Dışarıda üşümeye başladığımızda içeri girip annesi ve babasıyla –ismi Steve’di öğrenmiştim- bodrumdaki masanın etrafında oturduk. Sessizliği ilk bozan ben oldum.
“Şeytan dediğiniz şey… abim hakkında söyledikle-“ Clara “Sen konuşmalarımıza kulak misafiri olduğunda söz ettiğimiz şey buydu. Annemler her ne kadar tehlikeli bulsalar da tarihler ve bölge uyuşuyor. Şansımızı denemeliyiz.” diyerek sözümü kesti.
“Clara, anlamıyorsun bu şansımızı denemek için çok fazla tehlikeli. Emin olmadan hareket edemeyiz.” dedi Rogue.
Clara ise “İzin verin de kanıtlayayım o zaman. Birkaç gündür bunu araştırıyorum.” diyerek üst kata çıktı ve elinde eski bir defterle geri döndü. “Bu yaratıklar hakkında topladığım bilgileri kaydettiğim bir seyir defteri.” dedi elindeki eski şeyi göstererek.
“Şu an 2014 yılındayız ve bundan tam 23 sene önce yine aynı ormanda bir ayı saldırısı gerçekleşmiş. Yani kayıtlara geçen bu en azından. Ayının bir aileye saldırdığı söyleniyor. Kurtulan tek kişi babaymış. Şu an hala yaşıyor ve Jack ilk kaybolduğu zamanlarda yaşamış olabileceği şeyler aklıma geldi. Bunlardan biri ‘ayı saldırısı’ idi. Araştırma yaptım ve onu buldum. Gidip konuştuğumd-“
“Bir saniye küçük hanım bunlardan neden haberimiz yok?” babasının sesi sinirli çıkmıştı. “Çünkü,” diye devam etti Clara. “Eğer size söyleseydim, asla izin vermezdiniz.” Haklıydı bence.
“Her neyse. Evine gittim ve konuştum. Bana bunun bir ayı saldırısı olmadığını söyledi. Bir ayıdan çok daha hızlı hareket ediyormuş ve göğsünde açtığı yara ayı pençesine hiç benzemiyordu. Bunu defalarca anlatmaya çalışmış ama olayın şokundan dolayı saçmaladığını düşünüp, ona inanmamışlar. Bunun üzerine Liz’in yanına gittim ve Jack’in gönderdiği videoları izlemek istedim. Son gönderdiğinde kaldığı çadırın arkasında hızlı bir şey geçti. Görüntüyü çok zor yakaladım.” dedi ve bilgisayarını açıp bize izletti.
O birkaç salise tüylerimi ürpertirken abimi ne kadar özlediğimi fark ettim. Clara konuşmasına devam etti. “Bundan 23 sene önceki saldırıdan da yirmi üç sene önce yine bir saldırı olmuş. Aynı ormanda. Bu sebeple orman pek ziyaretçi almıyor. O adamdan öğrendiğim birkaç şey daha var. Sesi gürleme sesi gibiymiş ve ailesini sürükleyerek bir yere götürdüğünü görmüş. İni olduğunu tahmin ediyorum. Toparlamak gerekirse; bu şey belli aralıklarla ortaya çıkıyor. İnsanları inine götürüyor ve büyük ihtimalle yiyerek öldürüyor. Pençeleri olmasıyla birlikte çok hızlı hareket etmesi olasılıkları sadece bir yaratığa indirgememi sağladı: wendigo.”
Daha bu sabaha kadar normal bir hayatım varken son birkaç saatte yaşadıklarım ve duyduklarım kanımı dondurmuştu. Artık geceleri uyuyamayacağıma emindim. Suratımın ne kadar şaşkın ve korkmuş göründüğünü tahmin edemiyordum. Ailesi ise kızlarının sergilediği başarı sayesinde gururlu görünüyordu.
“Peki, tam olarak nedir bu wendigo denen şey?” dedim daha fazla bekleyemeyerek. Tabii ki Clara yine bilgi vermeye devam etti. “ Wendigo, bir Kızılderili kelimesi. Anlamı “yiyip yutan şeytan” yaklaşık 1000 yaşındaki bir varlıktan söz ediyoruz. Bu varlığın efsanesiyse şöyle: Çok eskiden, sert kışların birinde, bir adam açlıktan ölmek üzere olduğunu hissetmiş. Erzak ve yardımlar tükendiğinden, hayatta kalabilmek için kamptaki diğer arkadaşlarını yiyen bir yamyama dönüşmüş. Dünyadaki tüm kültürlerse, yenilen kişinin kabiliyetlerinin, yiyen kişiye geçtiğine inanır: hız, güç, ölümsüzlük.”
Bakışlarını bana çevirdi. “Ve eğer Lucas, yeteri kadar yersen yıllar sonra insanvari bir şeye dönüşürsün. Daima aç olursun. Bir wendigo, yemeksiz geçen uzun kışları çok iyi bilir. Bu yüzden yıllarca uyuyacağı kış uykusuna yatar. Uyandığı zamansa seçtiği kurbanları canlı tutar. Böylece istediği zaman karnını doyurabilir.”
Tüylerimin diken diken olduğunu üç metre öteden fark edebilirdiniz. Kanım donmuş gibiydi. Bu hikayeyi anlatıp, insanları korkutmak için etrafı karartıp, yüzünüze alttan bir ışık tutmanıza kesinlikle gerek yoktu.
Steve sessizliği bozarak “Peki bu şeyi nasıl öldürebileceğimizi biliyor musun, Clara?” dedi. “ havai fişek ya da Molotof kokteyli.” Gittikçe korkmaya başlıyordum.
Bir an için, tüm bu korku dolu anlardan kurtulup, saate bakmayı akıl ettiğimde, neredeyse sabah olacağını fark ettim. Annem uyanmadan evde olmalıydım. Geri geleceğimi ve bensiz hareket etmemelerini söylediğimde bu işi onlara bırakmam gerektiğini söylediler. Tabii ki de karşı çıktım, en azından ne yapacakları kesinleşene kadar beni beklemelerini söyledim. Clara olur anlamında başını salladı.
Evin kapısına vardığımda çok ses çıkarmamak için parmak uçlarımda yürümem gerekmişti. Tam mutfağın önünden geçerken masanın yanındaki sandalyeye oturmuş, elleriyle gözlerini kapatmış annemi gördüm.
“Anne?...” çok dalgındı; kapıdan girdiğimi bile duymamıştı. Sesimi duyunca irkildi, yüzünde düşüncelerinden sıyrılmış bir ifade varken ağlamaktan kızarmış burnunu çekti. Bir şey demesine izin vermeden sarıldım. “O’nu bulacağız anne. Söz veriyorum. Piercingli sarışın sözü.” deyip göz kırptım ve masanın karşısındaki sandalyeye oturdum. Annem biraz olsun gülümsedi sonra çaresizce başını ellerinin arasına aldı. “Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, Luke.” Sesi tiz ve çaresiz çıkmıştı.
“Bana güveniyor musun?” sözlerim karşısında afallamış görünüyordu. “Tabii ki de güveniyorum. Sen benim oğlumsun.” dediğinde sesimin kendinden emin çıktığından emin olarak “O’nu bulacağım.” dedim. Anneme pat diye, avcılarla beraber kardeşimi kaçıran yaratığı alt edip, onu evine getireceğimizi söyleseydim bana delirmişim gibi bakacağından, işin içine ‘doğaüstü avcılık’ kavramlarını katmadan “Bugün Clara ve ailesiyle biraz araştırma için ormanın oralara gideceğiz.” dedim.
“Nasıl bir araştırma? Ben de geleceğim.”
“Hayır, sen gelmiyorsun. Çünkü…”
“Çünkü..?”
“Çünkü bu önemli bir şey değil. Sadece küçük çaplı bir araştırma. Sense fazla yorgun ve bitkinsin ve işimiz uzun sürebilir.” Tam bir şey diyecekken gözüm masanın kenarında duran ilaçlara ilişti. “Anne sen ilaçlarını alıyor musun?” meraklı gözlerle ona döndüm. “Evet?” neden sorduğumu anlamaya çalışırcasına bana baktı. “Ah, harika.” Diye mırıldandım ve gülümsedim. Elime ilaç poşetini alıp, çoğu sakinleştirici olan ilaçları inceledim. İlaçlar hakkında doktor olan amcam sayesinde yeterince şey biliyordum. “Bak ne diyeceğim, çok yorgun görünüyorsun. Sen yukarı çıkıp uyu v-ve ben de sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım?” önce karşı çıksa da sonunda ikna ettim ve yukarı çıkana kadar bekledim.
İlaçların içeriğini iyice okuyup birkaç uyku hapının zarar vermeyip, onu uyutacağına emin olduğumda bir bardak limonata ve tost hazırladım. İlaçların limonatanın içinde çözünmesini bekledim ve yukarı çıkardım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
haunted (l.h/supernatural)
Fanfiction"...insanların bihaber olduğu, görmezden geldikleri ancak hep orada duran saf kötülük."