Hikâye Evreni Oluşturmaya Hazırlık 3

63 4 0
                                    

Dan Brown'ın hikâye evreninden söz edelim biraz da. Onun romanlarında gerçek dünyada rastlayamayacağımız pek az şey var ve büyü yok. Fakat yarattığı dünyada bilim, büyünün yerini tutuyor. Kahramanlar süper güç sahibi olmamalarına rağmen süper güçleri olan bir kahramanın bile başaramayacağı şeyleri başarıyorlar. Yazar bunların hepsini bilim ve mantık düzlemine oturtmuş.

Dan Brown kitaplarının en dikkat çekici yanı zamanı yorumlayışı. Ancak aylar içerisinde gerçekleşebilecek olaylar çoğu zaman bir günde, bir gecede yaşanıyor. Gerçek hayatta bütün bu olayların aynı güne sığması imkânsız ama hikâye gerçekliği içinde bunu çok fazla sorgulamıyoruz. Zaman darlığı sebebiyle tempo çok yüksek. Yazar kendi evrenini oluştururken zamanı genişleterek bütün olayları aynı güne sığdırabiliyor. Çünkü bir hikâye evreninde her şeyi yapmak mümkün.

Dan Brown zaman sabiti olarak genelde bir günü kullanıyor.

Şimdi modern eserler yerine klasikleşmiş bir hikâye üzerinden, hikâye dünyası konusunu konuşmaya devam edelim. Çalıkuşu, Türkçe yazılmış en güzel romanlardan biri. Konuyu tartışmak için aykırı bir soru soralım. Mesela; Feride'nin neden cep telefonu yoktu? Feride neden sosyal medya kullanmıyordu? Feride neden Kamran'a trip atma emojisi göndermiyordu? Çünkü kitap, cep telefonunun icadından yarım asır kadar önce yazılmıştı. Doğal olarak Reşat Nuri Güntekin cep telefonunu bilmiyordu.

Ama acaba cevap gerçekten bu mu? Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu'nu şimdi yazıyor olsa kitaba cep telefonu girer miydi? Muhtemelen yine hayır. 1900'lü yılların başında geçtiği müddetçe bu romana, cep telefonu eklenmesi söz konusu değil. Çünkü o zamanın dünyasında böyle bir teknoloji yok. Çalıkuşu'nun geçtiği dünya bizimkine benziyor ama bizimkinden oldukça farklı. Şu an o dönemi anlatan bir hikâye yazmak istediğinizde günümüz dünyasının teknolojisini kullanamazsınız.

Acaba kullanamaz mısınız? Çalıkuşu örneği konuya farklı bir pencereden bakmak içindi. 1900'lü hatta daha geriye gidelim, 1330'lu yıllarda geçen bir hikâye yazdığımızı düşünelim. Hikâyeye cep telefonu koyduk diyelim; olaylar bir savaşın ortasında geçsin ve hikâyenin kahramanları birbirleriyle cep telefonuyla konuşsunlar. Fakat nasıl olur, 14. yy'da cep telefonu mu olurmuş?

Birileri, tarihsel gerçeklere bağlı kalmak zorundayız, bu yüzden cep telefonu katiyen böyle bir hikâyede olamaz diyebilir. Ama aslında gerçek şu: Biz o yılların hiçbirini görmedik. O zamandan duyduğumuz bütün olaylar başkalarının bize anlattıkları. Tüm bildiklerimiz yağlı boya resimler, resmi evraklar, mektuplar ve anılardan ibaret. İnsanların resmi ortamlar dışında nasıl konuştuklarını, arkadaş ortamında nasıl davrandıklarını bile bilmiyoruz. O zamanın espri anlayışı hakkında bir fikrimiz yok. Günümüzde bile birkaç yıl önce güldüğümüz bir espriye artık gülmüyorken, o zamanın insanlarının dost ortamlarında nelere güldüğünü bilemeyiz. Yine tüm bildiklerimiz o zamanlarda yazılan sınırlı sayıda yazılı eserden ibaret. Biz o dönemde geçen bir hikâyeyi yazarken her şeyi yeni baştan kurguluyoruz. Tarihten ilham almamız, yazdıklarımızı tarih yapmıyor. Bunları anlatabilmek için hayalimizde bir dünya kuruyoruz. Bazen dünyayı kurmak yetmiyor, evrenin dinamikleriyle, zamanla, mekânla, diğer fizik kurallarıyla oynamamız da gerekiyor.

Tarantino, Soysuzlar Çetesi filminde Adolf Hitler'in Paris'te bir film galasında ölmesini kurguladı ve bunu çekti. Aslında Hitler'in Almanya'nın yenilmesi sonrası intihar ettiği biliniyor. Bu durumda Tarantino neyin filmini çekti? Bu film hangi dünyada geçiyor?

Umberto Eco, Baudolino isimli kitabıyla tarihi birbirine katıyor. Aynı zamanda bir bilim adamı olan ve farklı dallarda uzmanlığı bulunan Eco için kimse bugün fantastik kurgu yazarı yakıştırması yapmayı göze alamıyor. Oysa Gülün Adı romanının efsane yazarı, Baudolino ile çok az fantastik kurgucunun yapmayı göze alabileceği ve sadece en yetenekli olanların üstesinden gelebileceği acayip bir kitaba imza atmış durumda.

Son olarak siyah beyaz filmlerden bahsedelim. Dünya hiçbir zaman siyah beyaz olmadı. Renkler her zaman vardı. Ama sinema filmleri bir dönem siyah beyaz çekiliyordu. O filmleri o zaman izleyenler bunu yadırgamadılar. Hâlâ hiçbirimiz bugün o filmleri izlerken bunlar gerçek değil, siyah beyaz dünya mı olur demiyoruz. Çünkü olabildiğini görüyoruz. Evet o filmler çekilirken dünya renkliydi. Ama bizim filmden izlediğimiz dünya renkli değil. Bildiğin siyah beyaz. Farklı bir gezegende geçiyor gibi. O zamanlar teknik imkanlar ve teknoloji bu kadarına izin veriyordu. İstense bile renkli çekim yapmak mümkün olmuyordu. Oysa şimdi bir filmi renkli çekebiliyorken, bazı yönetmenler siyah beyaz çekmek isteyebiliyor. Nedenleri farklı olsa da, bize farklı bir dünya gösteriyorlar. Çünkü bizim dünyamız renkliyken yönetmen, dünyasının siyah beyaz olmasını istemiş.

Bütün bunlar konuyu detaylandırmak için verilen örnekler. Bazıları oldukça spesifik oldu. Konuya, şu ana kadar yapılan açıklamaların hepsinden daha farklı bir pencereden bakıp daha farklı tanımlar ve örnekler de verilebilirdi. Ama nihayetinde hepsi; şu ana kadar okuduğumuz, dinlediğimiz, perdede seyrettiğimiz tüm hikâyelerin bizimkinden farklı bir yerde, onları üretenlerin kendi dünyalarında geçtiklerini anlamak içindir.

(Uygulamalı video dersler ve etkileşimli bir kurs deneyimi için https://www.udemy.com/yaraticiyazarlikegitimi adresini ziyaret edin veya Udemy mobil uygulaması üzerinden kursa erişin.)

Yaratıcı Yazarlık Eğitimi: İçindeki Yazarı Ortaya ÇıkarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin