BAŞINA GELECEKLERDEN HABERDAR OLMAK

15 2 0
                                    

His denen duygu öyle değişik bir duygu ki. Altında o kadar derin anlamlar, öylesine şeyler yatıyor ki. Öylesine acılar, öylesine mutluluklar, öylesine yeni yeni olaylar yatıyor ki. Burda hepsini açıklamak o kadar zor ki. İnsanın başına gelecek olanları hissetmesi bazen güzel şeylere yol açarken bazen de öylesine yıkıyor öylesine yoruyor ki insanı. Şimdi burda öylesine dediğime bakmayın, derin yıkıyor insanı aslında hiçte öylesine yıkmıyor. İnsan başına gelecek olanları hissedebiliyor. Herkesin doğru hissettiği tartışılır ama bazı insanlar cidden hissediyor. İnsan bazen sebepsizce bir anda huzursuz oluyor, sanki huzurunu kaçıracak bir sebebin olacağını hissediyormuş gibi, başına gelecek olan şeyi biliyormuş gibi huzursuzluk kaplıyor heryerini. Kimi zamansa değişik bir şekilde sebepsizce mutlu oluyor, herşeye güzel bakıyor, herşeyi güzele yoruyor insan. Ve o hissettiği güzel şey er ya da geç geliyor başına. Ne kadar derinden hissediyorsa acısı veya mutluluğu da o kadar derin oluyor. Çaresizliklerle kaplı bir insansa, hiçbir şeye mutlulukla, umutla bakamıyor. Çünkü ne zaman mutlulukla veya umutla bakmışsa sonunda hep çaresizliklerle yıkıldığı aklına geliyor. Küsüyor güzel hislere. Küsüyor, mutlu olunabilecek anılara. Küsüyor yaşayamamış olduğu güzel mutluluklara. Cidden mutlu olacağı güzel birşey yaşayacağı varsa da hevesi kalmıyor onu yaşamaya. Herşeyi kötüye yoruyor, her zaman başına gelebilecek en kötü şeyi düşünüyor, sonrasında yıkılmamak için. Bazı insanlarınsa kendinden çok değer verdiği, belki de hayatta en çok anlam yüklediği insanlar oluyor. Kendini zerre umursamıyor, kendinden bi bok olmayacağını biliyor ama canından çok sevdiği, derin anlamlar yüklediği insana karşı öyle olamıyor. Kırmaktan korkuyor, üzmekten korkuyor. Yıkmaktan korkuyor. Kendi zaten yıkılmış olduğundan pek umrunda olmuyor da, karşısındaki canının içiyse eğer canı yanıyor. Acaba mı diye düşünüyor. Herşeyi, her duyguyu, her düşünceyi, söyleyeceği yazacağı her kelimeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüyor. Çünkü karşısındaki kişiye öyle anlamlar yüklemiş ki, karşısındaki kişiyi öylesine benimsemiş, öylesine hayatının merkezi yapmış ki. Yine öylesine değil :) Çok başka, çok değişik, çok bambaşka. Herşeyin tanımını yapan insan, karşısındakini bir türlü kelimelere sığdıramıyor. Kendine küsen insan, karşısındaki için hayatla barışıyor. Kendini bitiren insan, karşısındaki için birşeyleri yaşatmaya çalışıyor. Kendisi yerle bir olan yorulan insan, öylesine çırpınıyor ki karşısındakinin ufak bir tebessümü için. Bu mu yorgun lan diyorsun, saşıp kalıyorsun. İnsan bazen de ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemiyor. Öyle bir yola giriyor ki, ne yol ikiye ayrılıyor, ne çıkışı var ne dönüşü. 4 duvarla kaplı bir odaya benziyor ama bir yol. Nefes alamıyor ama yaşamak zorunda. Değişik işte, dediğim gibi bazı şeylerin tarifi olmuyor ve tarifi olmayan şeyleri anlatmaya çalışmak insanı bitiriyor. Dönülmüyor o yoldan, çıkılmıyor da. Devam etmeye çalışsan sonunu kestiremiyorsun ki. Yolu bitirmek istesen gücün yetmiyor. Kendine güvenin gelmiyor. Ama o yolda yürüdüğün, devam ettiğin her koşulda yine ihtimaller yine düşünceler ve yine acabalar kaplıyor beyninin 4 bir köşesini. İşte bu duygu, bu duygu hiçte öylesine bir duygu değil. Bu duygu insanı mahvediyor, öleceğini bile bile yaşaması gibi birşey insanın. Arada tek bir fark var ki, insan hayatının sonunda öleceğini biliyor. Ama bu yolun sonu nereye çıkacak kestiremiyor. Ve düşündüğü her ihtimal de nefesini kese kese insanı koşturuyor, yoruyor ve adım adım tüketiyor...

YAZAMADIKLARIM-YAŞAMADIKLARIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin