0.7

314 41 7
                                    

Burnuma dolan hoş kahve kokusu eşliğinde karşımda oturan Min Ha'yı izliyordum. Bileğine taktığı Yun Suk'un bilekliğine bakıp bakıp gülümsüyor ve kahvesini yudumluyordu. Onu şu ana kadar ilk defa bu kadar mutlu görüyordum sanırım. Tatlı gözüküyordu. Onun mutluluğunun kaynağının ben olmam, beni de mutlu ediyordu.

Yaklaşık bir saat önce Min Ha ile kayıp eşya bürosuna gitmiştik. Oradaki görevliye Min Ha'nın bilekliğini tarif ettiğimizde, görevli bugün sabah bir çocuğun tariflerimize uyan bir bileklik getirdiğini söylemişti. Tabi biz de hemen bilekliğe bakmak istemiştik. Görevli bilekliği getirdiğinde, Min Ha şokla bilekliğin Yun Suk'un ona verdiği bileşik olduğunu söylemişti. Bunu öğrendiğizde ikimizde sevinçle gülmüş ve birbirimize sarılmıştık. O an yeniden gözlerimin önüne geldiğinde dudaklarım anında yukarı kıvrılmıştı.

Daha sonrasında aceleyle benden ayrılmıştı. Yüzü ilk defa o an domates gibi kızardığını görmüştüm. Onun böyle utanacağı aklımın ucundan geçmezdi ama beni yanıltmıştı. Birkaç kez olduğu gibi.

Bilekliği kayıp eşya bürosundan aldıktan sonra sevinçle ordan ayrılıp öylece sokakda yürümeye başladığımızda Min Ha'ya bizim kafede, kahve içmeye davet etmiştim. Her seferinde olduğunu gibi beni red etmişti. Annesinin onu merak edeceğini, eve geç kalırsa ona çok kızacağını söyleyerek bir bahane bile uydurmuştu ama ben onu dinlemeyerek bizim kafeye doğru sürüklemeye başlamıştım. O da çok ısrarcı olduğumu anladıktan sonra direnmeyi bırakmış ve kafeye gelmeyi kabul etmişti.

Sanırım yavaş yavaş  benim bu hallerine alışıyordu ha? Alışmazsa ileride daha çok vakit geçireceğimiz için delirme ihtimali baya yüksekti. Tabi o benimle konuşmak istemeyebilirdi ama ben konuşmanın bir yolunu bulurdum. Yani, sanırım... Evet evet bulurdum. Niye bulamayayım ki? Bahane üretmek zor birşey değildi bence.

"Jimin."

Min Ha'nın bana senlendiğini duyduğumda hemen kendime gelip gülümsedim. "Efendim?"

Güldü. "Az önce sana seslendim ama duymadın. Daldın sanırım."

Onunla konuşmak için kurduğum planlara o kadar salmıştım ki bana seslendiğini bile duymamıştım. Utangaç bir şekilde elimi boynuma attıp ensemi kaşıdım. "Ah şey, evet. Afedersin, dalıp gitmişim işte."

Min Ha elindeki kahveden bir yudum alırken bardak ile buluşan dudaklarına kısa bir bakış atıp konuşmaya devam ettim. "Hiç hayalin var mı Min Ha?" Bardağı masaya koyup ne ima ettiğimi anlamak istermiş gibi bana baktı. "Yani, nasıl bir meslek edinmek istiyorsun mesela? Gezmek, keşfetmek istediğin yerler neresi?"

Arkasına yaslanıp omuz silkti. "Bilmem, hiç düşünmedim."

Gözlerimi büyüterek ona baktım. "Nasıl hiç düşünmedim? Hayalin yok mu yani?" Kafasını sallayarak beni onayladığında gözlerimi daha fazla büyülttüm.

Her insanın bir hayali yani dünyada yaşama amacı olmalıydı bence. Mesela benim ki üniversiteyi derhal bitirip iyi bir metamatik öğretimi olmaktı. Hayalini kurup istediğim mesleğe sahip olarak mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamak istiyordum. Daha çok insanlara faydalı olmak, onlara birşeyler öğretip anlatmayı istiyordum ben. Ve hayalimi gerçekleştirmek için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordum.

Kollarımı göğsümde birleştirip kafamı yana doğru yatırdım. "Hadi ama Min Ha, her kesin bir hayali vardır. Yapmak için can attığı, çabalayıp emek verdiği birşey. Muhakkak senin de hayalin var ama bilmiyorsun veya hayalini daha belirleyemedin ha?"

Yüzüme boş boş baktı ve düz bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Olabilir."

Kaşlarımı çatıp öne doğru eğildim. "Tanrım, ne kadar da umursamazsın!" Suratıma gülerek bakan Min Ha'ya kınayan gözlerimin esiri altına alarak devam ettim. "Senin durumun cidden iyi değil. Sana hemen bir hayal bulmalıyız."

Dediğim şeye karşılık olarak işaret parmağını alnıma koyarak beni geriye doğru itti. "Benim hayale falan ihtiyacın yok Jimin. Hem zaten bunun için fazla üşengeç ve disiplinsizim. Benimle uğraştığına deymez. Sen kendi hayalinle ilgilen."

Tek kaşımı kaldırıp güldüm. "Seni eğitebilir, disiplin sahibi ve üşengeçliği yok olan birine çeviririm." Yapmacık bir şekilde kaşlarımı çattım. "Hem neden seninle uğraştığıma deymesin ki? Senin ve kendi kayalimle uğraşacak birsürü vaktim var benim."

Bana bakıp derin bir nefes verdi. "Jimin, lütfen beni boşver olur mu. Bak, bana yarım etmek istediğini anlıyorum ama benim yardıma ihtiyacım yok. Kendi başımın çaresine bakabilirim ben."

Yüzümde ki onu mutlu etmek için yaptığım ama onun umurunda olmayan gülümsemeyi silip ellerimi masaya koydum. Ciddileşmenin ve neden böyle davrandığını öğrenmenin vakti gelmişti sanırım. Ortamın gerilmesini ve aramızın bozulmasını istemiyorum fakat bu Min Ha'nın umurunda bile değildi anlaşılan. Bunu, bana karşı olan davranış ve konuşmasından anlıyordum. Düşüneciz davranıyor ve ikimizinde üzüyordu. Ama buraya kadardı, artık neden böyle davrandığını öğrenecektim. Eğer öğrenmezsem ikimiz için de iyi olmayacaktı.

"Bana neden böyle davrandığını anlatır mısın Min Ha? Yardıma, gülümseyip mutlu olamaya ihtiyacın olduğunu her ikinizde biliyoruz. Peki neden bu yardımı geri çeviriyorsun?"

"Peki, anlatacağım," ellerini benim gibi masanın üzerinde birleştirdi ve parmaklarıyla oynanmaya başladı. "Korkuyorum, Jimin. Yeni insanlar tanıyıp benimle bağ kurmalarından korkuyorum. Neden biliyor musun? Ben uğursuzun tekiyim de o yüzden. Tanıdığım, sevdiğim, değer verdiğim kim varsa hepsi teker teker beni bırakıp gidiyor. İlk başta küçüklük arkadaşım Yun Suk gitti, benim gibi değersiz bir kişi yüzünden hayata veda etti. Şimdi... Şimdi ise anneannem Jimin. O çok hasta, daha sekiz gün önce kalp krizi geçirdi ve kılpayı ölümden döndü. Şuan hastanede yatıyor ve durumu çok ağır. Doktorlar onun durumu için hiç iyi şeyler söylemiyor."

Min Ha gözlerini parmaklarından çekip yüzüme baktı. Üzgün ve bitkin gözüküyordu. Anneannesi için çok üzülmüştüm. Bu haberin onu dağıttığı her halinde belli oluyordu. Az önce konuşurken bile ses tonu o kadar çok kısılmıştı ki sanki bir ara konuşmayı kestiğini zannetmiştim. Tanrım, ben neden bu konuyu açtım ki? Yapmak istediğim şey sadece aramızdaki sorunları çözmekti o kadar. Onu üzeceğimi bilseydim ağzımı bile açmazdım.

Min Ha'yla gözlerimiz buluştuğunda konuşmaya devam etti. "Bana karşı bir ilgin olduğunu biliyorum Jimin. Bunu anlamak zor değil." Anladığını az çok tahmin ediyordum ama bunu ondan duymak utanmama ve yanaklarımın ısınmasını neden olmuştu.

"Sen gerçekten çok iyi birisin Jimin. Neşeli, eğlenceli, umut ve mutluluk saçan bir yapın var. İnsan seni gördüğünde nedensiz bir şekilde gülümsüyor biliyor musun. Sen benim tam tersimsin. Anlayacağın sen etrafa pozitif enerji saçarken ben ise onları yok edip negatif enerji yayıyorum. Zıttız, birbirinin için yaratılmamışız. Eğer seninle vakit geçirmeye devam edesem bu iyi enerjini yok etmekten korkuyorum Jimin. Seni de tanıyıp yol etmekten korkuyorum. Aynı Yun Suk gibi. İşte bu yüzden senden uzak durmaya çalışıyorum. Ama senin sayende başaramıyor çünkü sen her defasında bana daha çok yaklaşıyor ve büyüne kapılmama neden oluyorsun. Beni kendine çekiyorsun Jimin."

Yüzümden oluşan garip gülümseme gittikçe büyümeye bevam ederken Min Ha çoktan ayağa kalkmıştı bile. Gideceğini anlamıştım ama az önce dediği şeyler yüzünden yerimden kıpırdayabileceğimi zannetmiyordum. Şuan tüm algılarım Min Ha'nın son dediği cümlede toplanmıştı. Beni kendine çekiyorsun Jimin.

Duygularımızın karışılıklı olduğunu öğrendiğim an, ne olursa olsun seni bırakmayacağıma emin olmuştum ben Min Ha.

***

Gangsta || pjm ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin