Alın size küçük bir hatırlatma.
Ormanın içindeyseniz ve abinizin sesini duyduysanız peşinizden atlı kovalıyor gibi koşmayın.
Eğer koşarsanız (ki sakın bunu yapmayın), kendinizi ya mağarada bulursunuz ya da abiniz sizden bir şey istemek için size seslenmiştir. Benim abimin kayıp olduğunu düşünürsek, birinci seçenek daha mantıklı geliyor.
Aptal kafama abimin beni “Lucas” ismiyle çağırdığı dank ettikten birkaç saniye sonra gözlerimde siyah benekler oluşmaya başlamıştı. Hatırladığım son şey ise kulaklarımdan yavaşça kaybolan Clara’nın sesiydi.
**
Yavaştan ayılmaya başladığımda gözlerim henüz bir yere odaklanamadığı için fark ettiğim ilk şey, bulunduğum yerin leş koktuğuydu.
Daha sonrasında ellerim bağlı bir şekilde tavana asılı olduğumu, ancak tavanın, normalde olması gerektiğinden daha engebeli olduğunu fark ettim. Şey gibiydi… mağara.
Elimden geldiğince sakin olmaya çalıştım ama takdir edersiniz ki insan, kendinin, elleri bağlı bir şekilde tavana asılı olduğunu fark ettiğinde sakin kalamaz. Tecrübelerime dayanarak söylüyorum.
Kendime geldiğimde kafamı oynatmaya çalıştım ve orada, biraz ötemde kir pas içinde kalmış abimi gördüm. Benim gibiydi, yalnızca daha kötüsü. Canlı olduğuna dair tek bir işaret yoktu ancak ben bu boktan durumda pozitif (!) düşünüp, kendimi onun sadece baygın olduğuna inandırdım ve aklıma dahi Clara’nın dediği şey geldi; “Bir wendigo, yemeksiz geçen uzun kışları çok iyi bilir. Bu yüzden yıllarca uyuyacağı kış uykusuna yatar. Uyandığı zamansa seçtiği kurbanları canlı tutar. Böylece istediği zaman karnını doyurabilir.” Jack ölmüş olamazdı.
Gözlerim yine bulanıklaşıyordu ama tanrıya şükürler olsun ki bu sefer darbe almamıştım. Bu sefer, olay fiziksel değil ruhsaldı. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettim. Göz yaşlarımın gözlerimden kayıp gitmesine engel olamadan ve kıpırdayamadan sadece gözlerimi yere diktim ve ağlamaya başladım.
Bu kadar duygusal bir sahneyi bölen şey ise, hayatımda duyduğum tek ve en iğrenç gürleme sesiydi.
“DOSTUUM… ÇİRKİNSİN!”
Karşımda hayatımda gördüğüm en çirkin şey duruyordu. Düşük bütçeli korku filmlerinden fırlamış gibiydi. Şahsen ben, wendigo’nun (tabi eğer bu şey wendigoysa) daha korkunç olacağını düşünmüştüm… ancak karşımda duran şey Gollum* gibiydi. Sadece biraz daha uzun boylu, daha uzun pençeli ve daha uzun kulakları vardı. Gollum kısalıktan kaybediyordu. Ha, tabi bir de wendigo dik duruyordu. Benim aksime…
Böyle bir durumda hiç eksilmeyen adrenalin daha da artıyordu. Sınava girmiş de bildiği her şeyi bir anda unutmuş bir öğrenci gibi hissediyordum. Aklıma Clara’nın anlattığı şeyleri getirmeye çalıştım.
Wendigo hızlıdır.
Wendigo akıllıdır.
Wendigoyu öldürmek için… HAVAİ FİŞEK TABANCASI!
Yaratık bana daha da yaklaşmadan önce Clara’nın bana bunlardan birini verdiğini anımsadım. Hemen ardından da wendigonun akıllı olduğunu… fişek tabancamı almıştı. Elimde fişek tabancası yoktu, ancak efsanelerden fırlamış çok çirkin bir yaratığa ve ölü olup olmadığını bilmediğim bir abiye sahiptim. Sanırım bununla yaşayabilirim.
Kalbimin sesini duyarken aklıma, küçükken izlediğim (hala izlemeye devam ediyorum sadece çevremdekiler bilmiyor) hemen hemen tüm çizgi filmlerde olan şeyi geldi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haunted (l.h/supernatural)
Fanfiction"...insanların bihaber olduğu, görmezden geldikleri ancak hep orada duran saf kötülük."