
toparlayıp onunla konuşmaya gitmeliyim. Nasıl çıkarım karşısına, ne derim, ne
söylerim, nasıl söylerim? Bilmiyorum, bilemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UTANÇ
RandomAr yerine göre yakışır, yerine göre ağırlaşırmış. Ahh utanmak ne korkunç bir ağırlıkmış. Şimdi bu utanç ayaklarımda pranga, bileklerim de kelepçe, zihnimde ucu bucağı olmayan paslı bir zincir. Peşim sıra sürüklüyorum ve sürükleniyorum.