Zamanı delmek mümkündür.
Banyoda saçlarımın içindeki sigara kokusunu çıkarmak için dördüncü kez saçlarımda köpürttüğüm şampuan zamanı deliyordu. Bu koku eskiye aitti. Bu koku zamanın solgun hale getirdiği bir andan buraya gelmişti. İçimden şampuandan yüzlerce satın alıp saklamak geliyordu.
Saçlarımı durularken bu muhtemel eylemimin muhtemel maliyetini hesaplıyordum. Sanırım ailemin bahşiş olarak bıraktığı para kadardı en fazla.
İçimde biryerde hala hayatta olan gururum bana verdikleri her paraya tiksinerek baksa bile umrumda değildi. Bana sevdikleri, acıdıkları için değil korktukları için para veriyorlardı. İğrenç sırlarını ifşa etmemden korktukları için. Beni biraz tanısalardı eğer bunu yapmayacağımı bilirlerdi ancak sonuca bakılırsa tanımıyorlardı.
Kabinden çıkarak havluya doğru yürümeye başladım. Ulaştığımda havluya sarılarak banyodan çıktım. Dağınık salonuma bakılırsa akşam buraları bir düzenlemek lazımdı. Şimdi lazım değildi ama.
Üzerimi giyindim sakince ve kapıya vardım.
Saat henüz okul vaktinden çok erken olmalı ki sokaklarda insanlar yoktu. Ve hava oldukça serindi. Ben de saçlarımı kurutmamıştım. Gülümsedim. Böyle giderse fazla yaşamazdım değil mi?
Okula doğru sessiz adımlarla yürürken dizlerimin cansızlığını fark ettim. En son ne zaman yemek yemiştim? Hatırlamıyordum. Yolumdan saparak yakışıklı bir çalışanı olan fırına yürümeye başladım. Kulaklığımda benimle konuştuğunu söyleyebileceğim şarkı göğsümde bir acıya sebep olduğunda sözünü ettiğim yakışıklı karşımda ne istediğimi soruyordu.
Gülüşü kesinlikle satın almak isteyeceğim ürünleri kastetmediğini bildiğimi bildiğini ve öylesine bunu yaptığını ortaya seriyordu. Zavallı.
Yakışıklı oluşu ya da saatlerini spor salonunda harcayıp mükemmel bir vücudu oluşu beni cezbetmiyordu. Sevişilecek bir adam değildi bence. Çünkü aptaldı ve buna rağmen ukala davranıyordu ki tam bu noktada zavallıydı. Yine de sanki gülümsemesi heyecanlandırmış gibi davranmaya karar verdim.
"Şey. İki börek alabilir miyim?" Diyordum utanıyor gibi ama içimde haline kahkaha atıyordum. Biraz dikkatli baksa gözlerimdeki ışıltının heyecan değil küçümseme olduğunu anlayabilirdi. Ama o bunu anlamaktan çok uzak davranarak bana bir mükemmel gülümseme daha bırakıp börekleri ısıtmaya koyuldu.
"Hiç manken olmaya karar verdin mi? Pek belli etmeyi sevmiyorsun ama giydiğin paçavraların altındaki fiziğin oldukça güzel.. inan bana güzeli ve çirkini ayırmakta oldukça yetenekliyim." Onu duyuyordum ama umursamıyordum. Başım yerde geçmişime bakıyordum. Saçlarıma, kaşlarıma, cildime verdiğim özen o kadar uzak değildi ama o kadar uzun geliyordu ki gözüme...
Yüzüme bakım yapmıyordum sadece banyo yapıyordum. Saçlarım sadece her gün yıkanıyordu ve bir yıl önce kısa kullandığım saçlarım şimdilerde hayli uzamıştı. Dokunmuyordum hiçbir şeye. Kendim dahil her şeyi bir kenara bırakmıştım. Acılı ruhum dinleniyordu.
Okula bile gitmek seçimdi benim için çünkü zengin ve gösterişçi bir aileniz varsa evde eğitim görürdünüz. Okula gitmezdiniz. Yok yazılmazdınız. Ve asla kötü not almazdınız. Hatılıyorum da ben zaten lise son sınıf öğrencisi kadar şey biliyordum on dört yaşımın sonunda. Aileme öfkeliydim ve onlar bununla uğraşmak yerine beni yönlendirmişlerdi. Çeşitli spor aktiviteleri. Özel dersler. Gelecekte kullanmam için öğrenmem gereken diller. Akademik başarım için kullanabileceğim her şey on dört yaşımdayken bana sunulmuştu ve bende kabul etmiştim.
Bomboş bakarak uzattım parayı ve para üstünü beklemeden çıktım.
Okula vardığımda böreğin son lokmasını mideme indiriyordum. Aklım merakla beni inceliyordu. Ne demişti o çocuk? Güzel fizik. Acaba bunu çok önemli bulanlar beni mutlu sanıyorlar mıydı? Belkide mutsuzluğumu "güzelim ve soğuğum" şımarıklığına yoran vardı. Oysa her gece kendimden kaçmak için var gücümle sokaklarda koştuğum için sportif bacaklarım vardı. Yemek yemeyi midem almadığı için bu kadar zayıftım.
Aşık olmak için yeterli miydi? Ya da yatmak için? Ben birini yatılabilecek erkek kriterine nasıl sokardım? Zekasıyla. Beni etkilemeli hatta beni bu konuda yenmeliydi. Aksi halde benim için hoş bir tablodan farkı olmazdı ki. Tabi görüntününde önemi vardı. Dokunulası bir teni olması tercihimdi. Zaten bence görüntüye önem vermediğini söyleyen herkes yalancıydı. Belki kendi görüntüleri hoşlarına gitmediği için kendilerini böyle kabul ettiriyorlardı belki toplumun çoğunluğunun görüntü zevkine uymuyorlardı ancak kesinlikle önem veriyorlardı. Zaten kim bir konu hakkında sürekli konuşuyorsa onun içinde o konuyla ilgili bir problem muhakkak vardı.
Ya zeki ya samimiyet sahibi içten biri olmalıydınız kalbimin içinr girmek için çünkü ben de samimiyet ve zekadan darbe almıştım.
Bir şey yapmak istiyorum. İnsanların arasına karışmak ve yarın yokmuş gibi davranmak. Belki kriterlerime kesinlikle uymayan biriyle yatmak. Belki kalbim bu yaptığıma tepki verirdi.
Sınıfımın kapısından içeri yürüdüm ve sırama oturdum. Okul hâlâ serindi. Kafamı sıraya koyup pencere camının bir karış altındaki duvarı izlemeye başladım.
Gözlerimi açtığımda sınıfta bir uğultu vardı ve kaç aydır adını ezberleme nezaketini asla göstermediğim bir kadın kitaplarını topluyordu.
Ayçil diğer sıradaki kızlardan biriyle konuşuyordu ben koluna dokunana kadar. Bana döndüğünde; "kaçıncı saatteyiz?" Diye mahmur mahmur sordum.
Samimi bir bakışla elini yanağıma koydu. "Dördüncü saat bitti. Hasta mısın? Ateşin var. Yanakların kıpkırmızı."
Kocaman kırmızı yanakların vaar.
"Galiba. Kantine inelim mi? Acıktım." Diyerek savuşturdum onun ilgisini. Vicdanım yakama yapışmadan yemek yemek mantıklı olandı. Ve bana uyarak yanımda yürümeye başlayan Ayçil kantine varınca bir canavara dönüşerek on dakikada ne kadar yemek yiyebileceğiyle ilgili rekorunu kırdı.
Sınıfa vardığımızda öğretmen evlere gidebileceğimizi söyledi. Devamı vardı ancak umrumda değildi. Ayçil'in evine doğru yürümeye başladık. Vardığımızda annesi ve babası evde hararetle konuşuyordu.
Annesi beni görür görmez öfkeyle üzerime gelmeye başladı. Elini alnıma koydu ve bir dizi fırça eşliğinde salondaki koltuğa oturtuldum. Sonrasını hatırlamıyorum.