Bakışlarımı gözlerimi kısmama sebep olan araba farlarından alıp gökyüzüne diktim. Yıldızsız bir geceydi. Yine zamanı unutacak kadar çok yürümüştüm. Birkaç dakikalığına içimde oluşan sıcaklığı en son ne zaman hissettiğimi hatırlamaya çalıştım. Damağımda eriyen sıcak karamel, boğazımdan akarken donmuştu ve ben nefessiz kalmıştım. Kulaklarım annemin kadife sesini en son işittiğinde ne hissettiğimi düşündüm. Bu kadar soğuk bir umut değildi ama geride kalan 19 yılın içimde açtığı boşluğu doldurmaya yetecek türdendi. Kulaklarım onun güzel sesine sonsuza dek sağır olmuştu ama o küçük sıcaklık boğazımdaki donmuş karameli eritmeye de, kulaklarımdaki perdeyi kaldırmaya da yeterdi. Kalbimin beni neden bu kadar sarstığını anlayamamıştım. İnsan sadece küçük bir fotoğrafla bunca hissi kalbine nasıl doldurabilirdi? Başımı iki yana sallayıp geldiğim yolu tekrar yürümeye başladım. Saçmalıktı.
Cebimde titreyen telefona aldırmadım. Beni arayabilecek tek kişi Eren'di. Onunla da gerekmedikçe konuşmuyordum. Hayatımdaki tek insan olmasını ve benim için yıllardır yaptıklarını göz önünde bulundurursak ona bu şekilde mesafeli olmam haksızlıktı. Bunun farkındaydım ama yanımda olmasını ben istemedim.
Yalnızlık bana 5 yaşımda musallat olmuştu. Boğazımdaki ellerini çekmeyeceğini anlamak çok zamanımı almamıştı. Kabullenip onunla yaşamaya devam ettim. Soğuk dokunuşları beni rahatsız etmiyordu. Beni asıl korkutan hayatımı yaşamaya değer kılacak birine sahip olmaktı. Birini kaybetmenin ağırlığını hala taşıyorken, kaybetme korkusuyla yaşama fikri beni dehşete düşürüyordu. Ama gerçekten hissettiğim buysa, o güzel gözlere asla bakamayacak olmak beni neden bu kadar sarsmıştı?
Zile tekrar bastım. Eren'in uyuduğunu anlamak zor değildi. Esneyerek kapıyı açtı. Saçlarını karıştırıp uyku sersemliğiyle bana baktı. "Nerede kaldın? Seni defalarca aradım. Açmayacaksan neden yanında telefon taşıyorsun?" Yanından geçip içeriye girdim. "Beni merak etmene gerek yok." Ceketimi çıkarıp astım.
"Seni merak etmedim. Gelirken sigara al diyecektim. Tabi telefonunu açsaydın." Ona kısa bir bakış atıp salona ilerledim. Koltuğa oturup başımı arkaya yasladım. Tavandaki çıplak lamba, zaten çirkin olan evimizi daha kötü gösteriyordu. Bunu umursamayı dilerdim. "Neyin var diye sormamı gerektirecek bir durum mu var yoksa her zamanki suratsızlıklarından mı bu?" Eren'in sürekli konuşması sinirlerimi bozuyordu. Birlikte geçirdiğimiz 19 yılda konuşmayı sevmediğimi anlamış olması gerekiyordu. Yanıma oturup benim gibi başını arkaya yasladı. "Bugün de tavanda ilgi çekici bir şey yok ha?" Derin bir nefes bırakıp doğruldum. Banyoya ilerlerken tişörtümü çıkardım. Ensemdeki ağrı hasta olacağımın habercisiydi. Belki de bazen Eren'i dinleyip giydiklerime dikkat etmeliydim.
Sıcak suyun anında gevşememi sağlamasıyla gözlerimi kapattım. Psikoloji okumak benim tercihimdi ama mezun olmama sayılı günler kalmasına rağmen insanları anlamak benim için aynı şekilde güçtü. Psikoloji kitaplarının ya da bu alanda sayısız araştırma yapıp ortaya birçok ürün koyan profesörlerin bile olayları tam olarak kavrayamadığı ortadaydı. Derinlerdeki çözülmeyen olayların etkisi olan davranışların tedavisi için geçmişle yüzleşmeyi önerenler, yüzleşmenin o olayı unutturmadığını ya da devam etmeyi kolaylaştırmadığını görmesi gerekiyordu. Binlerce kez yüzleşmeyi denesem de kurumuş kanın mide bulandırıcı metalik kokusunu unutmayı başaramamıştım. Annemin atmayan bir kalp taşıyan göğsünde sabaha kadar ağlarken hissettiğim soğukluğu hangi sıcaklık unutturabilirdi bana? Bunun tedavisi hangi kitapta yazıyordu? Hangi ilaç annemin güzel gözlerindeki şefkat kadar tatmin edebilirdi beni? Gözler...
Gözümün önüne gelen ela gözler sarsılarak gözlerimi açmama neden olmuştu. Başımı iki yana salladım. Bu beklemediğim bir histi. Hızlıca durulanıp banyodan çıktım. Üzerime bir tişört ve eşofman geçirip yatağa uzandım. Kalbimin acıyla çarpan ritmini duymazlıktan geldim. Hala küçük bir çocuk olmak beni yoruyordu.
Yüksek ses yüzünden dağılan uykumdan sıyrılıp gözlerimi açtım. Doğrulurken başıma giren keskin ağrı yüzünden yüzümü buruşturdum. Boğazımdaki tahriş hissi daha kötü hissetmemi sağlamıştı. Saçlarımı kurutmadan yatmıştım. Sinirle salona ilerleyip çalan berbat melodili müziği kapattım. Islık çalarak elinde tavayla salona giren Eren'e ters bir bakış attım. "Günaydın prensesim."
Masaya ilerleyip hazırladığı kahvaltılıkların yanına tavayı bıraktı. Çayları doldurdu ve hala gelmediğimi fark edince arkasını döndü. "Gelsene!" Arkamı dönüp mutfağa ilerledim. Çekmeceleri karıştırıp bir ağrı kesici buldum ve içtim.
Masaya oturduğumda Eren'in büyük bir iştahla yediğini gördüm. Sinir bozucu neşesi beni daha çok rahatsız etmeye başlamıştı. Bir şey demeden masadan kalktım ve odama ilerledim. Arkamdan ağzı dolu bir şekilde seslendi. "Yine ne oldu ya? Yesene, omletin hepsini bitirmeyeceğim, söz!" Kapıyı kapatıp odanın ortasında öylece dikildim. Umutsuzca etrafıma bakarken gözüme dünkü dosyalar çarptı. Korkmamalıydım.
Masaya oturdum ve bilgisayarımı açtım. Bir yerden başlamam gerekiyordu. Duygusal zırvalıklarla baş etmem de. Arama motoruna 'Gece Özdemir' yazdım ve arattım. Birkaç sosyal medya hesabı çıktı. Tıkladım ama hesapları gizliydi. Sayfadan çıkacakken gözüme biyografi kısmına bırakılmış bir link çarptı. Karşıma çıkan site bir tür sanat kulübüne aitti. Biraz göz gezdirdikten sonra adresi ve telefonu bir kağıda yazdım.
Dar sokakta ilerlerken, buralarda bir sanat kulübünün bulunabileceği fikri giderek zayıflıyordu. Ümitsizce ilerlerken telefondan konuma tekrar baktım. Son kez sağa dönmem gerektiğini gösteriyordu. Girdiğim, duvarları bin bir renkle boyanmış bir çıkmaz sokaktı. Beklemediğim bu manzara kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Silkinip uzun dar sokakta yürümeye başladım. Buradaki tuhaf enerjiyi hissetmemek mümkün değildi. Duvar diplerine konulmuş çiçeklerin birbirinden farklı ve has kokuları burnuma dolarken soğuğun parmak uçlarıma daha yumuşak dokunduğunu hissettim. Kapısı açık -tuhaf bir mimariye sahip olan- binadan içeriye girdim. Etrafta kimse yoktu. İlerledim.
Gördüğüm manzarayı beynim algılamakta güçlük çekiyordu. Olduğum yere çivilenmiştim. Aldığım nefes göğüs kafesimin kırık duvarlarında sekti. Göz bebeklerim mavinin en güzel tonunu görmeye alışamamıştı. Elanın toprak kokan bal damlamış yeşilinden çıkan ışıklar tenimden içeriye girip kan akışımı hızlandırıyordu. Başına koyulmuş beyaz leylaktan tacı güzelliğini daha dayanılmaz bir hale getirmişti. Burnuma gelen beyaz çiçek kokusu boğazımda oluşan yumruyu tetikledi. Beklenmedik bir darbe yemiş gibi birkaç adım geriledim. Gece'nin büyüleyici gülümsemesi çoktan aklıma kazınmıştı.
Gece, kimsin sen?