“Aa… Clara, düşündüğün gibi değil. Yani o ve ben… yani ben ve o… SADECE HASRET GİDERİYORUZ, TANRI AŞKINA!” dedim ve Gandalf’ı bırakıp üstüme çeki düzen verdim.
“Sakin ol, Şampuan. Sonuçta herkes peluş hayvanına yıllardır görmediği çocuğu (!) gibi sarılır.” Dediğinde gülmemek için dudağını ısırdığını fark edebiliyordum. “Hey! Laflarına dikkat et seni peluş hayvan düşmanı! Onun bir adı var!” diye tısladım. Bu konu hassas derken ciddiydim.
Tam da ‘peki senin gibi bir penguen hastasına bulaşmıyorum’ suratıyla odamdan çıkarken gözü duvarıma takıldı. Baktığı yeri takip ettim ve hayranlıkla Linkin Park posterime baktığını gördüm. Ben olsam ben de hayranlıkla izlerdim, fazla iyilerdi. “Linkin Park mı dinliyorsun?” dediğinde alaycı bir şekilde “Hayır, sadece dinlemediğim grupların posterlerini duvarıma asmayı severim.” Gözlerini devirdi. “Sanırım müzik zevki benimkiyle uyuşan bir komşu buldum.” Dediğinde gülümsedim ve odamdaki albüm ve kitapları karıştırmasına izin verdim. Bu sırada çaktırmadan Gandalf ile ilgileniyordum.
Clara iyi bir kıza benziyordu, sanırım onca sene sonra bu sokakta kendime bir dost bulabilecektim. Birkaç saattir tanıdığım bu kız hakkında birkaç izlenimim olmuştu; birincisi: yüzükleri çok seviyordu, beş parmağının her birinde gümüş yüzük bulunuyordu. Yüzüklerin Efendisi hayranı olup olmadığıyla ilgili bir espri yapacakken kendimden soğutmamak için çenemi kapalı tuttum. İkincisi: espri anlayışı ve harika bir müzik zevki vardı.
“Vay canına… John Green okuduğunu bilmiyordum…” yüzünde yine o şaşkın ifade vardı. “Şey uhm, şu an kendimi metafor şakaları yapmamak için zor tutu-“ sözümü “HAYIR SAKIN. SAKIN BUNU YAPMA.” diye çemkirerek kesti. Tamam ağzımı açmayacaktım. O kitaplarıma dalarken sanki hayatında ilk defa kitap okuyan bir erkek görmüş gibi şaşkındı. Yaklaşık bir saat Marvel hakkında konuştuk, belki biraz da tartıştık ve o kazandı. Sonra gitmesi gerekti ve ben sanki üç yaşındaymış da en sevdiği arkadaşı gidiyormuş gibi suratımı büzüştürdüm.
Kitaplığımdan aldığı birkaç kitabı masamın üzerinde unutmuştu. Onları kitaplığa yerleştirirken masamın üzerinde duran yüzüğü fark ettim. Clara’nın olduğunu tahmin ettim; odamı daha rahat karıştırabilmek için çıkarıp burada unutmuş olmalıydı.
Henüz çok geç olmadığından evlerine gidip teslim etmenin sorun olmayacağını düşündüm. Annem bitkin olduğundan çoktan uyumuştu. Babam zaten yurt dışındaydı. Annemi uyandırmadan evden çıkıp Rogueların evine doğru giderken telefonum çaldı. Arayan patates bağımlısı arkadaşım Isaac’ti. Sesimi kısık tutarak telefonu açtım.
“Luke…”
“Selam, Isaac.”
“Orda işler nasıl, bir gelişme var mı?” diye sorduğunda Clara’nın evine doğru gidiyordum.
“Hayır, henüz yo-“ evin arka balkonuna açılan kapıdan duyduğum konuşmalarla cümlem yarıda kesildi. Sesimi alçaltabildiğim kadar alçalttım ve “Isaac seni daha sonra arayacağım.” Deyip hızlıca telefonu kapattım.
“Hayır, Clara bu çok tehlikeli.”
“Anne, anlamıyorsunuz! Onu bulmak zorundayız.”
“Ne olduğunu bile bilmediğimiz şeyi nasıl öldürebiliriz?!”
“Ne olduğunu biliyorum diyorum size! Tarihler de uyuyor!”
“EMİN OLAMAYIZ!”
Öldürmek… tehlike… neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama orada olmamam gerektiğini, duymamam gereken şeyleri duyduğumu hissederek ayaklarımı yürümeye zorladım. Clara’nın, annesinin ve babası olduğunu tahmin ettiğim kalın bir erkek sesi birçok şeyi sorgulamama neden olmuştu.
“Tek yapmamız gereken oraya gündüz vakti gidip işini halletmek.”
“Şşşşşş.”
Beni duymuşlardı. Filmlerde olduğu gibi bir odun parçasına basıp ses çıkarmamıştım, hayır. Düşmüştüm. Sertçe. İnlemiştim. Duyulabilecek şekilde. Kahretsin.
Aklıma gelen tüm küfürleri savururken hayal dünyam beni bile şaşırtmıştı. Tam kalkıp buradan olimpiyatlara taş çıkaracak şekilde koşarak kaçmayı planlarken önce sol omzumda bir el ardından kafamda bir tava hissettim.
“Acaba bizi duydu mu?”
“Duymasa kaçmaya niye çalışsın seni sersem!”
Kendime gelmeye başladığımda bir evin bodrumunda sandalyeye bağlıydım. Karşımda Clara duruyordu ve aramızda doktorların hastaları biçtiği türden masalar vardı. Kafamı biraz salladığımda bunun sadece hayal gücüm olduğunu, masanın gayet normal bir yemek masası olduğunu fark ettim. Etrafa şöyle bir bakındım ve bulunduğum odanın yüzde doksanını silahların, eski kitapların ve garip işaretlerin kapladığını gördüm. İşaretler, hakkında az bilgi sahibi olduğum efsanelerden fırlamış gibiydi.
Ağzım da bağlıydı, ellerim de. Hemen böbreklerimi kontrol ettim ama kan lekesi veya acı yoktu. Aksine şaşkın ve endişeli şekilde, masum gözlerle bana bakan Clara vardı.
“Hey…”
Hey?
Hey?!
HEY?!!?
Önce mafyalar gibi konuşup ödümün patlamasına sebebiyet vermiş ardından kafama tavayla vurmuş, sandalyeye bağlamışlardı ve bana sadece HEY mi diyordu?!
Duyduklarımın etkisiyle adrenalin tüm vücudumu kaplarken aklıma gelebilecek her türlü süper kahramana dua ediyordum. Önce Avengers’tan başlamıştım tabii. Kim bilir belki şimdi Black Widow gelip süper-kız-karatesi hareketleriyle beni bu mafyaların elinden kurtarabilirdi. Bir an iç sesime ben bile inanamamışken Clara konuşmaya devam etti.
“Luke, şimdi ağzındaki bandı çıkaracağım ve bağırmayacaksın, söz mü?”
Evet anlamında başımı salladım. Tabii ki de bağıracaktım.
“Zaten duvarlar ses geçirmiyor.” Diye devam ettiğinde varolan umut ışığım da sönmüştü. Kim bilir kaç kişiyi buraya getirip işkence etmişlerdi.
Neden buradaydım?
Bunlar mafya mıydı?
Ne istiyorlardı?
Böbreklerimi canlı canlı mı çıkaracaklardı?
Neyden konuşuyorlardı?
Tanrım beni kurtar.
Ağzımdaki bandı çıkardığında sanki bunu çok sık yaşıyorlarmış gibi sorularımı yanıtlamaya başladı.
“Pekala, Luke. İlk olarak düşündüğün gibi mafya filan değiliz. Organlarından da bir şey istemiyoruz. Neden burada olduğunu ve konuştuklarımızı sana açıklayacağım ancak sakin olmalısın.”
Hala tehlike geçmiş gibi hissetmiyordum.
Bu sırada annesi ile, babası olduğunu tahmin ettiğim adam içeri girdi. Başım büyük belada gibi hissediyordum. İlk konuşan annesi oldu. Boğazını temizledi, “Ne bilmek istiyorsun, Luke?”
Sanırım kendimi biraz daha rahat hissedebileyim diye nazik bir ses tonuyla konuşmuştu.
“Siz kimsiniz?” Soğukkanlı olmaya çalıştım ancak sesimdeki tizlik beni ele veriyordu.
“Avcıyız.”
![](https://img.wattpad.com/cover/22311275-288-k114184.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haunted (l.h/supernatural)
Fanfic"...insanların bihaber olduğu, görmezden geldikleri ancak hep orada duran saf kötülük."