"Merhaba, Jungkook! Nasılsın?" Jimin'in neşeli sesi kulaklarımı doldururken karnımda olan kasılmaları görmezden gelerek kafamı ona çevirdim.
"Merhaba, Jimin-ssi. İyiyim, sen nasılsın?" Jimin önceki günlere nazaran daha boş olan kafede bir masanın üzerini silerken konuştu. "Ah, Jungkook-ssi ben hiç iyi değilim." Hafifçe dudaklarını büzerek söylediği sözlerle endişemi saklayamayarak konuştum. "Neden! Kötü bir şey mi oldu?" Jimin iç çekerek elindeki bezi ve yanından geçen Taehyung'a gözlerini kısarak bakmaya başladı ve tıslar bir ses tonuyla konuştu. "Aslında sinemaya tek başıma gitmeyi hiç sevmem ama birisi beni ektiği için tek başıma gitmek zorundayım." Jimin'in bu sözleri üzerine Taehyung sadece gözlerini devirerek yanımızdan uzaklaştı. Jimin ise bana dolu gözlerle bakarak konuştu. "Görüyor musun Jungkook-ssi? Ekildiğim gibi umursanmıyorum da." Önemli bir şey olmadığını anlayınca ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi bıraktım ve derin bir nefes aldım.
Ne kadar önemli bir şey olmasa da Jimin üzgün görünüyordu. Dolu bakan gözlerine dayanamayarak konuştum. "İstersen ben seninle gelirim." Jimin ilk başta çok şaşırmış gibi gözükse de sonra yüzünde güzel bir gülümseme oluştu. "Çok isterim."
Jimin'in mesai saati bitince dükkandan çıkmış alışveriş merkezine doğru yürüyorduk. Yürürken ellerimiz hafifçe birbirine sürtecek kadar yakındık. Bu sürtünme içimde elini tutma isteği oluşturuyordu. Yanaklarımın kızardığını hissedince gözlerimi kırpıştırdım.
"Jungkook, iyi misin?"
Jimin'in sesini duyunca kafamı ona çevirdim. Bana meraklı gözlerle bakıyor, cevap vermemi bekliyordu. Gözlerine dalmamak için gözlerimi kaçırdım. "Evet iyiyim. Neden ki?"
Jimin benim kısık sesime karşı oldukça neşeli bir şekilde kıkırdayarak konuştu. "Kızardın." Bana biraz daha yakınlaşarak koluma girdi. Kafasını omzuma koyunca ona bakabilmek için kafamı biraz daha ona çevirdim. Gözlerimi kaçırmama izin vermeyecek bir şekilde kirpiklerinin altından bana baktı. "Seni heyecanlandırıyor muyum Jungkookie?"
Nefesimi tutarak yüzüne bakmaya başladım. Yüzüm iyice kızarırken Jimin kolumdan tutarak kıkırtılar eşliğinde beni alışveriş merkezinin içine koşturttu. Ellerimize bakarken durduğunu bile fark etmedim. Jimin'e hafifçe çarpınca durdum. O, ona çarpmamı umursamadan gülerek konuşmaya başladı. "Çok utangaçsın." Bunları söylerken bir filmin afişini inceliyordu. Ben de hala el ele olan ellerimizi izliyordum.
Birden elini elimden çekince gözlerimi hızlıca ona çevirdim. Posterin önüne geçmiş ve bana doğru gülümsüyordu. "Jungkook, fotoğrafımı çeker misin?" Cebimden telefonumu çıkararak kamerayı ona çevirince ilk başta düzgün pozlar verse de bir süre sonra verdiği saçma pozlara gülmekten kamerayı doğru düzgün ayarlayamıyordum bile.
O da yanıma gelerek doğrulmama yardımcı oldu ve telefonu elimden alarak benim de görebileceğim şekilde telefonu tutarak resimlere bakmaya başladı. Bir kaç fottoğrafı seçerek kendine yolladı. Sonra ön kamerayı açarak ikimizi kadraja alacak şekilde ayarladı. "Jungkook hadi kocaman gülümse!"
Çekindiğimiz fotoğrafı telefonuma duvar kağıdı yaparken konuştu. "Telefonunda hiç fotoğraf yok. " Onu cevaplamayıp sadece gülümsemekle yetindim. O da çok üstelemedi.
Telefonumla işi bittikten sonra tekrar elimden tutarak beni sürüklemeye başladı. "Hadi bu filme girelim." Peşinden gülerek yürürken aklıma takılan soruyla biraz duraksadım. "Ama senin girmek istediğin bir film yok muydu?"
Jimin bana sözlü bir cevap vermedi. Sadece bana dönüp utangaç bir şekilde gülümsedi.
Ben de içimde yeşeren umutlara engel olamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
be somebody // Jikook
FanfictionJeon Jungkook renklerini kaybetmiş bir insandı, Park Jimin ise elinde gökkuşağından bir fırça tutuyordu.