Yine bir Çarşamba günü, yine menüde köfte ve patatesin olduğu –şikayet ettiğimden değil, sadece birkaç aydır yemekten bıkmıştım- bir günde, buraya ilk geldiğimde tanıştığım oda arkadaşım Isaac ile oturmuş tıkınıyordum. Yemekhane öğlen saati olduğu için kalabalıktı ve bu yüzden fazla gürültülüydü.
Etrafınıza baktığınızda görebileceğiniz tek şey; uzunca bir masaya oturmuş ‘popülerler’, bilimsel bir konu hakkında tartışmaktan yemek yiyemeyen ‘inekler’ ve de buraya sadece Isaac ve benim gibi okumak için gelmiş normal öğrenciler. Normalden kastım genelde popülerler tarafından ezilen, dersi dinlemeye çalışan ve bu cehennemden bir an önce kurtulmak için çabalayan öğrenci topluluğuydu.
Florida’da bulunan bu iç bunaltıcı üniversiteye senenin başında, Avustralya’dan gelmiştim. Üniversite okumak gibi yüksek hayallerim hiç olmamıştı. Ama eğer Hemmings ailesinin bir ferdiyseniz, iyi bir üniversiteye (akrabalarınızın göğsünü kabartacak bir bölüme) gitmeli, müthiş bir meslek sahibi olmalı, ömrünüzün geri kalanını eşiniz ve çocuklarınızla bahçeli, güzel bir evde geçirmelisiniz. Bu, abilerim Ben ve Jack için hiçbir zaman sorun teşkil etmedi. Her zaman Liz ve Andrew için göz bebeği oldular. Bana ise ne istediğim asla sorulmadı.
Isaac’in “Hey onu bitirecek misin?” sorusuyla düşüncelerimden sıyrıldım. “Ha, hayır.. alabilirsin.” Diyerek yarısı bitmiş patates tabağını ona uzattım. Bu çocuğun patateslere karşı anlayamadığım bir ilgisi vardı. Birkaç saniye sonra masada duran telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Mesaj Sam’den gelmişti; “DERSE GELSENİZ FENA OLMAZDI HANİ!” Sonuna bir sürü sinirli surat eklemiş olmasını görmezden gelerek Isaac’in kolundan tuttuğum gibi Prof. Adam’ın sınıfına sürükledim.
Sınıfa girdiğimde neyse ki Prof. Adam henüz gelmemişti. Her zamanki gibi ortadaki sıralardan birine oturup nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Isaac’i bilmem ama o ihtiyar budaladan bir daha azar yemek istemiyordum. Bize olan ilk dersinde uyuyakaldığım için benden nefret ettiği söylenebilir. Buraya uyumak için değil, dersi dinlemek için geldiğimi, eğer uyuyacaksam okumamam gerektiği hakkında yaklaşık yirmi dakika boyunca söylenmiş, ardından nerdeyse tüm okula rezil etmişti. Aynı hatayı tekrar yapmayacaktım.
Geldikten yaklaşık yirmi dakika sonra, gitmesi gerektiğini söyleyip, sınıfı terk edince büyük bir oh çekmiş Isaac’ le beraber yurt odamın yolunu tutmuştum. Odamız çok büyük değildi belki ama güneşi görmüyor böylece diğerlerine kıyasla daha serin oluyordu. Finallerim bitmişti ve birkaç gün içinde tatile girecektik. Bense eve gidip normal yaşantıma geri dönecektim.
Üst ranza tabii ki de benimdi. Ranzaya çıktım ve ayak ucumda bırakmış olduğum Hamlet’i karıştırmaya başladım. Kabul ediyorum Shakespeare bir dâhiydi. Piyes’in dili çok eskiydi bu yüzden bazı cümleleri birkaç kez okumam gerekmişti. Beş perdeden oluşuyordu. İkinci perdeye tam geçecekken şapırdatma sesleri duydum ve gördüğüm manzara karşısında hiç şaşırmadım. Isaac. Patates. Kızartması. Yiyordu. Çalışma masasının sandalyesine oturmuş, arkası dönük bir şekilde gizlice yemeye çalışıyordu ama şapırdatma sesleri maalesef durumu elevermişti. “Hey, seni yakaladım!” diye bağırdığımda hışımla arkasını döndü ve ağzı açık kaldı. Ağzının içindeki çiğnenmiş patatesleri gördüğümde midem bulandı ancak bu biraz patates istememe engel olmadı. Elimle patates tabağını işaret ettim ve tabağı bana uzatınca iki tane aldım, birini dişlerimin arasına götürdüm ve “Görüyor musun? Bu bir metafor. İki dişinin arasına alıyorsun ancak sana kilo aldıracak gücü vermiyorsun.” Laflarımın üstüne gözlerinden yaş gelene kadar güldü ve ben de onunla beraber gülmeye başladım. Birkaç dakika sonra telefonum çaldı ve annemin endişeli sesiyle karşılaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haunted (l.h/supernatural)
Fanfiction"...insanların bihaber olduğu, görmezden geldikleri ancak hep orada duran saf kötülük."