Normal davranmam oldukça kolay oldu, çünkü normalde de şu anda da olduğu gibi oturup, sadece Albert’i izleyerek olanları düşünüyordum. Yani farklı hiçbir şey yapmadan, düşüncelerimi netleştirip, Albert’in kötü bir insan olup olmadığını anlamaya çalışırken, hiç dikkat çekmedim. O yanımda kalın, dilini bilmediğim bir kitabı okuyordu, ben koltuğa kolumu yaslayıp, onu izliyordum. Aynı zamanda onun kötü olmadığı konusunda kendimi ikna etmek için uğraşıyordum. Lucas’ın adını bile hatırlamıyorken, başından beri yanımda duran kişi yerine o adamı seçmek saçmalık gibi gelse de, o melek ruhum kafamı karıştırmaya devam ediyordu. Normal bir şekilde ölseydim bunların hiç biri başıma gelmeyecekti, neden bu hale düşmüştüm ki. Onun kötü olup olmadığına hala karar verememiştim. O kadar masum ve güzel duruyordu ki, kitap okurken bile ona bakarak aşık olabilirdim. Bu sadece yakışıklılıkla ilgili bir şey değildi, parkta gördüğüm o adam da, Lucas’ta olmayan bir şey vardı onda, bir saflık, duru bir güzellik. Eğer ikisini karşılaştıracak olsam ikisi de bana çok yakışıklı geliyordu, hatta o Lucas daha yakışıklı olduğunu bile kabul edebilirdim. Ama onda Albert’e olan o saf çekicilik yoktu, ona aşık olduğumu sanmıyordum.
Albert bana doğru dönünce ürküp yerimde zıpladım. Bana gülümseyerek, kitabını kapatıp sehpanın üzerine koydu. Ardından bana doğru dönüp birden elimi tuttu. Bana dokunmasına alışkın olsam da ilk defa nedensiz yere elimi tutması beni şaşırtmıştı.
Elimi dudaklarının önüne getirip ‘Sizi dışarıya çıkarmamalıydım, sizi uyarmadığım için benim yüzümden korktunuz. Lütfen beni affedin ve artık korkmayın’ dedikten sonra elimi öpünce kalbim durdu. Ölmemiş olsaydım kesin şu an kalp krizi geçirmiş olurdum. Böyle yapınca onun kötü olmadığı konusunda kendimi ikana etmem kolaylaşıyordu. Elimi bırakmadan kirpiklerinin arasından bana bakıp ‘Uyumalısınız, bu şekilde daha iyi hissedeceksiniz ‘ dedi. Hemen onu başımla onayladım. Yine beni etkisi altında aldığını beni yavaşça kucakladığında fark edebilmiştim. Sanırım gerçekten beni kullanıyordu.
Uyuduğum odaya, yani beyaz odaya girebilen tek kişi Albert’i. O olmadan o odaya girmem de çıkmam da imkânsızdı. Şimdi fark ettim de beni orada esir tutuyormuş gibi duruyordu. Yani beni orada bıraksa sonsuza kadar dışarıya çıkamazdım. Bunun düşüncesi bile korkunçtu. Beni yatağıma bırakıp, üzerimi nazikçe örttü. Her zaman yaptığı gibi uyumamı beklemek için başucuma oturdu. Yatağa yatar yatmaz alışkın olduğum beyazlar içinde hemen uykum geldi. Albert saçlarımı okşarken gözlerim kapandı.
Uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. Gözlerimi aralamadan önce saçımda hissettiğim el yüzünden irkilip, sağa doğru başımı çevirdim. Albert bıraktığım pozisyonda başımda bekliyordu. Bütün bu süre boyunca yanımda mı kalmıştı, ya da yine benimle birlikte melek ruhumun yanına mı gelmişti hiç bilmiyordum. Saçımı okşamayı sürdürüp gülümseyerek tatlı bir şekilde ‘Günaydın Bayan Lane ‘ dediğinde kalbimde derin bir sıcaklık hissettim. Albert’in kötü olmasını istemiyordum, sadece yanında bu şekilde kalmak istiyordum.
‘Neden ağlıyorsunuz’
Onu hissedebileceğimi söylemişti, gerçekten ağladığım için endişelendiğini hissediyordum. Onun kötü olmasına imkân yoktu, o benim koruyucumdu. Öyle söylemişti, öyle kalmalıydı. Kendimi biraz yukarıya çekip, başımı göğsüne bastırıp ağlamaya devam ettim. Hıçkırıklarım arasında ‘Beni koruyacak mısın?’ diye sordum. Bunu bilmeliydim. Hiç düşünmeden ‘Evet Efendim’ diye yanıtladığında daha çok ağladım. Ondan ayrılmak istemiyordum. Saçlarımdan öpüp, kolunu belime dolayıp, beni biraz daha kendine çekti. Sonsuza kadar burada kalsaydık çok güzel olurdu. Uzun bir süre sarıldık, beni dokunuşlarıyla teselli etti. Sonunda ağlamayı kestiğimde nazikçe beni kucaklayıp odadan çıkardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meleğin Ruhu
SpiritualBir kış günü öldüm tek başıma,ama gözlerimi açtığımda yalnız değildim.Ruhum ikiye ayrılmıştı,iki kişiyi aynı anda farklı zamanlarda sevdim,hem ölüydüm,hem diri,öyle karışık bir durumdu ki sadece tek bir gerçekliğe inandım. Ona olan sevgime tutundum...