and times do get tough

105 20 32
                                    

"Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim yeterli olmayacak seni tutmak için, değil mi?" Bir kez daha izliyordum onu, masanın üstündeki elleriyle oynadığı o aptalca oyunu izlerken. "Artık beni sevmiyorsun."

"Öyle değil," diye yeltendi konuşmaya. Bir şeyler söylemek ister gibi baktı başını kaldırıp bana. Vazgeçip döndü ellerine, birbirine sarılmış yalnız ellerine. Hissediyordum, buradan başka her yerde olmak istediğini o rahatsız duruşundan ve kaçırdığı bakışlarından. Ben ise, gözyaşlarımı akıta akıta durmadan, her konuşmada daha çok acı çeke çeke bile burada olmaktan memnundum. Biliyorum ki bu onu son görüşüm olacaktı. Son kez izleyecektim onu, gözlerini, dudaklarını, ellerini... Ölüm gelene kadar kucağıma, burada ağlamak benim için en güzel yaşamdı.

"Senden daha çok istediğim bir şey yoktu bu dünyada," deyiverdim bir anda. Aslında bildiği bütün bu her şeyi ona söyleyerek kendime zarar vermekten başka bir şey yapmıyordum. Yine de, kalbimde kalan küçük bir umut, belki de bana geri döner ben bunları hatırlattıkça diye çırpınıyordu. Kanatları kırılmış küçük bir serçe, çırpıyor ve çırpıyordu kendini o deli umut.

Başını kaldırdı, kırmızı gözleri gözlerime çarptı. Üzgün olduğunu görebiliyordum, üzülmesini istemiyordum. Sadece onu istiyordum. Neden beni sevemiyordu ki? Ne değişmişti? Neden eskisi gibi olamıyorduk ki?

Hatırlıyorum, yine eskileri, gözlerimden geçiveriyor şerit şerit yaşadıklarımız.

"Dün rüyamda seni gördüm," diyorum ona. Lise bitmiş, aynı üniversiteyi kazanıp birlikte eve çıkacağız. Ailelerimiz iyi arkadaşlar olduğumuzu biliyor yalnızca, onlardan güzelce saklıyoruz aşkımızı. Bu yüzden izin veriyorlar her şeye, yeter ki hedeflerimizi kazanalım. Ben de durmadan aynı rüyayı görüyorum, Taeyeon ile küçük bir dünyamız var. Küçük bir ev, koltuğunda oturuyor ve sarılıyoruz soğuk günlerde birbirimize. Doğalgazı açacak kadar paramız yok, elektrikli soba ise pek bir işe yaramıyor. "Televizyon izliyoruz ama sinyal ikide bir gidiyordu. Sırayla kalkıp televizyonun arkasına vuruyoruz, antenle oynuyoruz. Bir türlü izleyemiyoruz diziyi. Aptalca bir rüyaydı. Yalnız olsaydım televizyona camdan aşağıya atmıştım ama sen olunca, bunlar bile mutluluğumu yok edemiyor."

"Merak etme, ben zengin olup sana en iyi televizyona alırım." Kim Taeyeon, küçük bir çocuk gibiydi o zamanlar. Tombik yanaklarını şişiriyor, bunu yaptığında öpücük beklediğini anlıyorum. Yanaklarını tek tek öpüp ona teşekkür ediyorum, boynuma sarılıp başını yaslıyor omzuma. Nefesi sıcacık, nefesi boynumu gıdıklıyor. "Sensiz gördüğüm son rüyayı hatırlamıyorum, Sooyeon-ah. Sensiz rüya görüyorsam da uyandığım anda unutuyor olmalıyım."

"Yine başladın," diyorum şaka dolu bir kızgınlıkla. Ellerimi beline koyup gıdıklamaya başlıyorum onu ve kahkahası kulaklarıma doluyor. "Yalan söylediğini biliyorum."

Yatağa doğru itiyorum onu, kollarımın arasında hapsediyor ve üzerine çıkıyorum. Gülmeye devam ediyor, gıdıklanmaktan nefret ediyor. Küçük çığlıklar atıyor, bana yalvarıyor ama yüzü kızarana kadar güldürmeye devam ediyorum onu.

Kahkahası kulaklarımda çalıyor şimdi, tüm o neşeli günler birer iğne gibi batıyor bedenime aynı anda. Her yerim acıyor ve kanıyor damla damla. Kim Taeyeon gülmüyor şimdi bana, kahkaha atmıyor kızararak. Duyamıyorum onu, duyamıyorum sevgisini, duyamıyorum mutluluğunu. Biliyorum, artık bana ait değil o ve bana ait değil sevgisi ve bana ait değil mutluluğu.

Bu yüzden siliniyor kahkahası içimden sessizce, uzaklaşıyor.

"Belki başka bir hayatta," diye söze başlıyor.

"Sakın bana daha fazla yalan söyleme, sakın bana daha fazla sahte sözler verme," susturuyorum onu gözyaşlarımla. Başı kalkık, gözleri beni izliyor acıyla. Dudakları titriyor ve ağlamaya başlıyor. "Sakın."

"Özür dilerim, Sooyeon."

Bunu değil, başka bir cümleyi bekliyordum dudaklarından.

Çaresizce dişliyorum dudaklarımı, çaresizce koparıyorum parmaklarım mın kenarında kabuklaşmış derilerimi. 

would u love me the same? • taengsicHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin