blood, sweat and tears// 12.31.2018; 00:00
Akşam saat dokuz suları. Karşı karşıya duran iki beden. İki düşman.
Rüzgar esiyor, ülkenin Kuzey'inden gelen esinti kadının bedenini titretiyordu. Sarı saçları salıktı. Üzerinde adamın tişörtü, şok olmuşçasına ona bakıyordu.
"Yıllarca insanlara eziyet ettiniz." diye konuştu adam ağır ağır. Öfkeyle soluyor, tam kadının gözlerine bakıyordu.
"Yıllarca bir yalana inandırdınız insanlarımızı. Bunun hesabını... Nasıl verebilirsiniz ki Rosé?"
Rosé duraksadı. Hafif açılan dudaklarıyla adama bakarken, kalbine inen şoku kaldıramıyordu. Ne saçmalıyordu bu ahmak?
"Ben hiçbir şey yapmadım. Sen... Sen bunu biliyorsun Jungkook. Güney ve Kuzey başkanları yaptı-"
"Sen de başkanın kanındansın Rosé!" Jungkook, öfkeyle bağırırken etraflarına toplaşan insan topluluğuna alayla baktı. Hepsi paranın kurbanıydı. Hepsi şan şöhret aşığıydı gözünde.
"Şimdi gelmiş, ülkeyi birleştireceğini mi söylüyorsun? Kim inanır ki sana? Hangi aptal inanır sana?"
Alaylıydı. Ezici bir tavrı vardı ve kadını dibe çekmek istediği her halinden belliydi.
"Sen ne saçmalıyorsun Tanrı aşkına!" Rosé, kalbine dolan öfkeyle bağırırken, gözlerinden sıcak bir damla koptu. Kalbi ağrıyordu. İçi acıyla çalkalanıyor, düştüğü duruma oturup ağlamak istiyordu. Bu kadar mıydı her şey?
"Ben bu ülke için her şeyden vazgeçtim! Ben, bu ülkeye sahip olduğum herkesi verdim. Şimdi de kendi canımı koyuyorum ortaya. Benden ne istiyorsunuz daha?"
Jungkook, birkaç saniye öfkeden deliren kadına baktı. Hemen sonra eli kemerine iliştirdiği silaha gitmiş ve ani bir hareketle çıkarıp Rosé'nin kafasına dayamıştı.
Rosé, alnında hissettiği soğuk metalle bedeninin buz kestiğini, kulaklarının sağır ve gözlerinin kör olduğunu hissetti. Birkaç saniye öylece kalakaldı. Dudakları kelimeleri kavrayamıyor, yer ayağının altından kayıyordu.
Şaşkınlık, içine bir yılan misali kıvrılırken, gözlerinden bir damla süzülmüştü. Artık burnu, gözleri ve dudakları kızarıktı. Sarı saçları rüzgarın etkisiyle sırtına çarpılıyordu.
"Tek bir sefer soracağım. Hangi taraftasın?"
"Benim tarafım yok," diye bağırdı Rosé öfkeyle. Artık dayanamadığını hissediyordu. Hiçbir şeyi yoktu. Birkaç ay içerisinde düzlükte kalmıştı ve hala insanlardan güven dilenmek mecburiyetindeydi. Ondan bile. Oysaki, asıl şimdi anlıyordu en son güvenmesi gereken kişiye güvendiğini. Jungkook bile ona inanmıyordu.
"Ben Karenliyim. Ben, bu ülkenin kızıyım. Güney de, Kuzey de benim evim!"
Öfkeli sesi bir yıldırım misali düştü izdihama. Görüntüsü kalabalığı hareketlendirirken, rüzgara rağmen sıcak ve titreyen ellerini alnına dayanan soğuk metale yaslamıştı. Silahı tek harekette adamdan aldığında, içinde tek bir kurşun olduğunu fark ettiği alete birkaç saniye baktı ve topu çevirdi.
"Ne yapıyorsun? Rosé, silahı geri ver!"
Sessiz kaldı. Az sonra soğuk metali usulca şakağına yasladığında, şokla ona bakan Jungkook'a aldırmadan konuşmuştu. "Tekrar sor, hadi. Sadakatimi tartışmıyor muyuz? Hadi!"
Öfkeyle bağırmasına karşılık, aynı öfkeyle ona baktı adam ve bağırdı.
"Karen için canından geçer misin Roseanne Park?!"
"Evet!"
Eş zamanlı olarak tetiği çekti.
İşte şimdi Karen, kan, ter ve gözyaşı ülkesiydi.
Bir ülkenin iki yerinde, cesetler üstünde ağlayan iki çocuk vardı. Biri acı içiyordu. Diğeri tattığı şeyin zehir olduğundan bile habersizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blood, sweat and tears ❧ rosékook ✅
Fanfiction"Ben bu ülke için her şeyden vazgeçtim! Ben, bu ülkeye sahip olduğum herkesi verdim. Şimdi de kendi canımı koyuyorum ortaya. Benden ne istiyorsunuz daha?" Jungkook, birkaç saniye öfkeden deliren kadına baktı. Hemen sonra eli kemerine iliştirdiği sil...