6 BÖLÜM DEFOLU AŞKLARIN MAĞDURU

83 5 5
                                    

Ağzım açık kaldı... Mecazen söylemiyorum, gerçek anlamında.

Telefonumun ekranından okuduklarım karşısında, doğru sözcükleri bir araya getirip kifayetli cümleler kurmaya çalışıyordum. Fakat bırakın cümleleri, kelimeleri bile derleyip toparlayamadım bir süre. Küçücük klavye üzerinde titreyen parmaklarımı zaptedip doğru harflere basamadım bir türlü. Parmaklarımın da cümlelerimin de sahibi ben değildim. "Çok üzgünüm"ü doğru yazmak için üç deneme yapmam gerekti. "1. çık üğzgünmüm 2. çok üazgünün" Doğru yazma obsesyonumu üçüncüde rahatlatabildim.

"Anlıyorum ben ne yazdığını, yorma kendini" yazdı. "Üzülme de, üzülmeni istemiyorum. Ama ben de artık üzülmek istemiyorum." Benim sarsaklığımın aksine güzel kurulmuş, imla kurallarına dahi dikkat edilmiş kararlı cümlelerle karşı kaşıyaydım. "Ben snin düşündün gibi bir şey yapmadınm" yazabildim. Ne düşünüyor olduğundan emin olamayacak kadar şaşkındım aslında. "Bir şey yaptın demiyorum zaten" diye kararlığını devam ettirdi.

Kelimelerinde en ufak bir harf hatası yoktu; "Sen kendine göre yaşıyorsun, ben sen mutlu ol diye kendi egomu sıfırladım bugüne kadar. Sen herşeyin yolunda gittiğini sanıyorsun ama öyle değil." Hatasız kelimeler silsilesi bütün itiraz mekanizmalarımı boşa çıkarıyordu. Ağzımın açıklığı giderek artarken yazdıklarını okuyordum sadece; "Benim sevgim sana çok geldi. Yediğim lokmada aldığım her nefeste sen varsın senle doluyum. Göz kırparken ki o an da bile seni sevdiğimi hissediyorum. Ben sevdim mi başka türlü seviyorum işte ama sen kendi kafana göre davranıyorsun. İstediğinde arıyor istemediğinde günlerce ortalıktan kayboluyorsun. Hiçbir şeyi aramamana mazeret yapma. Kabul etmiyorum!"

Dört gün trafik kazası yapan bir arkadaşımla meşgul olmuş, hastanede birlikte kalmıştım. Bu onu aramadığım günler için son derece geçerli bir mazeretti oysa. Mazeretimden güç alıp itiraz mekanizmamı harekete geçirdim tekrar. Göndere basmadan önce bir kaç düzeltme yaparak; "Ama bu her zaman olan bir şey değil ki kaza sonuçta" yazmayı başardım. "Kaza her zaman olmuyor ama senin bu tavrınla her zaman karşılaşıyorum ben, ve üzülüyorun". Kelimenin ve noktalamanın bozukluğu doğru yolda ilerlediğimin kanıtı olabilirdi. Yumuşuyor olabilirdi. İtiraz tonumu artırdım; "Üzülme, ben seni aramasam da hep aklımdasın zaten, bu sana neden yetmiyor. Beni tanımıyor musun?"

Ekranda yeni bir yazı belirmedi bir süre. Hamlemin işe yaramış olma ihtimalini düşündüm. Sonra büyük ve hecelerin vurgusunu uzatarak artıran arka arkaya aynı harflerin olduğu cümleler göründü. "ANLAMIYORSUN SEN BENİİİİ, anlamıyorsuuuuuun. Bunu hep yapıyorsun. Değişmiyorsun. Üzüldüğümü söylediğim halde bir haber dahi vermiyorsun. Öldün mü kaldın mı belli değil. Üzülüyorum hen buna çoooook. Yazma bundan sonra bana, arama beni. İstemiyorum."

Ağzım açık, "Ypma" yazabildim. Bence ilişkiyi buraya getirecek hiç bir şey yapmamıştım. O da bunu bana yapmamalıydı. Ben böyleydim. Başka sorumluluklarım vardı ve onunla kaliteli zaman geçirmek istiyordum. Bu yüzden başka işlerle meşgulken onu aramak istemiyordum. Ben buydum. Bu kadardım. Aramadığımda da aklımda o vardı ki. Bence bu kızsal bir tiripti. Üzerine gitmemek en iyisiydi. Böyle düşününce "ypma"daki yıkılmışlığımı attım biraz. Ben onu seviyordum. Bunu biliyordu. Gerçi üç sene içinde kavgalarımız olsa da hiç ayrılmayı gündeme getirmemişti. Barışmamız çok kısa sürmüştü hep. "Geçer" diye içimden tekrarladım. Öyle ya, nasılsa kızgınlığı geçince eskiye dönecektik.

Geçmedi. Dönmedik. Üzerine gitmeyişimin üçüncü gününde dayanamayıp tekrar yazdım. Yazmaya başladığımdaki düzgün kelimeleri bir süre sonra yitirdim. Terkedildiğim düşüncesi tüm dengemle birlikte yazımı da bozdu; "Çık üzgününm"

"Üzülme. Üzüleceğini bildiğim için sustum bugüne kadar. Araman aramamandan öte bir sorun var aslında aramızda. Seni çok seviyorum ben. Sen beni benim seni sevdiğim gibi sevemedin... Belki bir an. Bunun haricinde hiç hissetmedim. Kendi üzüntümü içime attım sen üzülme diye. İçim acıdı sen beni benim seni sevdiği kadar sevmezken. Benim sevgim başka bir sevgi sana karşı. Ama artık içimin acımasına tahammül edemiyorum. Bundan sonra hiç bir şey değişmez. Beni anlasaydın bu kararı ne kadar zor aldığımı bilseydin, artık bir şeyin değişmeyeceğini de bilirdin."

Günler ve geceler boyu toparlamakta güçlük çektiğim beceriksiz cümlelerim hiç bir şeyi değiştirmedi dediği gibi.

Ve...

Artık hayatımda o yoktu. Beni "en çok seven kadını" kaybetmiştim. Bu düşünce takıntılı bir şekilde zihnime yer etti. Geceleri uykusuzluğumu bu düşünce ile paylaşıp sabah olmadan yine bu düşünce ile uyanıyordum. Beni karşılıksız ve büyük bir aşkla sevdiğini bildiğim bu kadını "bir an" kadar mı sevmiştim gerçekten.

Bunalımım tüm hayatımı kapladı. Günlük işlerimi yapamaz oldum. Uykularım azaldıkça, takıntılı düşüncelerim arttı. Hayatla başa çıkamadığım zamanlarda olduğu gibi yine antidepresanlara sarıldım. İlaçlar işe yaramadıkça onun bana böyle anlarımda olduğu desteği aradım umarsızca. Bu beni daha da dibe itti. Girip çıkmayı huy edindiğim depresyonuma en iyi ilaç oydu. Hep yanımdaydı. Ben kendimden sıkılıyorken o benimle ilgilenmekten zevk alırcasına yanımda oluyordu.

Depresyonum ciddi bir kişilik bunalımıyla devam etti; Neden ben böyleydim? Nasıl kaybetmiştim onu?

Aslında bu soruyu şöyle sormam gerektiğini bir süre sonra anladım; "Onun beni bırakmayacağına nasıl da emin olup kafama göre davranmıştım." Ağzımın açık kalmasının sebebi buydu. Öylesine seviyordu ki beni. Bu ihtimali aklıma getirmemiştim bile. Peki neden beni bu denli seven kadına hakettiğini verememiştim. Oysa kendi kendime hayatımda en çok sevdiğim kadın olduğunu tekraralayıp duruyordum. Bu düşüncemi ona da söylüyordum. Neden gerçek aşkı sadece "bir an" hissettirebilmiştim. Onu gerçekten sadece bir an için sevmiş olabilir miydim?

Ben defolu aşkların mağduruyum.

Beni onun gibi beklentisiz, pürüzsüz, pırıl pırıl, net seven bir kadın daha önce olmadı hiç hayatımda. Ben kendimi defolu sevgilere ayarlamıştım. Ben de öyle sevmeyi huy edinmiştim. Canım isteyince sevmeyi, canım istemeyince oralı olmamayı seçmiştim. Karşımdakiler bunu hakediyordu çünkü. Beklentilerle, anlaşamamazlıklarla, ego çatışmalarıyla dolu aşklarım olmuştu hep. Kafama göre davranmayı seçmiştim böylece. Hakedene de sevgisini veremeyen bir yetersize dönüştüğümü görememiştim.

Bu mağduriyetim üzerine kurguladığım birinci teorim. Buna inanırsam içimdeki yıkım daha az olacak gibi hissediyorum.

Mağduriyet hallerimden sıyrılıp, kendi egomu daha az düşündüğüm diğer teorim ise; kişilik defektimle, sevgi veremeyişimle karşımdakileri olumsuz etkileyişimdir. Benim üretimim hatalı belki de. Ben bozdum karşımdakileri. Hiç kimse bunu benim yüzüme vurmamış mıydı peki? Sanırım hayır. Ta ki o'na kadar.

Sebep ne olursa olsun; bu benim gerçek bir aşk karşısında çuvallayışımın hikayesidir.

Uyandığımda hastane sandalyesinde yamulmuş bir haldeydim. Ne garip bir rüyaydı. Ne anlatmak istiyordu bana. Verdiğim karar doğru muydu.?

-Tuna burada mı uyudun. Ne zaman geldin buraya

-Dün geldim. Ahsen'i merak ettim durumunu sonra oturmuşum burada uyuya kalmışım

-Hadi gel bir kahve içelim.

--Tamam olur. Sana söylemek istediğim önemli şeyler var onu konuşuruz.

"Aşkın en acımasız yanı ağzından çıkmaya cesareti olmayan sözlerin, yürekte fırtınalar koparmasıdır."

-Kaan biliyorsun sen benim hep öz kardeşim gibisin. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Dün bana bir telefon geldi. Telefonda bana aradığınız kalbi bulabilecek birileri var ve onlar sizinle görüşmek istiyorlar dediler. Bende gittim görüştüm onlarla.

-Tuna sen ciddi misin?

-Kaan bu konuştuklarımız aramızda kalsın. Ana bunları anlatmamım tek sebebi. Karşılığında benden bir şey istiyorlar.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 26, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KANATI KIRILAN KIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin