0.7

3.2K 344 98
                                    


Davetten geleli yarım saat oluyordu. Kafam karışıktı. Öfkeli hissediyor ancak, sanki  dışa vuramıyordum.

Sakince üzerimi değiştirirken, kalbime yığılan rahatsızlıkla derin bir nefes aldım. Gerçekler can yakıcıydı ve ben göz ardı ettikçe karşıma çıkıyordu.

Üstelik Jungkook da cabasıydı. Gizemli birisiydi. Bunu onunla ilk konuştuğum andan çok net anlamıştım ve bir şeyler bildiğine emindim.

Siyah pantolonumu giydikten sonraa yün, beyaz kazağımı da kafamdan geçirip odamdan çıktım. Lavaboya girdiğimde makyajımın tamamen temizlenmesi için yüzümü yıkamış ve mutfağa yönelmiştim. Kendime bir bardak su alıp odama döndüğümde, çalışma masamın üzerindeki telefonum titreşti.

Küçük adımlarla masaya ilerleyip telefonu elime aldım ve gözlerim saate takıldı.

00;00

bilinmeyen numara: aşağıdayım

Görüldü.

Hızlıca bordo, kapüşonlu ve yağmurluk tarzı montumu elime aldım ve siyah beremi saçlarıma örterek hole ilerledim. Siyah, bağcıklı botlarımı giyerken, telefonumu da cebime atmıştım.

Derin bir nefes alarak dışarı çıktığımda asansöre binip beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra da aşağı inmiştim.

Apartmandan çıkmamla hafif atıştıran yağmurun kokusu ciğerlerime dolarken, rüzgar sarı saçlarımı uçuşturdu.

Kirpiklerimi kırpıştırıp birkaç adım attım. Bakışlarım Jungkook'u ararken, birkaç metre uzağımda, hâlâ çalışmakta olan siyah arabasının önünde durduğunu görmüştüm. Farları açıktı ve o da sakince ayakta dikiliyordu. Siyah montunun kapüşonunu kafasına geçirmiş, ellerini ceplerine sokmuştu.

Birkaç adımdan sonra yanına ulaştığımda, kapıları açıp bindik. Pahalı parfüm kokusu anında ciğerlerime dolarken, soğuktan sıcağa geçen bedenim mayışmıştı.

Jungkook, kapüşonlusunu çıkardığında ona yan bir bakış attım. Sık nefesler alıyordu ve şimdi tam da benim tanıdığım Jungkook'tu. Simsiyah giyinmişti. Siyah saçları fütursuzca alnına dökülüyor, kendi gibi duruyordu.

Araba hareketlendiğinde derin bir nefes alıp geri yaslandım ve beremi saçlarımın üzerinden aldım. Katlayarak cebime atarken, sinir bozucu sessizliği bozan taraf ben olmuştum.

''Nereye gidiyoruz?"

Pekala, belki de daha önceden sormam gereken bir soruydu ancak fazla tehlikeli bir yer olacağını düşünmüyordum. En azından umud ediyordum? Bu saatten sonra sadece mucize beklemem gerekiyordu.

''Gözlerini açacak yere. Gerçekleri görmen ve artık bir şeylerin farkına varman için.''

Daha fazla uzatmadım. Neresi olduğunu ısrarla sorabilirdim fakat hiç söyleyecek gibi durmuyordu. Benim de onun üzerine gidecek enerjim yoktu.

Derin bir nefes alarak kafamı geri yatırdığımda, sabahtan beridir saçma sapan bir programın sesi gelen radyodan müzik sesi yükseldi.

Şeytanlar ve melekler,

Bu gece burada, sevgili

Bir jilet al yanına,

Dudaklarınla öp onu

Okşa, sev, yan

Kessin seni ancak kanın dudaklarının içinde kaybolsun.

''Nefret edecekler bizden. Ya da benden.''

Kısık sesim arabada yankılandığında, jungkook direksiyonu sağa kırarken bana yan bir bakış attı. ''Beni niye eledin?"

''İnsanlar, gözlerine hitap eden şeyleri severler. Yakışıklı bir erkek gururlarını bir kenara bırakmak için yeterince iyi bir gerekçe. Bu durumda yem ben kalıyorum ellerine.''

Eğer yakışıklı veya güzelsen şanslısın

Çünkü insanlar, yakışıklı ve güzellerden nefret etmezler

''Seni de eleyelim o zaman.''

Göz kırpmasıyla göz devirerek bakışlarımı yola çevirdim. Kime, ne anlatıyordum ki, ben?

Yaklaşık on beş dakika sonra bir benzinlikte durduğumuzda Jungkook inerken, açık kapıya yaslanarak hafif eğildi. ''Bir şey istiyor musun?''

''Hayır.''

Hafifçe kafa sallayıp kapıyı örttüğünde onu beklemeye başlamıştım. Yağmur çok hızlı yağıyor, öfkeyle camlara çarpılıyordu. Keskin bir rüzgar vardı. Hava muhtemelen buz gibi olmuştu ve etraftaki karanlık ürkütücüydü.

Arabanın içinde yankılanan kasvetli müzik derin bir nefes almama neden olduğu sırada kapı açıldı ve Jungkook sürücü koltuğuna yerleşirken, elindeki poşeti bana uzattı. Sakince poşeti aldığımda içindeki soğuk kahveler gözlerime çarpmıştı.

Jungkook kapısını kapattıktan sonra arabayı çalıştırdığında elini poşete atıp kahvelerden birisini aldı ve diğerini kucağıma bırakıp poşeti kenara bıraktı.

''Teşekkürler,'' diye mırıldanarak soğuk kahve kutusunu avuçlarken, tekrar işlek caddelerden birisindeydik. Soğuk kahve ağrıyan ve karışmış kafama şüphesiz iyi gelmişti.

''Daha ne kadar var?"

Bıkkınlıkla söylenerek boş kutuyu poşete attığımda, Jungkook yorgun suratıma birkaç saniye bakıp önüne döndü. ''Birkaç saat daha araba yolumuz var. Bekleme, uyu. Uyandırırım.''

Her ne kadar sorgulamak istesem de, uyku ağır bastığından kafa sallamakla yetindim ve sıcaktan mayışan bedenimle koltukta kıvrılıp gözlerimi yumdum.

''Uyu Rosé,'' dedi ilk kez ismimi telafuz ederek. ''Gerçeklerin seni uyutamayacağı geceler için uyu.''

Uyudum. Bedenim üzerine bir şeyler örtülürken, tanıdık koku çok daha yakınımdaydı.

'

Gözlerimi araladığımda, gün ışığı yüzüme vuruyordu ve bu fazlasıyla rahatsız ediciydi. Kirpiklerimi kırpıştırarak etrafa bakarken, üzerime örtülen siyah mont gözlerime çarpmıştı.

Bakışlarım arabada dolaştığında Jungkook'un arabayı durduğunu fark ettim. Üzerinde siyah bir sweat vardı ve anlaşıldığı üzere üzerimdeki mont ona aitti.

Ben sertçe yutkunurken, o da anahtarı  delikten alıp cebine atarak bana dönmüştü.

''Uyandın demek,''

''Sabah olmuş,'' diye mırıldanarak bakışlarımı ağarmakta olan güne diktim. Ardından tekrar ona döndüğümde, şüpheyle suratına bakmıştım. Fazlasıyla yorgun duruyordu.

''Sen uyumadın mı tüm gece?''

Hafifçe kafa salladı. ''Uykuyla aram iyi değildir.''

Bir şeyler söylemek istedim ancak bunun için yeterince yakınlığmız olmadığımızdan sustum.

''Buradan sonra yürüyeceğiz. İn hadi.''

''Jungkook,'' derken derin bir nefes aldım. Artık yorgun ve uykusuz olmadığımdan cevap istiyordum.

''Nereye gidiyoruz?"

Elini kapının koluna attı ve inmeden önce sorumu cevapladı.

''Sınırı geçeceğiz Rosie.''

blood, sweat and tears ❧ rosékook ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin