Multimedia'da Niall ile annesi
“On beş euro efendim.”
İstediği miktarı çıkarmak için cüzdanımı elime almıştım ki tüm paramın dolar olduğunu hatırladım. “Üzgünüm ama yanımda sadece Amerikan doları var.” Dedim adama bakmak için başımı kaldırdığımda.
“Önemli değil. O zaman yirmi dolar oluyor.”
Şoförün anlayışına karşılık nazikçe gülümseyip cüzdanımdan istediğinin fazlasını çıkardım ve ona uzattım. Valizimi bagaja koymak yerine yanımdaki boş koltuklara koyduğum için hemen alıp arabadan indim. Şoför gazı köklediğinde nedense yola dönmüştüm. Bu tanıdık ve insana huzur veren yerleri görmeyeli ne kadar uzun olmuştu. Zaten hangi kafayla burayı bırakıp Amerika’ya gitmişsem.
Aynı görünüşteki sıralı evlerin ikinci sırasındakinin önünde durup çocukluğumun geçtiği iki katlı eve özlemle bakıyordum. Ayrılalı üç ay olmuştu sanırım ve bu her yeri özlemem için yeterli bir süreydi bence.
Kapıya doğru ilerlemeye başladığımda heyecanlanmaya başladığımı hissedebiliyordum. Yüzümdeki gülümsemeyi bastırmaya çalışıyordum ama sanki inadıma büyüyordu. Sonunda kapının önüne gelip zile bastım ve bir adım geri çekildim. Biraz bekledikten sonra ikinci kez çalmak için adımımı atmıştım ki kapı açıldı ve annemin yüzü göründü.
“Merhaba Bayan Gallagher.” Dedim gülerek.
Yüzündeki şaşkın ifade yerini büyüyen bir gülümsemeye bırakmıştı. “Aman Tanrım, Niall!” Neredeyse sokakta yankı yapacak bir yükseklikte konuşurken bir yandan da açtığı kollarını boynuma doluyordu. İstemeden küçük bir kahkaha atıp sarılışına büyük bir özlemle karşılık verdim. “Seni çok özledim bebeğim.”
Onu öptükten sonra geri çekildim. “Bende seni özledim anne.” Derken kolumu omuzlarına atmıştım.
Birlikte içeri geçtiğimizde annem hızla salona yöneldi. “Bakın kim burada” dediğinde evde yalnız olmadığımızı anlamıştım. Bir bebek sesi duyduğumdaysa içeridekilerin kim olduğunu tahmin edebiliyordum. Valizimi bir kenara bıraktıktan sonra annemin az önce geçtiği kapının önüne geldiğimde tahminimde yanılmadığımdan emin oldum.
“Bensiz yemek, ha?” dedim yemek masasında oturanlara bakarken. Beni görünce herkes şaşkınlıkla ayaklanmıştı. Yanıma ilk gelen abim Greg’ti.
“Hey, nereden çıktın sen?” derken bana sarılmıştı. Kısa bir süre böyle durduktan sonra geri çekildi. “Neden geleceğini haber vermedin? Seni hava alanından alabilirdim.”
“Sorun değil Greg.” Dediğimdeyse küçüklüğümden beri yaptığı gibi saçlarımı karıştırdı.
Abimin eşi Denise’nin kucağında yeğenim Theo olduğu için ona rahatça sarılmamıştım. Yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra kucağındaki bebeğe döndüm.
“Tanrım ne kadar da büyümüş.” Dedim Theo’yu kucağıma alırken. Tombul yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra Greg’e döndüm. “Saçlarını benimkiler gibi kaldırmalıyız.”
Bu sözüme karşılık herkes gülmeye başladı. “Theo daha yedi aylık.”
“Hadi masaya geçelim.” Annemin sesiyle hepimiz ilk ona sonraysa masaya döndük.
“Sen annenin yanına geç Niall.” Dedi Denise kapıya doğru ilerlerken. “Sana tabak getireceğim.”
Tekrar ailemle birlikte olmak beni tahmin ettiğimden daha da mutlu etmişti. Hepsini çok özlemiştim ve masadaki herkes gibi gülümsemeden duramıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Two Pieces (Half A Heart 2-Demi Lovato&Niall Horan/Diall)
FanfictionBu mutlu bir aşkın hikayesi değil. Mutlu sonlar ancak masallarda olur. Bu yarım kalmış bir aşkın yasını tutan bir adamın hikayesi. Bir zamanlar o da seviyordu diyerek imkansıza meydan okumaya çalışan aptal bir adamın hikayesi. Unutması gereken anıla...