♣️
Bölüm 5:
Kelebek EtkisiKaldıkları taş evden ayrıldıklarından beri, arabada ölüm sessizliği vardı.
Cansu, gözlerini yanındaki adama ne kadar çevirmekten korksa da merakla yan gözle ona baktı.
Gerilmiş yüz hatlarını inceledi. Karşısında düşmanı varmış gibi yola bakan gözlerini inceledi. Yakışıklı biri olduğunu kabul ediyordu, ama korkunç biri olduğunu da biliyordu.
Ateş’in ona doğru bakmasıyla hızla kafasını cama çevirdi. Yolu izlemeye, kaldığı yerden devam etti.
Fark ediyordu ki, yanlarından sadece sayılı araba geçmişti. Sıkıntıyla içini çekti.
“Gizli bir mafya örgütü falan mısınız?” Diye sordu bir anlık boşlukla. Tekrar ona baktı.
“Soru sorma. Mümkünse konuşma bile.”
Cansu onun bu tavrına kaşlarını çatmadan edemedi. Devirdiği gözlerini dışarı çevirdi. Kısa bir sürede derin düşüncelere dalmıştı.
Ateş ona gerçekten zarar verebilir miydi?
“Mithat, senin bir an önce doktora gözükmen gerektiğini söyledi.”
Cansu ona bakmadı. “Tamam.” Az önceki ses tonundan ve ona emir vermesinden hoşlanmamıştı.
Bu kez Ateş ona baktı. Aldığı sert soluğu bırakıp yola odaklanmayı denedi. “Ayrıca mafya örgütü falan değiliz.”
Cansu camdan dışarı bakmaya devam ederek onu cevaplamadı. Tavrı hiç hoşuna gitmemişti.
Sessiz yolculuğun sonu Cansu’nun evinin önünde bitmişti. Cansu arabadan inmeden önce, “Teşekkür ederim,” dedi.
Arabadan indi ve doğruca apartmanına ilerledi. Ateş onu gözleriyle takip etti. Onu bir daha görmeyeceği için rahat bir nefes almıştı.
Cansu evinin kapısını sessizce araladı. Ama bu sessizlik boşaydı. Yavaş ve dikkatli attığı adımlarını, babasını salonda gördüğünde sonlandırdı. Koltukta, yine huysuz yüz ifadesini takınmıştı.
“Akşam neredeydin?”
“Ceren'deydim baba.” Elindeki ayakkabıları yavaşça kenara bıraktı.
“Ya seni bırakan oğlan kim?” Belli ki onu görmüştü.
“O?” diyerek kapıyı işaret etti. “Bir arkadaşım.”
Babası kaşlarını çattı. “Sabahın bu saatinde, seni neden eve getiriyor?”
“Baba neden bana bunları soruyorsun?”
“Çünkü Cansu Hanım!” Diyen sert sesiyle babasının sinirlendiğini anlamıştı. “Gece senden haber alamadım. Ceren'i de senin kadar iyi tanıdığım için, yalan söylediğinizi anlayabiliyorum!”
“Baba..”
“Sakın daha fazla yalan söyleme.” Kızının gözlerine bakan adam üzüntüyle yutkundu. “Seni eve bırakan oğlan her kimse onunla sabahladığın belli..” Ahmet Bey gözlerini kaçırdığında Cansu utançla yüzünü düşürdü.
“Sandığın gibi değil baba.”
“Kiminle görüşeceğini sen bilirsin tabii, ama sen nişanlı bir kadınsın kızım. Yusuf'a haksızlık değil mi bu yaptığın?”
Cansu acıyla gözlerini yumdu. “Ben artık nişanlı değilim.”
“Ne? Ne demek nişanlı değilim?”
“Bunu daha fazla saklayamayacağım baba.”
“Cansu..” adamın sesindeki hüznü fark etmişti Cansu. “Ne zamandan beri?”
Cansu dolan gözlerini saklamak için başka yöne baktı. “Bir iki aydır eskisi gibi değildik.” Burnunu çekti hızlıca. “Ama karar ikimizindi. Bir kaç gün önce konuştuk ve.. sonlandırdık.”
Baba Ahmet üzüntüyle kanepeye oturdu. Cansu babasını böyle gördükçe daha çok üzülüyordu. Yavaşça babasının yanına geçti. Çekingen bir tavırla elini babasının dizine koydu.
“Bana ne zaman söyleyecektin?” Diye sordu baba Ahmet.
“Söyleyecektim. Sadece seni üzmek istemiyordum.”
“Ne demek üzüleceğim diye? Böyle bir şeyi benden nasıl saklarsın Cansu?”
“Özür dilerim baba. Ne desen haklısın. Sen Yusuf'a öyle alışmıştın ki, nasıl söyleyeceğim diye düşünüp duruyordum.”
Baba Ahmet, üzüntüyle dolan gözlerini kızına çevirdi. “Bu çocuk oyuncağı değil biliyorsunuz.”
“Evet. Tabii biliyoruz baba. Emin ol aniden verilmiş bir karar değildi.” Babasının sıkıntıyla iç çekişini dinledi.
“Ben anlamıştım bir şeyler olduğunu. Babalar hisseder.” Bakışlarını kaçırarak kızının kolunu sıvazladı. “Hayat sizin. Hayatı paylaşacak olan sizsiniz. Olmadıysa vardır bir hayır. Yeter ki üzmeyin birbirinizi.” Bu kez kızının elini tutarken gözlerinin içine baktı. “Kaderiniz birbirine bağlandıysa, tekrar bir araya gelirsiniz. Ama kaderiniz başkasıyla yazılmışsa, zorlasanız da bu iş olmaz.”
Cansu’nun gözlerinden iki damla yaş süzülürken daha da yaklaşıp babasının boynuna sarıldı.
“Seni seviyorum baba. İyi ki senin gibi bir babam var.”
Baba Ahmet kızının saçlarını koklayarak dolan gözlerini saklamaya çalıştı. “Senin gözyaşına kıyamam ben.” Kızının saçlarını okşayarak geri çekildi. “Güzel kızım benim.”
Cansu kuruyan dudaklarını ıslattı hızlıca. Gözleri dizlerine düştü. “Baba ne düşündüğünü biliyorum. Beni bırakan adam, sandığın gibi biri değil.” Babasının bir şey demesine izin vermeden devam etti kadın. “Kaya Bey’in yeğeni Ateş Akça'ydı o.”
Babasının bakışları tekrar ciddileşti. “Akşam onunla mıydın?”
“Evet ama aramızda hiç bir şey yok. Sana yemin edebilirim.”
“Ne işin var kızım senin onunla?”
“Tamamen tesadüf. Gerçekten.” Cansu yalan söyledikçe, artık yalanlarda ona uyuyordu. Yalan söylemek, artık onun için zor olmuyordu. “Gittiğim yerde o da oradaymış. Ben biraz fazla kaçırmışım. O da beni o halde buraya getirmek istememiş. Sen yanlış anlarsın diye. Hepsi bu.”
Baba Ahmet kızına duyduğu güvenle başını salladı. “Peki kızım. Sen öyle diyorsan öyledir.”
Cansu, duşunu almış kliniğe gitmek için hazırlanmıştı. Evden çıktı. Biraz yürümeye ihtiyacı vardı. Bu yüzden kot pantolonun altına beyaz spor ayakkabılarını giymiş, üzerine spor uzun kabanını geçirmişti.
Fakat evinden fazla uzaklaşamadan, yanında siyah minibüs durdu. Bu arabayı hemen tanımıştı. Kapısı aralandığında Musa Yakaza'nın sırıtan suratını gördü. Göz göze geldiklerinde Musa keyifle ellerini birbirine vurdu.
“Cansu! Hadi gel, seni bugün ben bırakırım.” Cansu onun aksine endişeliydi. Bu adamın ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Musa eliyle arabayı işaret etti. “Gel hadi!”
Cansu tereddüt etti. Lâkin teklifini reddettiğinde böyle güler yüzlü olmayacağını tahmin ediyordu. Bu yüzden isteksiz bir şekilde minibüsün içine bir adım attı.
İçeride onlardan hariç iki koruması vardı. Korumalardan biri kapıyı örttü ve araba hareket etmeye başladı. Cansu merakla Musa'nın yüzüne bakıyordu. Çok geçmeden bu güler yüzünün nedenini öğrendi.
“Biliyordum!” Musa sırıtmaya devam ediyordu. Sanki hiç bir kötü haber onun keyfini bozamaz gibi duruyordu. “Ateş'in o ıssız evine giden tek kadın sensin! İtiraf etmeliyim seninle gurur duydum.” Cansu sessizce ona bakmaya devam etti. “Senin gibi güzel bir kadına kim hayır diyebilir ki?” Diye içini çektiğinde Cansu anlık bir mide bulantısıyla yüzünü buruşturdu.
“Her ne düşünüyorsan, öyle bir şey olmadı.” Demesiyle Musa’nın anında keyifli yüzü düşmüştü.
“Ne demek bir şey olmadı?”
“Aramızda hiç bir şey olmadı. Aksine, beni kendisinden uzak durmam konusunda tehdit etti.”
Musa'nın sinirle dudaklarının kasıldığını gördü Cansu. Ardından nasıl olduğunu anlamadan Musa yerinden fırlayıp Cansu’nun ensesinden saçlarını yakalamıştı.
Cansu can havliyle Musa’nın koluma yapışsa da onun öfkeli sesi kulağının dibindeydi.
“Sen sandığımdan da beceriksiz çıktın!” Cansu’nun saçlarına asıldığında Cansu canının yandığını belli eden tiz bir ses çıkardı boğazından. “Sen bu işin ciddiyetinin farkında değilsin anlaşılan!”
Tehditkar sesine karşı, kadın ağladı ağlayacak hale gelmişti.
“Farkındayım,” dedi titreyen sesiyle. “Bu yüzden onda bir şey bıraktım!”
Musa, merakla kadının saçını yavaşça bıraktı. Yerine geçerken sabırsız bir soluk alıp verdi. “Neymiş o?”
Cansu içini çekti hızlıca. “Oraya gitmem için bir bahanem olması gerekiyordu. Bende kolyemi bıraktım. Benim için değerli olan bir şey..”
Musa arkasına yaslanıp sakin olmaya çalıştı. Kravatını ve gömleğini düzeltti. “Bu kez o evden boş çıktığını duymayacağım.” Öfkeyle verdiği nefesi toparladı. Uzanıp kadının boğazını sardı parmakları. “Yoksa, ilk önce babandan başlarım!” Yüzüne dişlerini sıkarak fısıldadıktan sonra Cansu kendini güçsüz hissetmişti. Boğazı serbest kaldığında derin bir nefes aldı.
“Hemen gidemem.” Dolan gözlerini ilk kez korkusuzca karşısındaki adama dikti. “Anlamıyorsunuz, şüpheleniyor benden! Akşam mekanda karşılamamızı tesadüf olarak görmedi. Sadece zaman istiyorum.” Yalvarmaktan başka çaresi olmadığını düşünüyordu. “Lütfen..”
“Zaman yok.” Dedi kesin bir dille. “Sadece bir hafta.” Musa yanındaki adama döndü. “Bir yerde durun. Kız insin.”
Adam aradaki cama vurduğunda, saniyeler içinde araba durdu. Koruması kapıyı açtığında Cansu güçsüz bacaklarıyla minibüsten indi. Kapı kapanırken son gördüğü Musa’nın öfkeli gözleriydi. Ardından arabanın kendininsen uzaklaşmasını izledi.
Cansu’nun tuttuğu gözyaşları serbest kalmış yanaklarından hızla süzülüyordu. Çaresizce elini başına yaslayıp, saçlarını geriye doğru taradı. Yol kenarında ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu sanki.
Anlamıştı ki onları durduracak ne gücü ne cesareti vardı. Elini boğazına indirdiğinde içini çekti. Musa ondan, kendisini ateşe atmasını istiyordu.
Ateş'in kolları, ateşten farksızdı.
♣️
Birkaç gün sonra Cansu hastanenin önünde, Kaya Bey'in verdiği psikiyatri doktorunun kartına bakıyordu. Tüm tetkiklerden sonra konversiyon bozukluğu teşhisi konmuş, doktoru onu psikiyatri servisine yönlendirmişti.
Sol kolundaki uyuşmayı fark edememişti bile. Kartı cebine sokarken, sıkıntıyla nefes alıp bıraktı. Sol kolunu ovaladı.
Şimdi ise, bir psikiyatri doktorunun karşısında oturuyordu.
“İnanın kendimi burada nasıl buldum bilmiyorum. Gelmemekte kararlıydım oysa.. ama şimdi buradayım.” Cansu ellerini bacaklarının önünde birleştirmiş hala kararını sorguluyordu.
Karşısındaki orta yaşta olan doktor Ferhat Gümüş sıcak bir tebessüm gösterdi.
“Endişenizi anlıyorum Cansu Hanım. Rahat olun lütfen. Sizin kararınızla ilerleyeceğiz.”
Cansu ağırca dudaklarını ıslattı. “Bu içimdeki şey.. sanırım bunu hiç bir zaman anlatmak mümkün olmayacak.”
“Öyleyse adım adım ilerleyelim.” Doktor sıcak, güvenilir bir tebessüm gösterdi. “Genelde yaşadığınız bu rahatsızlık geçmişle alakalı olur. Geçmişte yaşadığınız, ya da onda takılı kaldığınız bir şey var mı?”
“Hayır.” Cansu gergin bir şekilde cevaplamıştı.
“Peki. Ne hissettirdiğini bana açıklayabilir misiniz?”
“Aslında birçok şey.. Ama en çok korku.”
“Biraz daha açar mısınız lütfen?”
“Köşeye sıkışmış gibi hissediyorum.” Cansu içini çekerek dolan gözlerini tavana kaldırdı. “Ateşten bir çemberin ortasındayım. Çember gittikçe daralıyor ve ben hiç bir şey yapamıyorum. Çember daraldıkça, nefes almak imkansız hale geliyor gibi.”
“Geleceğinizden bahsettiğinizi var sayıyorum. Bununla ilgili bir kaygınız mı var?”
Cansu doktora bakarak ıslak kirpilerini kırpıştırdı. “Evet.”
“Bundan kendinizi mi sorumlu tutuyorsunuz?”
Bu kez dudaklarını ıslatarak tekrar kucağına baktı. “Daha çok yanlış yerdeydim. Gitmemem gereken bir yerdeydim.. Bu yüzden, sonuçlarına katlanmak zorundayım. Tıpkı.. kelebek etkisi gibi.”
“Sonuçları değiştirebiliriz öyle değil mi?”
“Maalesef.” Cansu itiraz edercesine başını iki yana salladı. “Bu benim olduğum durum için söylenemez.”
“Cansu Hanım..” Diyerek ciddiyetle gözlerini kıstı doktor. “Başınız belada mı?”
Cansu öylece doktorun yüzüne baktı. Bakışlarında telaş yoktu. Sakinliğini koruyarak parmaklarıyla oynuyordu. Islattığı dudaklarını araladı. Söyleyecek bir şeyi var gibiydi. Doktor ise merakla kulağını ona vermişti. Cansu susmaya devam etti. Dilinden bir türlü söylemek istediği dökülmüyordu.
Ne kadar çığlık atmak istese de, sakinlikle “Hayır,” dedi.
♣️
Bir sonraki seans bir hafta sonraydı.
Cansu takside, gözleri camdan dışarıya dalmıştı. Doktorun verdiği kartı parmaklarının arasında çeviriyordu istemsizce.
Ne hissettiğini gerçekten bilmiyordu. Aslında birçok düşünceyle birlikte birçok duygu yaşıyordu içinde. Ama tek kulak verdiği, korkuydu.
Kendini, ailesi için gözü kapalı feda edecekti. Musa’nın her söylediğini soğuk kanlı bir şekilde yapacaktı. Ya sonrası? Ateş’e olan güvenini sağladıktan sonra, Musa kendisinden ne isteyecekti?
Aklında birçok soru vardı.
Çantasından gelen telefon sesini, dalgınlığından dolayı duymamıştı bile. Taksicinin ona seslenmesi üzerine, siyah çantasından telefonunu çıkardı.
Arayanın Musa olmadığını gördüğünde kısa bir an rahatlama yaşadı. Ona bir hafta süre verdiğinden beri aramıyordu. Sadece takip ediliyordu. Cansu, ister istemez bu sessizlikten gerilse de, en azından telefonla rahatsız edilmediği için mutluydu.
Arayan arkadaşı Ali idi.
“Efendim?”
“Nasılsın Cansu?” Arkadaşının sıcak sesini duymasıyla, yüzünde bir tebessüm peyda oldu.
“İyiyim arkadaşım. Sen beni arar mıydın?”
Ali telefonun ucunda kısa bir kahkaha attı. “Haklısın. Yemekten beri görüşemedik.”
“Biraz öyle oldu.”
“Yarın görüşelim?” Diye bir teklifte bulundu Ali. “Hem sana haberim var.”
“Olur. Ne haberiymiş o?”
“Hâlâ araba almayı düşünüyor musun?”
“Evet. İşimi kolaylaştırması için lazım biliyorsun.”
“Bir arkadaşım arabasını satıyor. Tam senin aklındaki gibi bir şey.”
“Anlaşırsak neden olmasın?”
“O zaman yarın ilk arabayı görmeye gideriz. Daha sonra kahve içer görüşürüz.”
“Tamam olur. Görüşürüz.”
Klinikten içeri giren Cansu gülümsedi. Ama bu soğuk gülümsemesini Ceren fark etmişti. Nedenini sorduğunda, birkaç gündür pek uyuyamadığını söyleyip şikayet etmişti.
Gün boyunca Cansu sürekli düşünüyordu. Elinin altındaki kediye aşısını yaparken bile yüzü hep ciddiydi. Ceren masada duran kediyi kucaklayıp severken, arkadaşının bir şeyler sakladığını düşünerek ona bir soru yöneltti.
“Neden başka bir sorun olduğunu düşünüyorum?”
Cansu eldivenleri çıkarıp atarken arkasına baktı. “Anlamadım?”
“Bir derdin var ve söylemiyorsun.”
“Uykusuzum dedim ya Ceren.” Oysa ruhsal olarak berbat bir haldeydi.
“Seni ilk defa uykusuz görsem inanacağım.” Kucağındaki kediyi taşıma çantasına koyarken bir gözü sürekli arkadaşındaydı. “Günlerce uykusuz kalsan bile full enerjiyle bizi utandırırsın sen. Başka bir şey var.”
Cansu alt dudağını ısırdı. “Belki daha sonra anlatırım.”
“Tamam.” Diyerek tebessüm gösteren arkadaşı, kedi taşıma çantasını masadan aldı. “Biliyorsun her zaman buradayım.” Göz kırptığında ikisi birbirine gülmeden edemedi.
♣️
Günün yorgunluğunu eve gelince anlamıştı Cansu. Koltukta mayışmış, televizyona boş gözlerle bakıyordu. Babasının getirdiği kahve fincanıyla yerinde doğruldu.
“Baba ne zahmet ettin?”
“Yorgunluk kahvesi bu.” Köşe kanepeye geçen babası kumandayı kavradı. Kanalı değiştirdiğinde Cansu yüzünü buruşturdu.
“Baba ben izliyordum.”
“İzliyormuş..” diye söylendi. “Boş boş bakıyordun, ne izlemesi?” Kahvesine uzanırken söylenmeye devam etti. “Bir de açmışsın ne dedikleri belli değil.” Kızının seyrettiği yabancı diziye laf etmişti.
Cansu sessizce kıkırdadı. “Ben anlıyorum. Ama madem sen izleyeceksin, seninle birlikte izlerim.”
“Şöyle baba kız keyif yapalım.” Kanalı değiştiren babasına Cansu gülümsemeden edememişti.
“Bugün Ali ile konuştum. Benim için bir araba bulmuş. Yarın görmeye gideceğim.”
“Öyle mi? Bayağıdır istiyordun. Hayırlısıyla inşallah olur.”
“Sende benimle gelmek ister misin?” Hayranla babasına baktı. “Hem sen arabadan iyi anlıyorsun.”
“Sen anlamıyor musun?” Dedi huysuzca. “Sen kullanacaksın. Beğenirsen alırsın.”
“Anlıyorum tabii.” Yüzünde tatlı tebessümüyle devam etti. “Babam sağ olsun.” Araba kullanmayı küçük yaşlarda babası öğretmişti ona.
Babasının dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oldu. “Gözüm kapalı güvenirim ben sana.”
“Anneme de sen öğretmiştin arabayı kullanmayı. Senin için hep; ‘hayatımda gördüğüm en iyi öğretmen, en iyi adam, en iyi koca ve en iyi baba’ derdi.”
Acının o tatlı tebessümü ikisinin de yüzünde yer edinmişti. Cansu annesini, Ahmet Bey ise eşini çok özlüyordu.
“Evet.” Ağırca başını salladı. “Annen de hayatımda gördüğüm en akıllı kadındı.” Anıların arasına dalan Ahmet Bey’in gözleri, geçmişin uzaklığına dalmıştı. “Her şeyi hemen kavrardı. O narin elleri her şeye yatkındı. Hayatımda gördüğüm, en güçlü kadındı.” Kızına baktığında annesinden aldığı iri gözlerine karşı gülümsedi Ahmet Bey. “Sende tıpkı annene çekmişsin.”
Cansu annesinin güçlü karakterine karşı, babasının duygusal benliğine daha çok benzetiyordu kendini.
“Ben daha çok sana çekmişim.”
Kızının hayranla ona bakarken başını hafifçe yana yatırmasına karşı babası tebessüm etti.
Belki bir saat kadar muhabbete tutulan baba ve kızın keyfine diyecek yoktu. Cansu biraz olsun düşüncelerinden uzaklaşmış yüzünde içten gülücükler ortaya çıkmıştı. Lâkin telefonunun çalmasıyla korkusu tekrar bedenini sarmıştı.
Arayan Oya Eryiğit idi.
“Oya Hanım?”
“Merhaba canım. Bu saatte rahatsız etmiyorum değil mi?” Oldukça kibar gelen sesine karşı, Cansu aynı kibarlıkla onu cevaplamıştı.
“Hayır. Babamla kahve içiyorduk.”
“Ne güzel. Bizde Kaya ile kahve içerken düşündük ki, yarın sabah çiftliğe uğrayabilir misin?”
“Bir sorun mu var?”
“Karayel.. biraz huysuz. Kaya da Cansu kızım gelsin bir baksın, eğer ciddi bir şey varsa arkadaşına haber verir, dedi.”
Cansu ağırca dudaklarını ıslatırken aklından hızla geçen düşüncelerine engel olmamıştı. Ateş çiftlikte olur muydu? Ya onu gördüğünde nasıl davranması gerekiyordu?
“Tabii.” Diyerek kabul etti Cansu. “Sabah orada olurum.”
“Teşekkür ederim canım. Sabah görüşürüz. Babana selamlarımızı ilet lütfen.”
Cansu telefonu kapadığında babasının sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaştı.
“Kötü bir şey mi var?” Diye sordu Ahmet Bey.
“Atlarından biri huysuzmuş da, gidip bakmamı rica etti Oya Hanım.”
“Sen atlarla da ilgileniyor musun?”
“Hayır. Ama o konuda biraz bilgiliyim.” Diyerek gözlerini kaçırdı. “Ciddî bir şey varsa, ya da anlamadığım bir konuysa İlyas'a haber vereceğim. Biliyorsun atlar konusunda uzman olan o.”
Ahmet Bey, kızının neredeyse tüm arkadaşlarını tanıyordu. Arkadaşları evine sık gelir gider, kimisi babasına takılırdı. Ahmet Bey hiç birini birbirinden ayırmaz, hepsine aynı sevgiyi beslerdi.
“Biliyorum. İlyas nasıl? Bir yıl kadar oldu mu onu görmedim?”
“Arada konuşuyoruz.”
Gece geç saate kadar babasıyla sohbetine devam etti Cansu. Babası, onun en yakın arkadaşıydı aynı zamanda.
Ertesi sabah, Cansu ayna karşısında dizlerinin üzerinde biten kahverengi deri eteğini düzeltti. Ardından içine soktuğu beyaz gömleğinin, yakalarını düzeltti. Derin bir nefes alıp verdi. Salık bıraktığı saçlarının, sadece ön kısımlarını arkada toplamıştı. Dağınık ve şık duran saçları, kendisine ayrı bir güzellik katmıştı.
Çiftliğin önünde, taksiden indiğinde topuklu ayakkabılarıyla düz yerden gitmeye özen gösterdi. Toprak artık sert ve kuruydu. Bu yüzden rahatça yürüyebiliyordu.
Çiftliğin kapısını çaldığında, her zamanki gibi Gülşen’in güler yüzüyle karşılaşmıştı.
“Buyurun Cansu Hanım! Kaya Bey ve Oya Hanım arkada, verandadalar.”
“Teşekkür ederim Gülşen Hanım.”
Cansu içeriye doğru adım atarken, hızla çarpan kalbini hissetmişti. Bu korku muydu, yoksa heyecan mı bilemiyordu. Salondan ilerlerken, geniş merdivenlere takıldı gözleri.
Verandaya çıktığında Oya Hanım ve Kaya Bey'in güler yüzüyle karşılaştı Cansu. Kısa geçen sohbetin ardından Cansu sıkıntıyla atı görmek istediğini söyledi. Bu iyi insanlara, kötülük yapmaya vicdanı el vermiyordu.
Kaya Bey, seyise seslendi.
“Samet!”
Samet, hızlı adımlarla verandanın önüne geldi. “Buyurun beyim.”
“Karayel'i getir.”
“Beyim, Ateş Bey sabah erkenden Karayel’i alıp çıktı.”
Kaya Bey, şaşkın bir ifadeyle kaşlarını çattı. “O huysuz atla gitmesine izin mi verdin?”
Samet mahcup bir ifadeyle ellerini önünde birleştirdi. “Beyim, dedim ama Ateş Bey dinlemedi.”
“Aksi!” Dedi sinirle. “Ne kadar oldu gideli?”
“Üç saat kadar olmuştur.”
“Neden bana haber vermiyorsun?!” Kaya Bey sinirle sorduğu soruya karşı Cansu gerilmişti. “Ne taraftan gitti?”
“Çiftliğin arka tarafına, patikaya indi.”
Kaya Bey ve Oya Hanım verandanın merdivenlerini indi. Hızla ilerleyen Kaya Beyi, Oya Hanım durdurmuştu. Cansu ağır adımlarla merdivenden inip, uzakta duran çifti izliyordu.
O anda, ağaçların sık olduğu taraftan Karayel ile birlikte gelen Ateş’i gördü. Ateş de onu fark etmişti. Heybetli, sert görüntüsüyle atının yularını çekerek yavaşlamasını sağladı. Cansu’nun önünde iyice yavaşlayan atın adımlarıyla, Ateş çatık bakışlarıyla karşısındaki kadına baktı.
“Ne işin var burada?” Ateş, huysuz atının yularını arada çekeliyor sabit kalmasını sağlıyordu.
“Kaya Bey’in ricası üzerine buradayım Ateş Bey.” Dilindeki resmiyet Ateş’in bakışlarını daha da çatmasını sağlamıştı.
“Ailemle olan yakınlığın da hoşuma gitmiyor Cansu. Sadece benden değil, onlardan da uzak dur.”
Bu kez kaşlarını çatan Cansu idi. Kollarını beyaz gömleğinin üzerinde birbirine bağladı.
“Bir yıldır buraya ben işimi yapmak için geliyorum. Ve siz bundan hoşlanmadığınız için ben işimi mi bırakmalıyım?”
Aslında bu Cansu’nun canına minnetti! Hatta buraya hiç gelmemeyi, onunla hiç karşılaşmamayı dilerdi.
“Ben hislerimde yanılmam.” Diyen sert sesine karşı, Cansu’nun kısa bir an yüreği hoplamıştı. Belki de her şeyin farkındaydı.
“Anlamadım?”
Ateş yüzündeki ifadeyi bozmadan attan yavaşça indi. Şimdi hemen Cansu’nun yanındaydı.
“Sende kötü bir enerji var.” Atının yularını kendine doğru çekti. Onunla alay ediyordu.
Cansu sadece gülümsedi. “Bence kötü enerji senden kaynaklı. Bunu etrafındakilere yansıttığında, onlardan da aynı tepkiyi alıyorsun.” Ateş’in tuttuğu yuları tuttu. “Tıpkı Karayel gibi.”
Cansu yavaşça atın önüne geçti. Kaya Bey ve Oya Hanım hayretle ikisini izliyordu. Ateş tedirgin bir şekilde Cansu’nun yanına geçti.
“Dikkat et.” Sesi hala sertti. “Karayel bugünlerde olduğundan daha huysuz.”
Cansu sıcak gülümsemesini bozmadı. Karayel'in ayakları durduğu yerde durmuyordu. Geri geri, sağa sola, bazen de yerinde saydığı adımlarla huysuzluğunu belli ediyordu.
Cansu yumuşak sesiyle, “Merhaba,” dediğinde yavaşça elini kaldırıp atın burnuna yerleştirdi. Birkaç saniye yavaşça burnunu okşadı. Ardından boynunu. “Akıllı kız seni..”
Ateş elini yulardan çekmiş sessizce Cansu’yu izliyordu. Cansu, boynunu bir süre atın boynunu okşayıp tekrar burnunun üzerine geldi. Atın hareketlerinin yavaşladığını gören Ateş, hayretler içinde kalmıştı. Lâkin bunu asla belli etmiyordu. Yıllardır sahip olduğu atı, Cansu’ya tepki vererek sakinleşmişti.
Cansu dudaklarını Karayel'in burnuna bastırdığında ona daha çok yaklaştı. Neredeyse sarılacak hale gelip, kafasını ona yasladı. “Nasıl da huzur veriyorsun..” Diyerek gözlerini kapatıp, ağırca araladı. “Bir insana kendini bu kadar iyi hissettiriyor..” diyerek içini çekti.
Başını kaldırıp onu sevmeye devam etti. Karayel artık huysuzluğunu tamamen bırakmış yerinde sabit duruyordu.
“Evet. Kısa süre de olsa kafandaki şeylerden uzaklaşabiliyorsun.” Ateş sert soluğunu bırakırken Cansu ile kısa bir an gözleri kesişti.
“Atlar duygusal ve sezgileri güçlü hayvanlardır.” Karayel’e döndüğünde tekrar burnunu okşadı. “Senin en derin duygularını görebilir. Ne hissettiğini anlayabilir.” Ateş’e döndüğünde yine her zaman gördüğü yüz ifadesini gördü. Gergin yüz hatları ve öldürücü bakışlar.. “Belki bu kadar karamsar olmamalısın?”
“Karamsar?” Ağırca başını yana çevirdi. “Ben iyi şeyler düşünmeyi çoktan bıraktım.”
Cansu düşünceli bir şekilde gözlerini kıstı. “Daha önce dediğim gibi; karanlığı benimsemişsin. Hiç mi güzel bir şey görmedin? Hayatında hiç mi iyi bir şey olmadı?”
Ateş sert bakışlarını, doğruca Cansu’ya çevirdi. Sıktığı dişleri yüzünden, çenesi kasılıyordu. Suskunluğunu sonunda bozdu ve “Seni bir daha burada görmeyeceğim,” dedi.
Cansu afallamıştı. Yanlış bir şey mi sormuştu? Anlayamamıştı. Yanından rüzgar gibi geçip giderken, Karayel’in yularını çekti.
Durumun farkında olan Oya Hanım, hızlıca Cansu’nun yanına adımladı. Kaya Bey ise, Ateş’in arkasından tavlaya ilerledi.
Oya Hanım elini yumuşak bir şekilde kadının omuzuna koydu. “Ateş yanlış bir şey mi söyledi Cansu?”
Cansu bozulan yüzünü toparlamaya çalıştı. “Yok.. Söylemedi Oya Hanım.” Cansu, aslında Ateş’in ondan nefret etmesine bozulmamıştı. Düşündüğü, yabani bir adama nasıl kendini sevdirebileceğiydi.
Oya Hanım sıcak gülümsemesiyle karşısındaki kadına baktı. “Ateş, Karayel konusunda biraz sert olabiliyor. Lütfen onun kusuruna bakma.”
“Sanırım sadece Karayel konusunda değil..” diyerek buradaki konumunu korumaya çalışıyordu Cansu. “Ateş Bey benden pek hoşlanmıyor Oya Hanım. Kendisi beni bir daha burada görmek istemediğini dile getirdi. Galiba, sizinle burada yollarımızı ayırmanın vakti geldi.” Normalde asla böyle bir şeyi dile getirmezdi Cansu. Lâkin, Kaya ve Oya çiftinin kendisine engel olacağını bildiğinden, çiftliğe gelmeye devam edecekti.
Oya Hanım, şaşkınlıkla dudaklarını araladı. “Katiyen buna izin vermem!”
“Oya Hanım gerçekten, huzursuzluk yaratmak istemiyorum..”
“Rica ediyorum Cansucuğum! Bu çiftlikteki son sözü ben söylerim. Lütfen eski düzeninde gelmeye devam et. Hatta.. daha sık gel.” Oya Hanımın tek derdi; yeğeni Ateş ile Cansu’yu yakınlaştırmaktı.
“Ateş Bey bu durumdan memnun olmayacaktır.”
“Sen merak etme. Ateş beni kırmaz.” Oya Hanım tebessümüyle Cansu’nun sırtına dokunup, onu verandaya yönlendirdi. “Kahve içelim.”
“Teşekkür ederim ben artık gitsem iyi olur. Bugün programım oldukça yoğun.”
“Öyle mi? Öyleyse, bir gün seni sadece kahve içmeye bekliyorum.”
“Tabii! Tabi gelirim. Sizi de beklerim.” Cansu yüzünde bir zafer gülümsemesiyle salona adım attı.
“Bu arada, Karayel neden huysuz? Bunun için bir uzman arkadaşını getirebilirsin.”
“Bence sorun Ateş Bey'in kendisinde.” Hızlıca dudaklarını ıslattı. “Bakın, atlar insanın enerjini hisseder. Büyük ihtimal, ikisinin arasında olan bağ yüzünden Karayel böyle.”
Oya Hanım sakinlikle başını salladı. “Birkaç gündür Ateş gerçekten çok gergin.”
Oya Hanım, Cansu’yu yolcu ederken Kaya Bey ise yeğenini tavlalarda yakalamıştı.
“Ateş!”
Karayel'i seyise teslim eden Ateş, atının burnunu sıvazlayıp onunla vedalaştı.
“Söyle abi.” Eniştesine döndüğünde yüz yüze geldiler.
“Sen ne diye huysuz atla dışarı çıkıyorsun? Ya başına bir şey gelseydi?” Eniştesinin sesinden anlamıştı kızgın olduğunu.
“Merak etme abi. Bana bir şey olmaz.” Bir an olsun ne yüzü, ne de sesi yumuşuyordu. Geçip gitmeyi denedi. Ama eniştesinin sorusuyla tekrar duraksadı.
“Sen ne dedin Cansu’ya? Rengi gitti kızın.”
“Etrafımızda dolanmasın diye tembihledim. Gerçi kaç oldu söylüyorum ama, anladığım kadarıyla kendisi biraz yüzsüz..”
“Ne biçim konuşuyorsun sen? Üslubuna dikkat et!”
Ateş'in öfkesine öfke katılmıştı sanki. Sinirden çenesi seğirdi. “Ben hoşlanmıyorum o kadından! İster kız, ister söv..” Sıktığı dişlerinin arasından fısıldadı. “Melek yüzlü bir şeytan o!”
Kaya Bey, aldığı solukla ellerini arkasında birleştirdi. Bu kez sesini sakin tutmaya çalıştı. “Elimden bir kaza çıkmadan yıkıl karşımdan.”
Ateş, Kaya Bey’in dediğini yaptı. Öfkeyle uzaklaşan adımları, onu yalnızlığına sürüklüyordu.
Ateş, siyah arabasının kapısını kavramıştı ki, Timur aceleyle arkasından attığı adımlarla ona zor da olsa yetişebilmişti. “Ateş Bey!”
“Söyle.” Sabırsız aldığı soluğu bırakırken Timur'un uzattığı zarfa baktı.
“İstediğiniz gibi Cansu Hanımı araştırdım.” Ateş o sırada zarfı açıp içindeki bilgilere baktı. Daha çok fotoğraflarla doluydu. “Klinik ve oturdukları evden başka mal varlığı yok. Arkadaşlarına kadar araştırdım. Hepsi tertemiz.”
Ateş elinde tuttuğu Cansu’nun fotoğrafını arabaya vurdu. “Kadının melekten bir farkı yok yani?” Sinirle alt dudağını dişlerinin arasında ezdi.
“Öyle görünüyor Ateş Bey.”
“Ya Yusuf denen adam?”
“Henüz detaylı bir araştırmaya inmedim..” Söyleyecek bir şeyi var gibi yutkunan Timur, Ateş’in gözlerinden kaçamamıştı.
“Çıkar ağzındaki baklayı.” Elindekileri zarfa tıkaladı.
“İlgilenir misiniz bilmiyorum ama.. Yusuf yıllar önce Cansu Hanımı saplantı haline getirmiş. Belki de onu çok seviyor emin değilim.”
Ateş'in kaşları çatıldı. “İyice öğren.”
“Peki Ateş Bey.”
Ateş arabasıyla çiftlikten uzaklaşırken, Kaya Bey içeri girmeden önce nefes egzersizleri yapıyordu. Karısının kendisini böyle sinirli görmesini istemiyordu.
Cansu’yu yolcu eden Oya Hanım'ın da eşinden kalır yanı yoktu. Hızla eşinin yanına gitmek üzere arka taraftaki verandaya çıktı. Kaya Bey’in yaptığını nefes egzersizlerini gördüğünde sinirle ona seslendi.
“Kaya? Ne yapıyorsun Allah aşkına?”
Kaya Bey hemen kendini toparladı. Verandaya çıktı. “Cansu gitti mi?”
“Gitti.” Eşinin sinirli olduğu fark eden Kaya Bey, Oya Hanım’ın dirseklerinden tutup oturmasını sağladı.
“Ne olmuş? Cansu sana anlatmış anladığım kadarıyla.”
Oya Hanım sakince nefes alıp verdi. “Kıza, çiftlikte bir daha onu görmek istemediğini söylemiş.”
“Ne?” Kaya Bey şaşırmıştı.
“Bir daha gelmek istemediğini söyledi. İzin vermedim tabii! Ama çok ayıp oldu kıza.” Kızgınlıkla kaşlarını çattı. “Ateş’in bu yaptığına inanamıyorum.”
“İnan bende inanamıyorum karıcığım.” Karısının saçını okşadı. “Lakin, Ateş’in de her zamankinden daha kızgın olduğunu görüyorum. İşleri istediği gibi gitmiyor.”
“Yani sinirini Cansu’dan çıkardığını mı söylüyorsun?”
“Hayır.. hayır..” Diyerek başını sakinlikle salladı. “Ne olursa olsun bu yaptığının savunulacak tarafı yok.”
“Cansu'yu yarın akşam yemeğe davet edeceğim.”
“İyi olur. Özür nihayetinde.”
“Ateş ile de konuşacağım. Belki yemekte daha kibar olur.”
♣️
Cansu, arabasının yanında bekleyen arkadaşı Ali'ye gülümseyerek yaklaştı.
“Çok bekledin mi?” Diye sordu kadın.
“Beş dakika kadar.” Gülümseyerek arabanın kapılarını açtı. “Gidelim mi?”
Cansu yan koltuğa geçerken Ali arabayı çalıştırdı.
“Aslında daha erken gelecektim de bir işim vardı. Onu halletmem gerekti.” Dedi Cansu.
“Çok çalışıyorsun, yüklenme kendine bu kadar.” Diyerek arkadaşı Ali ona takıldı.
“Hayat koşturmasını seviyorum, biliyorsun.” Arka koltuktaki hırkaya takıldı gözü. “Eylül’ün mü?”
“Evet. Akşam unutmuş.”
“Bir akşam bize de getir Eylül’ü. Babam sessiz oğlanın kız arkadaşını merak ediyor. Tanışırlar.” Diyerek alay etti.
Ali kısa bir kahkaha attı. “Olur. Ama daha yeniyiz biliyorsun. Annemlerle tanıştırmadım daha.”
“Takılıyorum sana.” Dediğinde ikisi birbirine güldü. “Arkadaşınla inşallah arabanın fiyatında anlaşırız. Tok satıcıysa işimiz var.”
“Yok merak etme. Arabasını değiştirmek için satıyor. Zaten söyler söylemez direk aklıma sen geldin.” Arabasını yol kenarına çekti. “Geldik zaten.”
Lüks, müstakil bir evin önünde durduklarında Cansu şaşırmıştı. “Burada mı oturuyor? Arabasına uygun bir fiyat biçeceğini sanmıyorum.”
Ali gülerek telefonunu çıkardı. “Araba şu.” Diyerek dışarıdaki arabayı gösterdi. “Ben geldiğimizi haber vereyim.”
Cansu arabadan inip neredeyse yepyeni duran siyah Audi Q7 model arabaya baktı. Ne fiyat vereceğini şimdiden merak etmişti.
Ali telefonu cebine yerleştirirken Cansu’nun yanına geçti. “Nasıl? Tam senin istediğin gibi değil mi? Jeeplere bayılırsın.”
“Gerçekten bayıldım diyebilirim. Tam hayal ettiğim gibi bir araba.”
Evin bahçe kapısı açıldığında, Cansu ve Ali aynı anda kapıya baktı. Uzun boylu, buğday tenli bir adamdı. Gri eşofmanı ve beyaz tişörtüyle bile çekici duruyordu.
Cansu bu adamı tanımıştı. Şaşkınlıkla dudaklarını aralarken, adam da onu tanımış ve şaşkınlıkla gülümsemişti.
“Cansu?” Derken gülümsemesi daha çok genişledi.
Cansu şaşkınlığını atamamış ve küçük bir kahkaha atmıştı. “Metin Bakırcıoğlu..”
Metin, yanlarına vardığında Ali onlardan bile şaşkındı. “Şaka mı bu? Siz tanışıyorsunuz..”
Cansu sakince başını salladı. “Sekizinci sınıf. Ardından lise bir. Çok kısa bir arkadaşlıktı.” Metin'in gözlerine baktı. “Çok değişmişsin.. adımı söylemesen, acaba o mu diye düşünürdüm.”
Metin tebessüm etti. “Sen hiç değişmemişsin.”
Cansu konuyu dağıtmak için hızlıca kısa bir soluk alıp verdi. “Dünya küçük diyorlar ama bu kadarını beklemiyordum. Arabasına talip olduğum adam yıllar önce tanıdığım ve bir daha görüşmediğim biri çıkıyor.”
Metin iri dudaklarını birbirine bastırdı. “İnanılır gibi değil.” Arabasını işaret etti. “Gel. Bir bak, beğenirsen içeride konuşur anlaşırız.”
Cansu arabaya kısa bir göz gezdirdi. Motoruna ve lastiklerine baktı. O sırada Ali ve Metin sohbet ediyordu. Cansu aralarına yaklaştı ve “Ne kadar istiyorsun?” diye sordu.
“Bunu içeride konuşalım mı?”
Ali ve Cansu, içeri girdiklerinde etrafta bulunan birkaç çocuk oyuncağı Cansu’nun dikkatinden kaçmamıştı.
Ali, “Ufaklık nerede?” diye sorduğunda Cansu, Metin'in evli ve çocuklu olduğunu anlamıştı. Ama parmağında yüzüğü yoktu.
“Dağınıklık için kusura bakmayın. Can'ın oyuncaklarını toplamaya yetişemiyorum.” Metin salonu işaret etti. “Arka bahçedeydi. Ben bir bakıp geliyorum.”
Ali ve Cansu aynı kanepeye oturdu. “Güzel bir ev.” Diye mırıldandı Cansu.
Metin salona geri döndü. “Kahve mi içersiniz, yoksa çay mı?”
Cansu, “Fazla vaktim yok,” dedi.
“Bir kahveye bile mi?”
Ali “Kahve alırız,” dedi.
Metin mutfağa gittiğinde Cansu ters bakışlarını arkadaşına çevirdi. Kahveler geldi ve Metin çaprazlarında bulunan kanepeye oturdu.
Cansu, “Eşin?” diye sordu. “Evde yok mu?”
Metin buruk bir tebessüm gösterdi. “Biz.. ayrıldık.”
“Öyle mi? Özür dilerim bilmiyordum. Üzüldüm.”
“Hiç önemli değil.” Fincanını elinde çevirdi. “Ya sen? Bunca yıldır neler yaptın?”
Cansu hafifçe omuzunu silkti. “Bir veteriner kliniğim var. Aslında bir arkadaşımla ortak.”
Metin ise gülümseyerek başını salladı. “Hayalini gerçekleştirdin demek? Senin adına çok mutlu oldum.” Yerinde hafifçe doğruldu. “Bizimde bir köpeğimiz var. Can bahçede onunla oynuyor.”
“Sahi mi? Bu çok güzel.” Ağırca dudaklarını ıslattı. “Sen? Ne iş yapıyorsun?”
“Savcıyım.”
Cansu kısa bir şaşkınlık geçirdi. Nabzı hızlanmıştı. Anında başındaki bela için yardım isteyip istemeyeceğini düşünmeye başladı. Ama bir şey yokmuş gibi konuşmaya devam etti.
“Senin adına sevindim. Sende hep polis olmak isterdin.”
O sırada salona koşarak giren dört yaşındaki Can ve golden köpeği, tüm dikkatleri üzerlerine çekmişti. Köpeği heyecanla arkasından koşarken, Can sevinç çığlıklarıyla kanepenin etrafında dolaştı. Aceleyle babasının kucağına bindi.
“Baba! Gofret topumu vermiyor.” Dört yaşındaki afacanın kelimeleri yeni yeni oturuyordu.
Gofret, Can’ın önünde durmuş kulaklarını dikmiş ona bakıyordu. Heyecanla kuyruğunu sallıyor gözünü Can’ın elindeki toptan ayırmıyordu.
“Ama anlaşmıştık Can. Bu Gofret'in topuydu.” Dedi Metin yapıcı bir sesle.
“Değişsek olmaz mı?” Diye dudağını bükerken elindeki mavi topa baktı. “Ben kırmızıyı ona versem? Gofret kabul eder mi?”
Metin gülümseyerek oğlunun saçını düzeltti. “Bence Gofret için rengin bir önemi yok.”
Can gülümseyerek babasının kucağından inip odasına koştu. Gofret ise onu aynı heyecanla takip etti.
Cansu, Can'ın ardından gülümseyerek baktı. “Çok tatlı bir çocuk!”
Cansu ve Ali birkaç dakika daha sohbet ettiler ve araba konusuna tekrar geldiler. Metin, Cansu’ya bir fiyat söylediğinde Cansu, bütçesinin üzerinde olduğunu söyledi.
Ama Metin, “Senin aklındaki fiyat ne?” diye sorduğunda Cansu verebileceği bütçeyi söyledi.
Metin fiyatı kabul etmişti. Cansu itiraz etse de, Metin yıllar önce arkadaşlıklarının hatırına ısrarcı olacağını söyledi. Cansu ısrarını kabul etti ve yarın sabah noterde buluşmak için anlaşıp birbirlerinin numaralarını aldılar.
Ali arabayı kullanırken Cansu sessizce dışarıyı izliyordu. Ali dayanamayıp suskunluğunu bozdu.
“Bu arkadaşlık olayınız daha derin bir mevzu sanırım?”
Cansu tebessümle alt dudağını ısırdı. “Metin benim ilk aşkımdı.”
“Ne?!” Dudaklarından şaşkınlığını belli eden garip sesler çıkardı. “Bugün daha fazla şaşıramazdım!”
Cansu içten bir şekilde güldü. “Gerçekten inanılmaz!” Anıların arasından Metin'i ilk gördüğü günü hatırladı. “Sekizinci sınıfta daha sınıfa girer girmez aşık olmuştum ona. Ama o sıcakkanlı bir çocuk değildi. Yani herkese öyle değildi.” Cansu yüzünde tebessümle yıllar öncesinden bahsediyordu. “Yaz tatili girdiğinde ondan ayrıldığım için çok ağlamıştım. Sonra lisede birlikteydik. Okula birlikte gidip geliyorduk. Ama sonra o gitti.”
“Babasından dolayı değil mi?”
“Evet. Babası askerdi. Sürekli şehir değiştirirlerdi. Ama annesi buralıydı. O yüzden Metin'in şunu söylediğini hatırlıyorum. ‘Nereye gidersem gideyim, en çok burayı özleyeceğim. Keşke buradan hiç gitmesem.’”
Ali de arkadaşına tebessüm etti. “Belki sen olduğun için bu şehri daha çok sevmiştir.”
Cansu kısa bir kahkaha attı. “Hayır. Metin hiç sevgilim olmadı. O sadece, benim ilk aşkımdı.”
“Bundan haberi yok muydu yani?”
“Yoktu.”
♣️
Cansu kararan havayla birlikte içeri girdi. Babası sesini duymuştu.
“Cansu?”
“Benim baba!” İçeri girip aynı kanepesinde oturan babasının arkasından sarılıp yanağına bir öpücük bıraktı.
“Gel bakalım. Bugün arabanın sahibiyle görüştün mü? Anlaştınız mı?”
Cansu’nun yüzünde adeta güller açıyordu. “Evet! Ve asla tahmin edemeyeceğin bir şey oldu!” Babasının yanına oturdu.
“Ne oldu? Anlaştınız mı?”
“Anlaştık. Arabasını aldığım kim biliyor musun? Metin!”
“Hangi Metin?”
“Babası askerdi hatırlıyor musun?”
“Ha!” Dedi baba Ahmet. “Şu arkasından ağlaya ağlaya gözpınarlarının kuruduğu Metin!”
“Baba!” Diyerek yalandan kızdı. Baba Ahmet ise kızını böyle kızdırdığında çok eğleniyordu.
“Nerelerdeymiş sıpa? Bunca yıl sonra buraya mı taşınmış?”
“Evet. Savcı olmuş.”
“O zeki bir çocuktu zaten.” Kaşlarını kaldırdığında kızına döndü. “Değişmiş mi?”
“Çok değişmiş..” babasının kıkırdamasını duyan Cansu kaşlarını çattı. “Aşk olsun baba ya! Benimle dalga mı geçiyorsun?”
♣️
Ertesi sabah noterin önünde buluşan Cansu ve Metin ilk kez tanışmış gibiydi. Sadece el sıkıştılar ve içeri girdiler. Dakikalar sonra işlerini bitirdiklerinde Metin, arabanın anahtarlarını Cansu’ya teslim etti.
“Kahve içelim mi? Hem bunca yılın nasıl geçtiğini anlatırsın.” Diye sordu Metin.
Cansu’nun yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oldu. “Senin anlatacak daha çok şeyin vardır.”
“Ben seni dinlemek istiyorum.”
Cansu gözlerini kaçırdı ve saatine baktı. “Sadece bir kahve kadar zamanım var.”
Cansu yeni arabasının direksiyonuna geçerken Metin yan koltuğa geçmişti. Birkaç dakika sessiz geçti.
Metin, “Ahmet abi nasıl?” diye sordu. Cansu onaylayarak başını salladı. “Araba kullanmayı sana o öğretmişti.”
“Evet. Harika bir öğretmendi. Gayet iyi.”
“Hatırlıyorum. Sana öğretirken birkaç kez görmüştüm. Bir keresinde sana lastik değiştirtmişti.” Dediğinde ikisi de birbirine güldü.
Cansu o anı hatırlayarak, utangaç bir tavırla yüzünü çevirdi. “Elimin altından kaymıştı!”
“Evet!” Dedi Metin eğlenen bir ses tonuyla. “Bodrum kattaki Hatice ablanın camından içeri giren lastik onları şok etmişti.”
Cansu bu kez kahkaha atıyordu. “Defalarca özür dilemiştim. Babam camın parasını ödeyeceğini söyledikten sonra sakinleşmişti.”
Cadde üzerinde bulunan bir kafenin önüne park etti Cansu. Burası sık geldiği bir yerdi. Sıcak ve samimi bir ortamı vardı. Bazı akşamlar amatör sanatçılar çıkar canlı müzik olurdu.
Cam kenarında bir masaya geçip Metin kendine kahve söylerken, Cansu bitki çayı istemişti. Aralarındaki sessizliği fırsat bilen Cansu, Metin’in yıllar içinde değişen, ama siması aynı kalan yüzünü inceledi.
Kendince sert bir yüze sahipti. Belki de mesleğinden dolayı hep böyle sert olmalıydı. Ama yıllar önce de pek gülen bir çocuk olmadığını hatırlamıştı. Kendisine baktığını fark ettiğinde Metin’in yüz hatlarının yumuşamasını gördü.
Metin ise bunca yıldan sonra tanıdık biriyle oturup sohbet etmeyi çok özlemişti. Çevresindeki çoğu insan meslek gereği tanıdıklardı. Bu yüzden mesafesini koruması gerektiğini düşünüyordu.
İlk soru soran Cansu oldu.
“Ali'yi ne zamandır tanıyorsun?”
“Didem'i tanıdığımdan beri.” Dediğinde Cansu anlamamış bir edayla kaşlarını büzdü. Metin “Eski eşim,” diye ekledi. “Aynı yerde çalışıyorlardı. Onlar pek yakın değildi. Gidip gelirken Ali ile muhabbetimiz uydu. Birlikte maça falan gittik. Arada da kafa dağıtmaya.”
“Anladım.” Sakince başını salladı Cansu. “Can? O şuan annesinde mi?”
“Evet. Sabah ona bıraktım Can'ı.” Metin’in yüzündeki buruk tebessümle Cansu konuyu açtığına pişman olmuştu.
“Kusura bakma. Ben yanında göremeyince o yüzden sordum.”
“Sorun değil.” Dedi sakinlikle Metin. “Bazen sadece zamanı geri alabilmeyi çok istiyorum..” Sıkıntıyla içini çekti.
“Ama maalesef bu mümkün değil.” Diye tamamladı Cansu aynı sıkıntıyla. O da bunun olmasını çok isterdi.
“Sende benim gibi, hayatında büyük yer edinmiş birini unutamıyorsun belli ki..”
Cansu şaşkın bir ifadeyle ona baktı. “Nereden çıkardın?”
“Konu açıldığından beri, parmağında yüzük varmış gibi oynuyorsun. Evlenmek üzere olduğun birinden ayrıldığını anlamak zor değil.”
Cansu hemen bakışlarını masanın üzerinde birleştirdiği ellerine indirdi. Farkında bile değildi yüzük parmağıyla oynadığının. Dudakları hafifçe kıvrıldı ama tekrar eski halini aldı.
“Mesleki bir tecrübe mi bu? Anlaşılan fazla dikkatlisin.”
“Sen her ne diyorsan..” bitmiş kahve fincanını hafifçe itti. “Hâlâ seviyor musun onu?”
Kadının dudakları aralandı. Cevabı net bildiğini sanıyordu. Ama ağzından rahatça ‘evet’ çıkan bir kelime olmadı. Düşündü. Gerçekten seviyor muydu Yusuf'u?
“Bilmiyorum..” Dedi kendi cevabına şaşırarak. “Yani onu seviyordum. Ama onu özlemiyorum..” Anlamsızca kaşlarımı çatarak bakışlarını Metin’e çevirdi. Belliydi ki bir duygu karmaşası yaşıyordu. “Çok garip bir his.”
“Duygular değişir Cansu. Bu gayet normal.”
Cansu düşüncelerinin arasında boğuşurken ağırca dudaklarını ıslattı.
O sırada telefonu çaldı. Arayan Oya Hanımdı. Nazikçe cevapladı Cansu.
“Buyurun Oya Hanım?”
“Merhaba canım! Nasılsın?”
“Teşekkür ederim siz?”
“Bende iyiyim. Cansucuğum. Seni bu akşam çiftliğe, yemeğe davet etmek istiyorum.”
Cansu, Metin ile kısa bir göz teması kurduktan sonra ondan gözünü kırparak izin aldı ve masadan kalktı. Bahçeye doğru giderken Oya Hanıma cevap vermeyi ihmal etmedi.
“Oya Hanım.. Sanırım teklifinizi..”
Cansu’nun reddedeceğini anlayan Oya Hanım, kadının sözünü kesti.
“Lütfen. Bunu bir özür yemeği olarak düşün.”
Cansu yavaşça nefes alıp bıraktı. Bir yanı gitmek istemese de ona yakın olmak zorundaydı.
“Ateş Bey olacak mı? İnanın huzursuzluk yaratmak istemiyorum.”
“Olacak ama sen onu merak etme. O da yaptığı yanlışın farkında. Hiç bir sorun olmayacak.” Oya Hanımın gülümsemesini sesinden anlamıştı Cansu.
♣️
Ertesi günün akşamı, Cansu arabasını çiftlikten içeri sokarken korumalara takıldı. Cansu, kendi arabasını olduğunu dile getirip içeri alındı.
Arabasını bahçeye park eden kadın, arabanın içinde bekledi. Her şeyin yolunda gideceğine kendini inandırmaya çalışıyordu. Bir yandan her şeyin ters gideceğini, Ateş’in ondan daha fazla uzaklaşacağını düşünmeden edemiyordu.
Yan koltuktan tatlıyı aldı. Arabadan inip, bol paça yüksel bel kumaş pantolonun kemerini düzelti. Krem rengi salaş gömleğinin yakalarını düzeltip derin bir nefes alıp bıraktı. İçeri girmek için hazırdı.
O anda, arabasının yanında hemen Ateş’in arabası durdu. Gözleri korkuyla büyürken iki arabanın arasından yavaşça çıktı. Onu beklemeli miydi emin değildi. Duraksayıp taş yolu takip edip, beklememeye karar verdi.
Ateş’in arabasını arkasında bırakırken, sertçe kapanan kapıyı duysa da umursamadı.
Birkaç adım arkasında olan adamı hissediyordu. Gerilmişti. Aldığı nefesi hissedeceğinden bile korkuyordu. Bu yüzden sakin olmak adına, yavaşça aldığı nefesi yine aynı yavaşlıkla bıraktı. Ve o anda Ateş sert bir tavırla kadının kolunu kavradı. Cansu, korkuyla içini çekerken, Ateş’in siyaha dönmüş gözleriyle karşılaştı. Burnuna gelen silik bir alkol kokusu vardı.
“Seni bir daha görmek istemediğimi kaç kez tekrarlamam gerek?” Ateş’in sıktığı dişlerinin arasından öfkeli sesiyle Cansu kolunu kurtarmak istedi. Ateş buna izin vermediğinde biraz daha yakınlaştılar.
“Bende seni görmeye meraklı değilim.” Cansu ne kadar korksa da soğukkanlılığını koruyordu. “Oya Hanım teklifini reddetmeme izin vermedi. Fazla kalmayacağım!” Sertçe söylediği cümleyle bir hamlede kolunu kurtardı bu kez.
“Gelmeyeceğini umardım..” Ateş sert bakışlarını Cansu’nun üzerinden çekerken taş yolda ilerlemeye devam etti.
Cansu seri attığı adımlarla hızla ona yetişti. “Madem geleceğimden haberin vardı, sen neden bu yemeğe katılıyorsun?”
“Halam yüzünden..” diye sinirle mırıldandı. “Umarım seni bu son görüşüm olur!”
“Bir daha görmezsin merak etme!”
“Bunu sadece iki gün önce söylemiştin!” Hızla yanındaki kadına dönüp koyu bakışlarını ona dikti. “İki gün! Buna rağmen, seni ikinci kez burada görüyorum!” Sinirle kadının üzerine doğru bir adım attı.
Cansu bedenini hafifçe geri çekerken, tedirginlikle dudaklarını ıslattı. “Pazartesi günleri burada olduğumu biliyorsun..”
“Bugün Pazartesi değil! Ama sen yine de buradasın. Üstelik iş için de değil.”
“Dediğim gibi; Oya Hanımın daveti. Bir daha karşına çıkmayacağım.”
Ateş hırsla kapıya doğru yürüdü. Cansu bu kez adımlarını sakinlikle atarak onu takip etti. Evin yardımcısı Gülşen Hanım açtı kapıyı.
Cansu aldığı tatlıyı Gülşen’e uzattı. Ardından salona geçti. Ateş'i arayan gözleri, Oya Hanım ile karşılaştı.
“Hoş geldin Cansucuğum!”
“Merhaba Oya Hanım.”
“Gülşen! Kaya ve Ateş’e haber ver lütfen. Yemeğe insinler.”
Gülşen, “Hemen,” diyerek basamakları çıkmaya başladı.
Oya Hanım, biraz daha arka tarafa doğru kalan yemek masasını işaret etti. “Masaya geçelim.”
Oya Hanım, Çiçek’i yanındaki sandalyeye yönlendirdi. Masaya geçtiklerinde, Cansu yanında bir servis daha olduğunu gördü. Oya Hanım, Cansu’yu bilerek karşısına geçirmişti.
Kaya Bey masanın başına geçerken Ateş sertçe Cansu’nun yanındaki sandalyeyi çekti. Cansu bu sert tavırları kendisine yaptığını biliyordu. Yine de tebessüm etti.
Kaya Bey ters bakışlarını Ateş’in üzerinden alıp, Cansu ya çevirdiğinde sıcak bir gülümseme gösterdi.
“Nasılsın Cansu kızım?”
“Teşekkür ederim Kaya Bey. Siz?”
“Koşturuyoruz. İş güç.” Diyerek güldü.
Oya Hanım, Gülşen’e servise başlamasını söyledi. O esnada Cansu, Ateş'in masanın üzerine bıraktığı sıktığı yumruklarını fark etti. Üzerini değiştirmişti. Beyaz gömleğinin vatkalarını birkaç kez katlamıştı. Kol damarları o kadar kabarmıştı ki; Cansu, Ateş’in kendini bu kadar sıkmasını anlamıyordu.
Çaktırmadan kemikli parmaklarını inceledi. Vatka kısımları bol olan gömleğinin kol kısımları dar gelmiş gibi görünüyordu. İstemsiz bir şekilde yutkunarak bakışlarını önüne koyulan çorba kasesine çevirdi. Teşekkür etmeyi ihmal etmedi.
Kaya Bey, “İşler nasıl gidiyor Ateş?” diye sordu. Sesindeki mana dolu tonu Cansu bile fark etmişti.
Ateş, çorbayla oynağı kaşığı tabağın kenarına bıraktı. “Ne ima ediyorsun abi?” Kaşları çatık ve öfkeliydi.
“Bir şey ima etmiyorum. Sadece bir aksaklık var mı onu merak ediyorum?”
“Senin haberin vardır zaten. Benim söylememe gerek var mı?” Kavisli kaşlarını kaldırdı.
“Var tabii..”
“Halledemeyeceğim bir konu değil.” Dedi sert bir ses tonuyla. “Bunu biliyorsun?”
Oya Hanım hafifçe öksürdü. “Misafirimizi iş konularıyla sıkmayalım Kaya.” Ardından sıcak bir tebessümle Cansu’ya döndü. “Baban nasıl Cansu?”
“İyi. Gelirken kardeşime bıraktım babamı.” Gülümserken gözlerinin içi de gülüyordu kadının.
“Bir de yeğenin vardı değil mi? Ahmet Bey torununa çok düşkün olmalı.”
“Öyle. Her gün telefonda konuşmadan edemiyorlar.”
“Ne mutlu Ahmet Bey’e. Darısı bizim başımıza inşallah. Bir torun görmeyi bizde çok isteriz. Ama ilk önce çocuklarımızın evlenmesi gerek.”
Çiçek içinden hayatının aşkını bulmak için halasının duasının üzerine dua ederken, Ateş duymamış gibi davranmıştı. Evlilikle değil alakalı olmayı, bir kadına bağlı olmak bile aklının ucundan geçmiyordu.
Tabaklar yemeklerle değişmiş, sohbet biraz da olsa sıcak bir hal almıştı. Kaya Bey'in gerginliği gitmişti. Çiçek arada gülümsüyor ama sessiz kalmaya devam ediyordu. Ateş ise aklında ters giden işi bir yana, yanındaki kadının derdi bir yana sinirle arada soluyup duruyordu. Yanındaki kadına bir kez bile dönüp bakmamıştı.
Tatlılar geldiğinde Cansu, “Bu arada,” diye gülümsedi. “Karayel için arkadaşıma danıştım. Gözlemlerimi söyledim ve o da benimle aynı fikirde. Herhangi bir yardıma ihtiyacınız olduğunda kendisi memnuniyetle yardım eder.”
Kaya Bey memnuniyetle başını salladı. “Sağ ol Cansu kızım.”
Ama Ateş, “Hiç sanmıyorum!” diyerek rahatsız olduğunu dile getirmişti. “Bundan sonra, sen de Karayel'e dokunmayacaksın.”
Ateş, yemeğin başından beri bakmadığı kadına ilk kez bakıyordu. İkisi birbirine karşı kaşlarını çatmıştı. Cansu ise ilk kez korkusuzca bakıyordu kararmış gözlerine.
“Siz bunu söylemeye devam edin Ateş Bey. Kovduğunuz halde buradayım. Yani; görüyorsunuz ki dinleyeceğim son kişi sizsiniz.”
Ateş tekrar yumruğunu sıktı. Dudaklarında öfkeli bir gülüş belirdi. Ama bu kısa sürdü. Peçeteyle alt dudağını sinirle sildi ve sakinlikle ayağa kalktı.
“Bu cesareti bu kadına siz verdiniz. Çiftlikte sizin kurallarınız geçebilir.. Ama dışarıda benim kurallarım geçer!” Ateş dişlerini sıkarak söylediği cümleyle elindeki peçeteyi masaya attı.
Oya Hanım kaşlarını kaldırarak yeğenine baktı. “Ne demek istediğini açıkça söyler misin Ateş?” Sesindeki kızgınlığı anlamamak mümkün değildi. “Ayrıca yerine otur lütfen.”
“İkinizde, bir gün bu kadın hakkında yanıldığınızı anlayacaksınız!” Ardından Cansu’nun sandalyesini sıkıca kavrayıp kulağına doğru eğildi. “Bu cesaretini şimdilik görmezden geliyorum. Ama beni tanısaydın eğer.. bu cesareti göstermeye asla cesaret edemezdin. Neyse ki seni bir daha görmeyeceğim! Çünkü ben bana yapılanı unutmam Cansu. Emin ol, seni bir daha gördüğümde bu kadar sakin görmeyeceksin beni..”
Cansu hızla dudaklarını ıslatırken Ateş ağırca sırtını dikleştirdi. Elini sandalyeden çekerken bir kez daha sıktı. Öfkesi içinde patlayacak gibi hissediyordu. Göğsü hırsla inip kalkıyor, damarları zonkluyordu.
Kaya Bey’in, “Ateş..” demesiyle susması bir oldu.
“Size afiyet olsun.” Diyerek masadan uzaklaştı adam.
Cansu korkuyla gözlerini kırpıştırdı. “Ben.. özür dilerim. Amacım tatsızlık yaratmak değildi. Bir an gelen sinirle dilimi tutamadım. Gerçekten özür dilerim..”
Kaya Bey uzanıp, Cansu’nun koluna hafifçe sakin olması için iki kez dokundu. “Asıl sen kusura bakma Cansu.” Merakla gözlerini kıstı Kaya Bey. “Sana kötü bir şey demedi değil mi?” Aslında emindi kadını tehdit ettiğinden. Bembeyaz olmuştu suratı.
“Yok.. hayır demedi.”
♣️
Günler geçti.
Musa ile Cansu’nun son konuşmasından bile bir hafta geçmişti.
Cansu, doktor Ferhat Gümüş’ün karşısında ellerini kot pantolonunun dizlerine bastırdı. Odadaki, saatin yelkovanına bakıyordu. Onu on geçiyordu. Hâlâ buraya neden geldiğini sorguluyordu. İçini hızla çekerken, doktorunun gözlerine baktı.
Doktor Ferhat, tebessüm etti. “Korkularımız, içimizi kemiren bir parazit gibidir Cansu Hanım. Ve onu sadece siz öldürebilirsiniz.”
Cansu ellerinin üzerine baktı. “Ben, hiç bir şeyden korkacağımı düşünmezdim.. ama bu, çaresizlik..” bitkin bir ses tonuyla başını hafifçe sağa sola salladı.
“Çaresizlik. Sizi buna iten nedir?” Cansu bu kez sıkıntıyla nefes alıp verdi. “Cansu Hanım sorununuzun kaynağına inmeye çalışıyorum. Amacım size yardım etmek. Ve şuan sizi tedirgin görüyorum.” Cansu sessizliğini korudu. “Peki.. geçen haftaki görüşmemizden sonra herhangi bir atak geçirdiniz mi?”
“Hayır.” Dedi sakinlikle.
“Yani atak geçirmenize hiç bir şey sebep olmadı. Peki neden şuan korkuyorsunuz Cansu Hanım?” Adamın ılımlı sesi huzur ve güven veriyordu. Cansu tekrar doktorun gözlerine baktı.
“Çünkü biliyorum.. fırtına öncesi sessizlik bu.” Boğazına oturan yumruyu yutkunarak geçirmeyi denedi. “Gittikçe küçülüyor çemberim. Sıkışıyorum. Nefes alıyorum ama alamıyor gibi hissediyorum.”
“Endişelisiniz aynı zamanda.. Ama her şeyin bir çözümü vardır. Değiştiremeyeceğimizi sandığımız her şeyi değiştirebiliriz aslında. Ve bunu sadece biz yapabiliriz. Hiç bir çaba sarf etmeden olacakların değişmesini beklememeliyiz.” Kaşlarını tebessümle kaldıran doktor, Cansu'nun yüzünü inceledi. “Ne demek istediğimi anlıyorsunuz Cansu Hanım değil mi?”
Cansu duraksadı. Hiç bir şey yapmıyor muydu gerçekten? Çabalıyor muydu? Yaptığı şey sadece korkmaktı belki de.. düşündü.
Sakince başını salladı. “Anlıyorum.”
Olacakları beklemek içini sıkıyordu. Göğsünde inanılmaz bir baskı vardı.
Doktorun söylediklerini düşündüğünde, sadece sonuca bakmamaya karar verdi.
Bir şeyler yapmalıydı.
“Tedavimize ilaçlarla devam edelim.” Reçeteyi karaladı ve Cansu'ya uzattı ve tebessüm gösterdi. “Haftaya görüşmek üzere.”
♣️
Doktordan sonra kliniğe işine giden Cansu, biraz da olsa rahat hissediyordu. Bilgisayarının başında dalmıştı. Telefonunun sesiyle dikkati dağılmıştı. Arayan kişiyi gördüğünde şaşırmıştı.
“Metin?” Diyerek cevapladı.
“Nasılsın?”
“İyiyim. Çalışıyordum sen?”
“Bende şimdi eve geçiyordum. Sana arabanın yedek lastiğini vermeyi unutmuşum. Garajda gördüm akşam. Eve giderken uğrayıp alabilirsin.” Sesi bir yandan sıcak gelen adamın bir yandan ciddiyetle sesi kasılıyordu.
“Tamam..” Cansu saatine baktı. “Hatta beş dakikaya çıkarım. Uğrar alırım.”
“Tamam görüşürüz.”
Cansu işlerini toparladı. Diğer çalışanlarla vedalaşıp klinikten çıktı. Ortağı Ceren bu gece burada kalacaktı. Ceren’in burayı ikinci evi gibi kullanmasına hepsi alışmıştı.
Cansu neredeyse yarım saat içinde Metin’in evinin önünde durdu. Arabadan inip telefonunu çıkardı. Metin'i arayıp geldiğini haber verdi. Telefonunu mevsimlik ceketinin cebine atıp, ceketinin kollarını sıcaktan dolayı hafif yukarı doğru çekti.
Metin beyaz gömleği ve kumaş pantolonuyla evden çıktığında Cansu onun henüz yeni eve geldiğini anlamıştı. Kısaca selâmlaşıp garajın kapısı açtı.
“Sen bagajı aç. Ben aldım bunu.” Cansu bagajı aralarken Metin bıraktığı lastikle ellerini silkeledi. “Vaktin varsa kahve içelim?”
Cansu bagajı kapatırken dudaklarını birbirine bastırdı. “Sağ ol ama bir an önce eve gidip dinlenmek için can atıyorum.”
“Yorucu bir gündü demek..”
Cansu hafifçe gülümsedi. “Ruhen yorucuydu.” O sırada telefonuna gelen mesajla ceketinin cebine attı elini. Ekranda gördüğü isimle birlikte gülümsemesi soldu. Mesaj Musa Yakaza'dandı.
“Bu sadece küçük bir uyarıydı.”
Cansu’nun zihninde hemen Musa’nın onu ‘ilk önce babandan başlarım’ diye tehdit edişi canlandı.
“Baba.” Diye korkuyla mırıldanıp telefonu aceleyle cebine attı.
“Ne oldu?” Metin’in kaşları çatılmıştı. Cansu cevap bile vermeden, korkuyla atan kalbiyle Metin’in yanından geçip aceleyle arabaya bindi. Metin ters bir şeyler olduğunu anlamış hemen yan koltuğa geçmişti. “Cansu ne oldu?” diye sordu tekrar. “Ahmet abiye bir şey mi oldu?”
Cansu arabayı çalıştırıp, gaza bastı. “İnşallah olmamıştır.. Allah'ım lütfen bir şey olmasın!”
“Sakin ol.”
Cansu sesli komutla, “Babamı ara!” dedi. Telefon çaldı ama cevap veren olmamıştı. Metin uzanıp arabanın dokunmatik ekranına ‘tekrar ara’ kısmına dokundu. Cansu’nun gözyaşları sesli bir şekilde dökülmeye başlamıştı. “Lütfen aç baba, lütfen aç!”
Cansu kırmızı ışıkta durmadan gaza basmaya devam etti. Nabzı o kadar yüksek atıyordu ki, sanki kulaklarında yankılanıyordu. Korkuyordu. Çok korkuyordu. Daha şimdiden kendini suçlamaya başlamıştı bile.
Musa’nın dediklerini yapmadığı için kendine bin bir lanet okudu. Aklında türlü çeşit senaryolar geçerken, sokağına döndüğü gibi evlerinin önünde bulunan bir ambulans ve bir polis arabasını görmesiyle beyninden vurulmuştu.
Arabayı ani bir frenle polis arabasının arkasında durdurdu. Gözyaşlarıyla birlikte apartmana koştu.
Dudaklarından korkuyla “Baba!” diye bir çığlık çıktı.***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA
General FictionSevmeyi bilmeyen bir adam... Mantığı ve kalbiyle savaş veren bir kadın.. * Hikayemi değiştirdim, bu yüzden yeni yayım tarihi; 2 Eylül 2020 Çarşamba