Dün gece aklımda dönüp dönen sorular ile uğraşırken koltukta uyuya kalmıştım. Sabah uyandığımda ise gördüğüm rüya beni oldukça etkilemişti. Mavi gülümsemeli çocuk ile birlikte sarıldığımız bir rüya görmüştüm. Hayatımda daha önce hiç bu kadar utanmamıştım galiba.
Bir anda hayatıma giren bu çocuk zihnimi kendine yer bellemiş ve ayrılmayı reddediyordu. İşin beni rahatsız eden yanı ise ben bundan hiç rahatsız değildim.
Bir anda hayatıma giren bu çocuğu tanımak renklerle sevişmek istiyordum.
Şuan her ne kadar cesaretli olsam bile onun karşısında hiçbir şey yapamayacağımın farkındaydım. Karşısına geçip konuşamayacağımı biliyordum. Bu yüzden öğlen olmasını bekleyip hazırlandıktan sonra yanıma bir kitap ve düne karşıt güneş açmış havaya rağmen sırt çantama bir şemsiye koyarak dünkü kafeye gitmekteki amacım onunla konuşmak değil, onu seyretmekti.
Hem belki adını öğrenirdim.
Yanaklarımın kızardığını fark ettim zaman yavaşça yanaklarıma vurdum. Bana ne olmuştu böyle? Hiç yapmadığım şeyleri yapıyordum. Nedensiz yere kızarıyor, evden nerdeyse hiç çıkmama rağmen adını bile bilmediğim bir çocuğu görmek için bir kafeye gidiyordum.
Neden? Neden bunu yapıyordum ki?
Neden bir çocuğu görmeyi bu kadar istiyordum? Güzel bir gülümsemesi olduğu için mi? Sadece güzel bir gülümseme mi kalbimi ilk defa bu kadar hızlandırmıştı? Ona karşı bir şey hissediyor olamazdım. Değil mi? Sonuçta onu dün ilk defa görmüştüm ve hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ve bu beni çok rahatsız ediyordu. Onu tanıma isteğine karşı çıkamıyordum. Birini sevmenin güzel bir şey olduğunu hatırlıyordum. O kişiyi kaybettiğinde hissedilen acıyı da hatırlıyordum.
Sonuç olarak onu sevmiyordum. Sadece onu merak ediyorum. Evet, merak. İsmini öğrendikten sonra peşini bırakacaktım.
Kafenin önüne geldiğimde biraz dışarıda dikilip kafeyi inceledim. Dün çok dikkat etmemiştim ama kafenin mimarisi çok güzeldi. Kafenin dış duvarları siyahtı ve bir duvarı tamamen camdı. Camdan bakınca arabaların geçtiği caddeyi görebiliyordunuz.
Kafeden içeriye girdiğimde bir zil sesi duydum fakat kafenin içerisi gürültülü olduğu için sadece ben duyabilmiştim. Cam kenarı dolu olduğu iç ortalarda kalan bir masaya oturdum. Kafenin içerisi en az dışı kadar güzeldi. Duvarlar dışarıda olduğu gibi siyah değil açık lila rengindeydi. Duvarlarda raflar asılı ve üstlerinde kitaplar ve çiçekler vardı. Boş kısımlara ise birkaç tablo asılmıştı.
Kafeyi incelemeyi bitirince onu görmek amacıyla etrafa bakındım ama göremeyince menüyü açıp bakmaya başladım. Hafifçe dudaklarımı büzdüm. Onu görememek moralimi bozmuştu. Yine de pes etmeyip beklemeye karar verdim.
Dün kasada olan çocuk gelip siparişimi sorunca bir dilim kek ve çay istedim. Mavi gülümsemeli çocuk hala ortalıkta gözükmüyordu. Bende beklerken tuhaf gözükmemek için yanımda getirdiğim kitabı okumaya başladım.
Birkaç dakika sonra sonra az önce gelen esmer çocuk kek ve çayı getirince kitabı okumayı bırakıp teşekkür ederek fincana ellerimi koyarak ısıttırken kafede gözlerimi gezdirdim. Tam onu hala göremediğim için moralim bozulmuşken gözüm açılan kapıya takıldı. Kapıdan içeriye o girmişti.
Oturduğum yerde birden dikleştim ve gözlerimi hemen çaya diktim. Ona bakmasam bile ince sesini duyabiliyordum. "Hoseok abi, istediğin markette havuç kalmamıştı ben de başka bir yerden aldım sorun olur mu?" Merakla kafamı kaldırdığımda elindeki poşeti kızıl saçlı bir çocuğa uzattığını gördüm. Kızıl saçlı çocuk gülümsedikten sonra konuştu. "Önemli değil, çabuk ol ve Tae'ye yardım et. Kafe iyice kalabalıklaştı." Sarışın, kafasını hızla salladıktan sonra montunu çıkardıktan sonra bekleyen kişilerden sipariş almaya gitti.
Bende bir süre onu izlesem de belli etmemek için arada bir kitap okuyor, çayımı içiyor ve bir kaç çatal kek yiyordum. Çay ve kek bittiğinde kafamı tekrar kaldırıp onu izlemeye başladım. Kafeye geleli neredeyse dört saat oluyordu. oldukça yavaş bir şekilde yediğim kek ve içtiğim çay bana sadece dört saat yetmişti. Daha fazla durursam olduğundan daha fazla dikkat çekeceğimi düşünüp ayaklandım. Montumu giyip kasaya doğru ilerledim. İsmini öğrenemediğim için moralim bozuktu ama bir yanda tekrar gelmek için bahanem olduğu için seviniyordum.
Kasaya geldiğimde dün orada duran esmer çocuk yerine oldukça beyaz tenli, siyah saçlı ve soğuk bakışlara sahip bir erkek duruyordu. Masa da duran fişi verdikten sonra beklemeye başladım. Siyah saçlı çocuk tam ağzını açmıştı ki yan taraftan bir bağırma sesi geldi. "Seni velet! Bana bir şeyin olmadığını söylemiştin." oldukça yakışıklı ve geniş omuzlu bir erkek sarışına bağırıyordu. Sarışın bakışlarını yere sabitlemiş ve bir şey demiyordu. Geniş omuzlu erkek bu sefer daha sakin bir ses tonuyla konuştu. "Eve git ve dinlen," Sarışın itiraz etmeye çalışınca "itiraz kabul etmiyorum." Sarışın yenilgiyle omuzlarını düşürerek montu giyerek dışarı çıktı.
"Parayı verecek misin artık?"
İrkilerek önüme döndüğümde siyah saçlının eskisinden daha soğuk bir şekilde baktığını görünce telaşa kapılıp hemen parayı ödedim. Telaşlı adımlarlar dışarı çıkarken yarım yamalak "İyi günler." diye mırıldandım. Evime doğru yürümeye başladım.
Biraz ilerledikten sonra mavi gülümsemeli çocuğu bir demire yaslanıp yere eğilmiş bir şekilde buldum. Kendimi engel olamayıp hemen yanına gittim. Elimi koluna koyunca hafifçe gözlerini araladı. "İyi misiniz?" Soruma hafifçe gülümsedikten sonra hafifçe dikleşerek konuştu. "Evet iyiyim. Başım döndü sadece." Emin olamasam da kolunu yavaşça bıraktım. Birkaç adım attıktan sonra sendeleyince hemen tekrar tuttum. "Size evinize kadar eşlik edeyim." Endişeli sesime şaşırdım. Neden bu kadar endişelenmiştim ki? Hızla çarpan kalbimi hissedebiliyordum. İtiraz edeceğini anladığımda "Lütfen." diyerek üsteledim. Oda çok iyi olmadığına karar vererek kabul etti.
Evini tarif etmesi dışında pek konuşmadık. Evinden içeriye girerken yorgunca 'teşekkürler.' dediğini duydum. Ben de gülümseyip 'önemli değil.' diye mırıldandım.
Evinin kapısını kapatmadan önce kendime hakim olamadan tekrar konuştum "Adınız nedir acaba?" Bana hafifçe gülümsedikten sonra konuştu. "Jimin. Park Jimin. Senin?" İsmini vermiş olmanın heyecanıyla konuştum. "Jungkook. Jeon Jungkook." Tekrar gülümsedikten sonra "Tanıştığıma memnun oldum. İyi günler Jungkook." dedikten sonra kapıyı yavaşça kapattı.
O gün eve dönerken hep ismini mırıldanıp gülümsedim. Eve geldiğimde ise aklımda tek bir düşünce vardı.
Yaşını öğrendikten sonra peşini bırakacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
be somebody // Jikook
Hayran KurguJeon Jungkook renklerini kaybetmiş bir insandı, Park Jimin ise elinde gökkuşağından bir fırça tutuyordu.