Okula geç kalmıştım. Eve geç döndüm ve alarm kurmak aklıma bile gelmedi. Uyandığımda okula yetişmek için yeterli zamanım vardı ama Eren'in salonun halısının üzerinde kendi kusmuğunda boğulmak üzere olduğunu gördüm. Onu banyoya ve oradan da odasına taşımak benim için çok da kolay değildi. Neden bu kadar içtiğini ona daha sonra soracaktım.
Nefes nefese sınıfa girdiğimde hocanın ters bakışlarına aldırmadan arka sıralardan birine oturdum. Sınıf her zamankinden daha kalabalıktı. Herkes önündeki kağıtlarla ilgilenmeye başladığında ne yapacağıma anlam veremedim. Öylece etrafa bakmaya devam ediyordum ki biri sessizce yanıma oturdu ve önüme bir kağıt koydu. Kağıdı veren kişiye baktığımda hızla kafasını çevirdi. İlgilenmeyi bırakıp kağıdı incelemeye başladım. Bağımlılığa yönelten durumlar ile ilgili saçma bir testti. Üzerinde fazla düşünmeden testi çözmeye başladım.
"Süreniz doldu." Stajyerlerden birisi kağıtları toplamaya başladı. Sürpriz testlerden hoşlanmıyordum. İnsanlar yavaş yavaş sınıftan ayrılıyordu. Teşekkür etmek için sağıma döndüğümde kaskatı bir şekilde karşıya bakıyordu. "Pardon?" Başını abartılı bir sakinlikle bana çevirdi ve işaret parmağıyla kendini gösterdi. İlk başta anlam veremedim ama daha sonra kendisine seslendiğimi anlamak için işaret ettiğini anladım. "Teşekkür ederim." Öylece bakmaya devam etti. Sessiz kalmaya devam edince kaşlarımı çattım. Acaba algısal bir problemi mi vardı? "Yani kağıt için." Aklına yeni geliyormuş gibi omuzlarını düşürdü. "Ben, özür dilerim. Aklım tamamen başka bir yerdeydi." Kendini kötü hissetmemesi için herhangi bir şey söylemedim. Onu daha önce de gördüğümü hatırladım. Farkında olmadan çenesini sıkıyordu. Sanırsam gergindi. "Tekrar teşekkür ederim." Kalemi çantama atıp ayaklandım. Biraz ilerlemiştim ki arkamdan seslendi. "Rica ederim!" Gerçekten algılama problemi vardı. Başımı iki yana sallayıp okuldan ayrıldım.
Günün geri kalanında yapacak bir şeyim yoktu. Eren'e baksam iyi olacaktı.
Kapıyı açtığım anda burnuma dolan kötü koku yüzünden nefesim kesildi. Kolumla burnumu tıkayıp hızla pencereleri açtım. Aceleyle çıktığım için halıyı temizleyememiştim ve bu şuan başıma bela olmuştu. Üzerindeki orta sehpayı kenara ittim ve halıyı toparlayıp kapının önüne koydum. Eren'in odasına ilerledim. Sabah bıraktığım şekilde yatmaya devam ediyordu. Huzursuz yüz ifadesi ne kadar mutsuz olduğunu ele veriyordu.
Yanına oturdum. Onun gibi sürekli mutlu ve enerji dolu bir insanın bile hayatı yolunda gitmiyordu. Kendi adıma üzülmemeliydim.
Hafifçe dürttüm. "Eren?" Tepki vermedi. Sarsmaya devam ettim. Mırıldanmaya başlamıştı. Adını tekrar seslendiğimde kaşlarını çattı ve yavaşça gözlerini açtı. Göz gözeydik ama o sanki nerede olduğunun farkında değilmiş gibi bakıyordu. Doğruldu ve elleriyle gözlerini ovuşturdu. Baş ağrısının onu deli ettiği ortadaydı. Koluna dokundum. Yorgun bir ifadeyle bana baktı. "Hadi duşa gir. Sana yemek hazırlayacağım." İtiraz etmeye hazır yüz ifadesini görünce kolundan tutup kalkmaya zorladım. "Israr edeceğimi düşünüyorsan, yanılıyorsun. Ben fikrimi değiştirmeden duşa gir hemen." Omuzlarını düşürüp banyoya ilerledi.
İyi karıştıramadığım için yaptığım çorbanın dibi tutmuştu ama yaptığımız yemekleri eleştirmeyi yıllar önce bırakmıştık. Ocağı kapattım ve dolaptan iki kase alıp salondaki yemek masasına taşıdım. Eren hala banyodaydı. Endişelenmeli miydim?
Banyo kapısını tıkladım ama ses vermedi. Kapıyı yavaşça açtım ve onu yere oturmuş –başı duvara yaslı- bir şekilde buldum. Yanına gidip diz çöktüm. "Eren?" Ağlamış mıydı?
Bunu fark etmek içimde bir şeylerin kırılmasına sebep olmuştu. Ne yapmam gerekiyordu? İçimden kendimi azarlamaya başladım. Son sınıf bir psikoloji öğrencisiyim ve ağlayan birini teselli bile edemiyorken, bu alanda insanlara nasıl yardımcı olacaktım?
Düşünmeyi bırakıp yanına oturdum. Başımı duvara yasladım ve tıpkı onun gibi suyun üzerime akmasına izin verdim. Başını çevirip bana baktığını hissettim ama ona söyleyebileceğim bir şey yoktu.
Ne kadar süre suyun altında oturduğumuzu bilmiyordum. Pes eden Eren olmuştu. Ayağa kalktı ve bana elini uzattı. Elinden destek alıp doğruldum. Kıyafetlerimiz suyla birlikte ağırlaşmıştı. Tişörtünü ve pantolonunu banyoda çıkarıp odasına ilerledi.
Nihayet masaya oturduğunda, ikinci kez ısıttığım çorbadan içmeye başladı. Akşamın geri kalanı da sessiz devam etti. Üzerine gitmemek adına bir şey sormadım.
Eren'i bu şekilde görmek beni hayal kırıklığına uğratmıştı. O yaşamaktan ve hissetmekten korkmazdı; sevmekten, kızmaktan. Gülmekten, ağlamaktan utanmazdı. Onu bu şekilde üzen kişi muhtemelen çok sevdiği birisiydi. Sevmek benim için hep korkutucu olmuştur. Ama üzülmekten korktuğum için değil.
Üzülmeyeceğimi bildiğim için.