Sarışın garsonun bana yaşattıklarından sonra orada bir süre daha öyle kalmıştım. En sonunda o kediyi de yanında alarak gözden kaybolduğu zaman silkelenerek kendime gelmiş ve poşeti sımsıkı tutarak evime kadar koşmuştum.
Evime çok bir mesafe kalmadığı için kısa zamanda ulaşmış tek yaşadığım iki katlı bahçeli evime titreyerek girmiştim. Poşeti kapının yanına bırakarak hemen salona doğru yönelmiştim. Salona varana dek botlarımdan, kabanımdan ve çoraplarımdan kurtulmuştum. Hemen koltuğa oturup büyük, yumuşak battaniyeme sarınarak ses yapması için televizyonu açmış ve cenin pozisyonu alarak boş gözlerle, titreyerek televizyona bakmaya başlamıştım.
Ve yaklaşık yarım saattir bu pozisyondaydım.
Yarım saattin sonunda titremem geçmiş ve hava iyice kararmıştı. Evimi aydınlatan tek şey açık olan televizyondu. En sonunda kendime geldiğime karar vererek cenin pozisyonumu bozdum ve hareketsiz kalmaktan sızlayan boynumu ovuşturarak üst kata üzerimi değiştirmek için odama çıktım.
Evim iki katlı olmasına rağmen çok büyük değildi. İlk kat banyo, mutfak, salon ve küçük bir kilerden oluşuyordu. Mutfak ve salon birleşikti ve üst kata çıkan merdivenlerin yanında küçük bir koridor vardı. Orada ise banyo ve kiler bulunuyordu. Üst katta benim odam, bir misafir odası ve banyo bulunuyordu. Odam merdivenlerin hemen karşısındaydı yanında ise banyo vardı. Banyonun karşısında ise misafir odası.
Evimin bir de bahçesi vardı. Bahçede iki ağaç, ağaçlar arasında bir hamak, çiçekler ektiğim bir köşe ve iki sandalye, bir masa vardı.
Evimi gerçekten seviyordum. İlk taşındığım zamanlar gerçekten çok boş ve büyük hissettirmişti fakat elimden geleni yapıp bu binayı evim yapmıştım.
Odama girip hızlıca üstümü değiştirerek aşağıya geri indim. Kapının yanında duran poşeti alarak mutfağa gittim. Poşetin içinde duran hazır ramen paketlerini alarak bir kutu hazırladım ve salona geri dönerek koltuğa tekrar oturdum ve bu sefer güzel bir kanal açarak izlemeye başladım.
Elimdeki ramen bitince kutuyu atmak için mutfağa geri döndüm. Kutuyu attıktan sonra poşette olan abur cuburları alarak geri döndüm. Bu sefer televizyonu izlemek yerine boş bir şekilde televizyona bakmaya başladım. Aklımdan gülümsemesi gitmeyen sarışın çocuk beni her şeyden alıkoyuyordu.
Saçları çok yumuşak görünüyordu. Acaba özel bir şeyler yapıyor muydu? Saçları boya gibi duruyordu. Acaba Gerçek rengi ne? Kafede tam zamanlı mı çalışıyordu acaba? Öğrenci miydi? Bana yakın bir yerde mi oturuyordu? En önemlisi. Adı neydi? Kaç yaşındaydı? Ailesiyle mi kalıyordu?
Oflayarak kafamı tuttum. Yavaşça yana doğru devrilerek bacaklarımı sertçe salladım ve kafamı yastığa gömerek boğuk bir çığlık attım.
Nefes nefese doğrulduktan sonra ellerimi sertçe saçlarımdan geçirdim. Bu sefer sakince oturarak düşündüm.
Mavi.
Mavi gülümsemeli çocuk.
Dudakları. Dudakları çok yumuşak gözüküyordu. Acaba gerçekten öyle miydi?
Yüzümde aptal bir gülümsemeyle dudaklarıma dokunduğumu fark edince hızlıca doğruldum. Kalbim çok hızlı atıyordu. Yıllar sonra birini tanıma isteğiyle dolup taşmıştım. yıllarca ilgimi çekecek beni hayata döndürecek kişiyi aramıştım. Sonunda bulmuş muydum?
Sarışın gars- hayır.
Mavi gülümsemeli çocuk.
Bana yeniden yaşamayı öğretebilir miydi?
Daha doğrusu:
Öğretir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
be somebody // Jikook
FanfictionJeon Jungkook renklerini kaybetmiş bir insandı, Park Jimin ise elinde gökkuşağından bir fırça tutuyordu.