"Soğuk Kişilik"

118 7 3
                                    

♣️

Bölüm 2:
Soğuk Kişilik

Muayene odasında adam oturmuş, genç kadının ne yaptığını inceliyordu. Soğuk bakışları, kadının titreyen ellerine kaydı. Korktuğunu biliyordu. Lâkin yanlış bir şey yapmayacağından emindi. Soğuk kanlılıkla tişörtünü kaldırdı.
 
Cansu gerekli malzemeleri yanında hazır etmişti. İlk defa bir insanı ameliyat etmesi onu korkutmuyordu. Onu ürküten şey karşısındaki adamdı. Aklında cevapsız sorular dönmeye başladı. Kadın sorgularca kirpiklerinin altından gözlerini soğuk adama dikti. Ateş, bakışlarını üzerinde hemen hissetmişti. Çatılmış kaşlarını hemen üzerine çevirdi.
 
Cansu, bu adamın her şeyinden rahatsız olmuştu. Ondan bir an önce kurtulmak istedi. Adamın tişörtünü yavaşça, yukarı kaldırdı. Ateş onun işini kolaylaştırmak isteyerek, tişörtü zorlanmadan ensesindeki yakadan tutup çıkardı. Acıdan döktüğü ter damlaları saçlarını ıslatmıştı.
 
Adam, genç kadının kolunu sertçe yakaladı. Cansu ani hareketle irkilse de, belli etmemeye çalıştı. Ateş, ılık nefesini kadının yüzüne bıraktı. “Korkma.”
 
Kalbi korkuyla daha fazla atmaya başlamıştı. Yine de gözlerini inatla korkusuzca adamın gözlerine dikti. Saniyeler geçince adam, kadının kolunu serbest bıraktı. Onu incitmek istemiyordu. Bir an kadının koluna, gözleri düştü.
 
Cansu, adamın yarasıyla ilgilenirken adam sadece onu izliyordu. Uzun saçlarını ensesinden toplamış, ama yorgunluktan salınmıştı. Önüne düşen bir kaç tel saçı bileğinin tersiyle geriye itti.
 
Ateş, onun güzel olduğunu kendince kabul ediyordu. Beğendiği her kadını elde etmişti. Herkesin hayatını düşünmeden karartabilirdi. Ama eniştesine verdiği söz kulaklarında yankılanıyordu. Bu yüzden ona yaklaşamamaya kararlıydı.
 
Cansu işini bitirince, eldivenlerini elinden sökerken gözlerini Ateş’e dikti. “Sana bunu kim yaptı? Polise gitmelisin.” Ayaklanıp eldivenlerini çöpe attı.
 
“Eyvallah işini yaptın. Ama sorularına ayıracak vaktim yok.” Genç adamın bilmiş tavrı, Cansu'yu iyice sinirlendirmişti. Adamın yerinden kalkmasını izledi.
 
“Bu hâlde bir yere gidemezsin.”
 
Adam onu dinlememişti. Kalkmakta ısrarlıydı. Canı yanmasına rağmen zorla ayağa kalktı. İnatçı biriydi. Acıya dayanıklıydı. Ama fazlasıyla kan kaybedişi onu fazlasıyla yormuştu.
 
Cansu, adamın öylece önünden geçip gitmesini izledi. Onu umursamamıştı. Kendi haline bırakmak istedi. Lâkin bir yerlerde ölüp kalacağından korkuyordu.
 
Ateş kapıya doğru yürürken elindeki tişörtü sıkıca kavramıştı. Alnından terler süzülürken bir anda gözleri karardı. Yerinde durup dengesini sağlamaya çalıştı. Bunu Cansu sayesinde başarmıştı. Kolunu boynuna atıp onu gri kanepesine oturttu.
 
“Umarım kurşun seni zehirlemeden onu alabilmişimdir.” Arkadan getirdiği ağrı kesici ve antibiyotik ilacını, Ateş’in kuru dudaklarından içeri sırasıyla saldı. Arkasından suyunu verip, başını yavaşça yastığa koymasını sağladı.
 
Uzun süredir kurşunun onun vücudunda olduğunu anlamıştı. Neden hu kadar geciktiğini, düşünüp durdu.
 
Ortalığı hızlıca toparladı. Geri geldiğinde Ateş çoktan uyuyakalmıştı. Karşısındaki tekli kanepeye oturup onu inceledi. Gözleri tekrar ona takıldı. Nefesini ve nabzını kontrol edip yerine geçti.
 
İriydi. Sporla uğraştığı belliydi ama buna zaman ayıramadığı da belliydi. Geniş omuzları, pürüzsüz bir teni vardı. Siyah saçları döktüğü terden dolayı, dağılmıştı. Tertipli birine benziyordu. Onlar saygın bir aileydi, yasadışı olaylarla ilgileri olamazdı.
 
Cansu analizini yaparken bitkince bir nefes alıp verdi. Avuç içleriyle kaşlarını ovalayıp sırtını koltuğa yasladı. Yorgundu ama babasını habersiz bırakmak istemedi. Masasına dönüp telefonunu aldı.
 
“Alo baba?”
 
“Efendim kızım?” Uykulu gelen sesinden saatin geç olduğunu anlamıştı.
 
“Uyandırdım mı? Saatin geç olduğunu fark edemedim.” Alnını parmaklarıyla ovuşturdu.
 
“Bir şey mi oldu Cansu?”
 
“Yok baba bu akşam ben gelemeyeceğim. Merak etme diye aradım.” Sesi yumuşaktı. Babasını rahatlatmak istedi.
 
“Hayır olsun kızım?”
 
“Nöbetçiyim. Uğur bugün bir kediyi ameliyat etti. Gözetim altında kalması lazım.”
 
Babasının gülümsemesini duydu. “Benim iyi yürekli kızım. Tamam, kendine dikkat et.”
 
Telefonu kapadığında, gri kanepesinde yatan adamı kontrol edip yerine geçti. Öyle yorgundu ki bacaklarını kendine çektiği gibi göz kapakları kapanıverdi.
 
Saatler sonra Ateş sızlanarak gözlerini araladı. Karşısında hemen, küçücük kanepede uyuyan kadını gördü. Susamıştı. Kanepede yavaşça doğruldu. Tekrar Cansu'ya baktı. Onun orada uyuması bile umurunda değildi.
 
Baş ucunda duran pet şişeyi açıp kana kana suyunu içti. Üzeri hala çıplaktı. Buna rağmen ter içindeydi. Başını tekrar kalktığı yere koydu. Gözleri tekrar genç kadını buldu. Boynu omuzuna düşmüş, gerdanı açıkta kalmıştı. Bu kez gözlerini tavana çevirdi.
 
♣️
 
Ceren kliniği açtığında tahmin edemeyeceği bir manzara ile karşılaşmıştı. Kapıyı bırakacağı sırada, sessiz olmaya çalıştı. O adamı tanımıyordu. Onları rahatsız etmek istemedi. Muayene odasına sessizce ilerleyip üzerini değiştirmeyi düşündü.
 
Birkaç dakika sonra kapı tekrar açıldı. Yukarıdaki zil, sesli bir şekilde salladığında Cansu hızla gözlerini araladı. Onun buraya nasıl girdiği hakkında hiç bir fikri yoktu. Hele uzun bir aradan sonra onu görmeyi beklemiyordu.
 
Eski erkek arkadaşı Yusuf, kapının ağzında durmuş gördüklerini anlamaya çalışıyordu. Koltukta yarı çıplak bir adam yatıyordu. Ve başında, Cansu’nun uyuması canını sıkmıştı.
 
“Kim bu?” Dedi aceleyle. Sessiz olmak gibi bir niyeti yoktu.
 
Cansu hızla ayaklarının üzerinde dikildi. Ateş’in uyanmasını istemedi. Seri adımlarla Yusuf'un yanına vardı. Kapıyı açıp dışarı çıkmasını bekledi. Ama Yusuf sessiz olmamakta ısrarcıydı. Sanki o adamın uyanmasını istiyordu.
 
“Kim bu adam Cansu?”
 
“Sessiz ol! Dışarı çık.” Cansu, Yusuf'un olay çıkarmasını istemiyordu. Onun çıkmasını beklemeden dışarı kendi çıktı. Tahmin ettiği üzere arkasından Yusuf da çıkmıştı. “Senin burada ne işin var?”
 
Cansu soğukkanlı bir tavırla, Yusuf’un gözlerinin içine bakıyordu. Sesi oldukça sakindi. Ama göğsündeki sızının farkındaydı.
 
“Kim o adam?”
 
“Yusuf, bunun seni ilgilendireceğini sanmıyorum.” Cansu kibar bir kadındı. Ağzından kelimeler teker teker dökülürken Yusuf kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. “Neden buradasın?”
 
Yusuf, özlem dolu bakışlarını kadının üzerinde gezdirdi. “Seni görmek istedim.”
 
“Beni bir daha görmeye gelme Yusuf.” Cansu gözlerini kaçırdı. “İlişkimiz bitti ve, artık bunu anlamalısın.” Cansu kapıya uzanmak istediğinde, Yusuf seri bir hareketle Cansu’nun kolunu nazikçe kavradı.
 
“Cansu... Cansu neden böyle yapıyorsun? Ben, seni özlüyorum.”
 
“Neden mi?” Diye sordu, kadın kolunu yavaşça kurtarırken. İçindeki kırgınlık sesine vuruyordu.
 
“Evet, neden?”
 
Cansu derin bir nefes alıp verirken öfkesini göstermemeye çalıştı. “Yusuf, sen.. bencilsin.”
 
Yusuf neye uğradığına şaşırmıştı. “Bencil mi?”
 
“Evet.” Dedi Cansu kesin bir ses tonuyla. “Yusuf sen, sadece kendini düşünüyorsun. Benim ne hissettiğimi ya da ne düşündüğümü bugüne kadar umursamadın. Sen sürekli kendi çıkarların peşinde koşan, başkasının ne istediğini umursamayan bencilin tekisin.” Cansu konuşunca rahatladığını fark etmişti. “İlişkimiz aslında çoktan bitmişti. Ama sen bunu göremeyecek kadar bencildin. Aramızdaki soğukluğu bile fark etmedin.” Dedi kadın yavaşça omuzlarını silkerek.
 
Yusuf karşısındaki kadından böyle bir şey beklemiyordu. Eski günlerini düşündü. “Cansu ben sana hiç bir zaman soğuk, ya da ilgisiz olmadım.”
 
Cansu alt dudağını sinirle dişlerinin arasında ezerken vücudunu daha da dikleştirdi. Kendinden emindi. “Öyleydin Yusuf. Ben seni idare etmekten yorulmuştum.. O kadar kördün ki, benim çabamı görmedin. Böyle bir ilişki zaten yürümezdi.”
 
“Özür dilerim,” dedi Yusuf. Ama hala hatasının olduğunu kabul etmek istemiyordu. “Sana böyle hissettirdiğim için..” gözlerinin içine baktı. “Hatamı düzeltmem için bana şans ver. Seni seviyorum ve bunun için elimden geleni yaparım.” Elleri kadının zarif elini kavradı.
 
Cansu elini yavaşça çekmek istedi ama Yusuf buna izin vermedi. Kadın, bu kez elini hızla çekti. “Ben sana o şansı vermiştim. Sana anlatmaya çalıştım, ama sen o aptal telefonuna o kadar çok dalmıştın ki beni ‘tamam’ diyerek geçiştirdin. Beni ciddiye almadın bile. Ben senin kıyıda, istediğin zaman sevip, istediğin zaman kenara atacağın oyuncağın değilim.” Genç kadın kırgın sesini saklayamamıştı.
 
“Özür dilerim...”
 
“Özür dileme artık. Beni bir daha görmeye gelme yeter.”
 
Kadın kendini içeri atarken gözleri Ateş’i buldu. Uyumaya devam ediyordu. Kendini birden kötü hissetmişti. Kapıyı kilitleyip arka tarafa ilerledi. Muayene odasının birine girip kapıyı örttü. Sessizce içini çekti. Ağlamak istemiyordu. Kendini değersiz hissettiren adam için tek damla gözyaşı bile dökmek istemiyordu.
 
Dışarı çıkmak için önlüğünü ve üzerindeki takımı değiştirdi. Girişe geldiğinde kapının açık olduğunu gördü. Koltuğa bakmak üzere, koridordan hızlıca çıktı. Tahmin ettiği üzere koltuk boştu. Ateş gitmişti. Rahatlamıştı. Ama ona bir teşekkür bile etmemesi sinirini bozmuştu.
 
Arkasından Ceren'in ona seslendiğini duydu. “Ceren? Sen ne zaman geldin?”
 
“Az önce. Koltukta uyuyordun. Karşında da bir adam vardı. Kimdi o?”
 
Cansu dudaklarını araladı ama kim olduğunu açıklamaktan vazgeçti. Onu bir daha göreceğini sanmıyordu. “Uzun hikaye. Yardıma ihtiyacı vardı.”
 
“Hm. Bir yere mi gidiyordun? Bugün iki stajyer gelecekti.”
 
Cansu kaşlarını çattı. “Bugün bizimle başlayacak olan veteriner hekimi gelmeyecek miydi?”
 
“Hayır. O haftaya geleceğini söylemişti.” Cansu’nun bunu bildiğini biliyordu. Ceren bu yüzden karşısında duran kadının iyi olup olmadığını teyit etmek istedi. “Sen iyi misin?”
 
“Evet.”
 
Cansu kendini dışarı atar atmaz bir deniz kenarında, bir bankta buldu kendini. Manzarayı severdi. Denizi, yeşili, tepeleri. Kısaca hayatı severdi.
 
Karşısındaki denize gülümseyerek baktı. Uçan martıları izledi. Bu, onun için huzur vericiydi. Kötü hissettiğinde, kendini manzarası güzel olan bir yere atar, saatlerce önündeki tabloyu sıkılmadan izlerdi.
 
Yaklaşık bir saatin ardından eve geçti. Babası çıkmıştı. Duşunu aldı, üzerine siyah kısa kollu elbisesini geçirdi. Tekrar kliniğe geçmek için evden ayrıldı.
 
Gün boyunca aklının bir köşesinde Yusuf bir köşesinde ise Ateş vardı. Yusuf onun kalbini sızlatırken, Ateş'in nasıl olduğunu düşünüyordu.
 
Masasının önünden telefonu aldı. Kaya’yı arayıp Kartopunu sormayı düşündü. Belki sesinden bir terslik olduğunu anlayabilirdi. Ama saçma olduğunu düşünüp telefonu bıraktı.
 
Ceren önüne sade Türk kahvesini bıraktı. “Sabah sen çıktıktan sonra stajyerler geldi.”
 
“Tamam. Sen hallettiysen sorun yok.”
 
“Yarın başlayacaklar.” Ceren meraklı bakışlarını, Cansu’nun üzerinde getirmeden duramıyordu. “Kimdi o koltuktaki adam?”
 
Cansu tedirgin bir şekilde etrafına, ardından masasında oturan Ilgaz'a baktı. “Lütfen sessiz olur musun Ceren? Bunu kimse bilmesin. Sadece yardım ettiğim biri, o kadar.” Diye fısıldadı.
 
Ceren yarım ağız gülümsedi. “Üzeri çıplaktı. Doğru söyle biz yokken sen buraya erkek arkadaşını mı atıyorsun?”
 
“İyice saçmaladın Ceren.”
 
“Şaka yapıyorum. Erkek arkadaşın olsa, koltukta kendi yatmazdı herhalde. Ama öküzün tekiyse; o başka.”
 
“Ceren..”
 
“Tamam sustum.”
 
♣️
 
Dört ay sonra
 
Pazartesi sabahı Cansu kliniğin kapısından içeri girdi. Koltukta uyuyan Ceren hızlıca başını kaldırdı.
 
“Günaydın. Geç mi kaldım?”
 
“Tam vaktinde geldim bence.” Cansu gülümseyerek üzerindeki kabanını çıkardı. Vücudu soğuktan titrerken, üzerindeki blazer ceketi düzeltti. “Hava çok soğuk.”
 
Ceren ise üzerindeki gri ince battaniyeyi çekip, koltukta oturur pozisyona geçti. “Bir eşya olsan; kesinlikle saat olurdun.”
 
Cansu kahkaha attı. “O nereden çıktı?”
 
“Çünkü hep dakiksin.” Uykulu gözlerini ovaladı. “Sabah sabah saçmalıyorum değil mi?” Kalkıp battaniyeyi katladı.
 
“Var mı bir problem?”
 
“Yok. Mery içeride sanırım. Uyumam için ısrar etti akşam.”
 
“Tamam. Ben de çiftliğe gideceğim. Çıkarım şimdi.” Diyerek bileğindeki saate baktı.
 
Dakikalar sonra Cansu klinikten ayrıldı. Taksinin camından dışarıyı seyrederken kendine araba alması gerektiğini düşündü.
 
Taksinin camına yapışan kar tanesini gördüğünde gülümsedi. Cama daha fazla yaklaşıp dışarıya daha rahat bakmak istedi. “Yılın ilk karı başladı.”
 
Orta yaştaki taksici, dikiz aynasından genç kadına baktı. “Geç bile kaldı kardeşim. Doksanlarda bir kar yağardı, çıkabilene aşk olsun! Şimdi çocuklar kar bile görmüyor. Onca sene geçti tabi, iklimler değişiyor.”
 
“Haklısınız. Bizim buralarda fazla görmüyoruz. Çocukken bende hatırlarım, çok yağardı o zamanlar. Kardeşimle çuvalla kayardık o zaman.”
 
Taksici ile kısa sohbetlerinin arasında gülüştüler. Çok geçmeden taksi çiftlik kapısında durdu. Kapıdaki adamlar genç kadını görür görmez, demir kapıyı açtı. Her ay geldiği bu çiftlikte, herkes onu tanıyordu artık.
 
Toprak yolu hızlıca geçti. Evin kapısını çaldı. Her zamanki gibi Gülşen Hanım açtı. “Buyurun Cansu Hanım.”
 
Artık her geldiğinde içeri davet ediliyor, kahvelerini içtikten sonra, Kaya Beyin çocukları ile ilgileniyordu Cansu. İçeriye girmesine rağmen, o günden bu yana, Ateş ile hiç karşılaşmamıştı.
 
Onu klinikte uyurken bıraktığında son görüşüydü.
 
At tavlalarının önünden geçerken Kaya Bey her zamanki gibi Cansu'ya eşlik ediyordu. İlk olarak Kartopu'yu gördü.
 
Cansu sıcak gülümsemeyle yanına geçti. Burnunu okşayarak, “Merhaba,” dedi. “Özledin mi beni?” Atın keyifli olduğunu gördü. Gülmeden edemedi. “Evet. Ben her geldiğimde bunu soracağım.” Kaya Beye döndü. “Yemesi nasıl? Şuan keyifli görünüyor. Ruh halinde bir değişiklik olmuyor değil mi?”
 
Biraz geride duran seyis, Kaya Beyin ona bakmasıyla yanlarına doğru iki büyük adım attı. “Yok. Maşallahı var.”
 
Cansu burnunu bir kez daha okşadıktan sonra, çantasını saman balyasının üzerine bıraktı. İçinden stetoskopunu çıkardı. Gülümseyerek tekrar Kartopu'na döndü.
 
“Şimdi o kalbini dinleyelim mi biraz?” Cansu işini yaparken Kaya Bey samimi bir gülümsemeyle onu izliyordu. Stetoskopunu çantasına geri bırakıp, sırasıyla muayenesine devam etti. Dakikalar sonra burnunu okşayıp öptü. “Akıllı kız seni.”
 
“Ne diyorsun Cansu kızım?”
 
“Gerçekten maşallahı var.” Çantasını alıp Kartopu'nun yanından çıktı. “Nabzı, vücut ısısı, solunum sayısı gayet iyi. Burun akıntısı da yok. Derisini de kontrol ettim. Hiç bir sorun yok.”
 
Tavlaların önünde dolaşan köpeğini fark etti. Kaya Bey köpeğini, “Finn!” diyerek çağırdı. Hızlı adımlarla Kaya Beyin yanına geldi. “Aferin oğluma.”
 
Cansu eğilip, Finn'i içten bir sevgi gösterisiyle severken suratına öpücükler bıraktı. “Merak etme. Karayel’e bakayım. Sıra sana gelecek.” Finn suratını birkaç kez yaşadıktan sonra ayrıldı.
 
Genç kadın, koyu kahve tüylere sahip, yelesi ve kuyruğu siyah olan Karayel'i de muayene etti. Kaya Bey, atının burnunu sıvazladı.
 
“Yıllar önce atımı kaybettiğimde, o kadar yıkılmıştım ki, bir daha böyle çocuk sahibi olmayacağıma yemin etmiştim.” Diye iç geçirdi.
 
Genç kadın tebessüm etti. “Sizi bu kararınızdan atlara olan düşkünlüğünüz mü vazgeçirdi?”
 
“Hayır. Diğer çocuklarım.. Ateş ve Çiçek.”
 
“İsimleri de onlar mı koydu yoksa?”
 
“Tabi ya!” Dedi keyifli keyifli. “Çiçek o zaman on iki yaşındaydı. Hiç unutmam. Çiftliğin içinde koşturup duruyor; ‘İsmi Kartopu olsun enişte, Kartopu olsun enişte!’ yakarıp duruyor.” Kaya Bey eski anısını anlatırken yüzündeki gülümsemeye mâni olamıyordu. O günkü Çiçek'in heyecanını yaşıyordu sanki. “Ateş o zaman da asi tabii! Çattı kaşlarını, ‘Kartopu diye erkek ismi mi olur?’ diye. ‘Benim atımın adı Karayel olacak.’ Demişti. Gerçekten tıpkı bir yel gibi, Karayel. Ateş gibi o da asi.”
 
Cansu, içindeki meraka yenik düşerek, aklındaki soruyu dile döküverdi. “Ateş ve Çiçek? Uzun zamandır sizinle. Annesi ve babası vefat mı etti?”
 
Kaya Bey hüzünle içini çekti bu kez. “Bazen, keşke vefat etselerdi diyorum. Uzun hikaye, anlayacağın. Onlar için sadece biz, bizim için sadece onlar var.”
 
“Anladım. Sizin, onlara olan bu sevginize de ayrıca hayranım. Tıpkı kendi çocuklarınız gibi sevgiyle büyütmüşsünüz.”
 
♣️
 
Cansu, işini bitirmişti. Ancak ceketinin eteğine sıçrayan çamuru çıkarmak için banyoyu kullanmak istedi. Ceketinin eteğini suyun altına tuttuğunda, hemen çıkmasına sevinerek rahat bir nefes verdi.
 
Kapıdan çıktığında üzerini düzeltti. O an; Ateş ile karşılaşmasını, ne o düşünürdü ne de karşısındaki adam. İkisi birkaç saniye birbirine baktı. Ateş gideceği sırada, genç kadın nefesini tutarak ona seslendi.
 
“Yaran nasıl oldu?”
 
Ateş duraksadı. Umursamaz bir tavırla omuzunun üzerinden ona baktı. “Gayet iyi.” Birkaç adım atmıştı ki, genç kadının homurdanmasını duydu.
 
“İnsan en azından teşekkür eder.” Ağzının içinde yuvarladığı cümleyi duyacağını tahmin bile etmemişti.
 
Ateş hızla arkasını dönüp, genç kadının üzerine yürüdü. Cansu, şaşkınlıkla sırtını duvara verirken Ateş’in öfkeli bakışlarının altında adeta kaybolmuştu.
 
“Eyvallah. Yardımın için.” Yavaşça nefes aldığında genç kadının hoş kokusunu fark etti. Soluğunu hızlıca geri bıraktı. “Ayrıca, bu olaydan da enişteme bahsetmezseniz, memnun olurum. Hekim Hanım.” Sert ve vurgulayıcı sözlere karşı Cansu korkusuzca gözlerini kıstı.
 
“Tehditkar ses tonunuz hiç hoşuma gitmedi. Ayrıca!” Dedi üzerine basarak. “Merak etmeyin, kimseye bahsetmeye niyetim yok.”
 
Ateş, bakışlarıyla yukarıdan genç kadının yüzünü inceledi. Onu, burada çekinmeden korkusuzca öpebilir, ayrıca odasına götürebilirdi. Lâkin eniştesine verdiği sözü çiğnemeye niyeti yoktu.
 
Bu kadını, oyuncağı yapmayacaktı.
 
Yavaşça üzerinden çekildi. Aynı yavaşlıktaki adımları merdivenleri buldu. Cansu, sinirle ceketinin eteklerini çekti. Saçlarını geriye atıp, yakalarını düzeltti.
 
“Bir kadınla asla nasıl konuşacağını bilmeyen biri!”
 
Cansu aşağı indiğinde, Ateş ile eniştesinin şöminenin yanında dikildiğini gördü. Bakışları Oya Hanımı bulduğunda gülümsedi.
 
Oya Hanım, Cansu’nun beyaz ceketine baktı. “Ah! Çıkarmışsın.”
 
“Evet. Ufak bir şeydi zaten.” Çantasının sapını kavradı. “Ben izninizle, artık gideyim.”
 
Oya Hanım, genç kadının omuzlarını narince tuttu. “Canım benim, lütfen iş dışında da uğra.”
 
“Sizi de beklerim, teşekkürler.”
 
Oya Hanım bakışlarını Ateş’e çevirdi. “Ateş, oğlum giderken Cansu'yu da bırakır mısın?”
 
Cansu, “Lütfen!” diyerek araya girdi. “Hiç gerek yok.”
 
“Hala, ben çıkıyordum.”
 
Cansu bir adım gerileyerek, “Gerçekten,” dedi. “Beni arkadaşım alacaktı zaten.” Genç kadın çantasından telefonunu çıkardı. Fakat Oya Hanım, genç kadının kolunu itiraz edercesine kavradı.
 
“Ateş,” dedi bu kez otoriter ses tonuyla. “Giderken, Cansu'yu da gideceği yere bırak.”
 
“Tamam hala.” Genç adamın sesi sertti. “Ben arabadayım.” Kapıya doğru seri adımlar atarken Cansu, Oya Hanım ve Kaya Beye kahve için teşekkür etmeyi ihmal etmedi.
 
Cansu isteksiz adımlarla siyah, son model Jaguar arabaya doğru ilerledi. Kapıyı açtı ve koltuğa gergin bir tavırla oturdu. Ondan korkmuyordu, ama bu adam onu fazlasıyla geriyordu.
 
Çiftlikten birkaç kilometre uzaklaştıklarında, Cansu dudaklarını aralamak üzere ıslattı. “Beni buralarda bırakabilirsin. Arkadaşımı arayıp, beni almasını söylerim.”
 
“Neden?”
 
“Oya Hanımın ısrarı üzerine arabaya bindim de o yüzden.” Yol kenarını gösterdi. “Şurada bir yerde durursan eğer..”
 
“Bende, halamın ısrarı yüzünden seni arabama aldım.” Soluğunu bırakırken durmayacağını göstermek adına gaza bastı. “Bende meraklı değilim, seninle yan yana olmaya.” Diye mırıldandı.
 
Cansu ters bakışlarını, yanındaki adama çevirdi. Alaylı bir tebessüm etti. “En azından dürüstsün!” Manayla kaşlarını kaldırmayı ihmal etmedi.
 
“Yalandan hoşlanmam diyelim.”
 
İkisi de konuşmamak üzere, dudaklarını kapatmıştı. Yol boyunca konuşmadılar. Kliniğin önüne yaklaştıklarında, Cansu kapının önünde oturan kişiyi görmesiyle elini aceleyle kaldırdı.
 
“Şu kaldırımda durur musun lütfen?” Gözlerini kliniğin önünde oturan Yusuf'tan ayırmadı. Ateş kliniğin karşı kaldırımında arabayı durdurdu. Cansu aceleyle inerken, “Sağ ol,” dedi.
 
Ateş arkasından merakla bakarken, Cansu’nun aceleyle karşıya geçmesini izledi. Yusuf, genç kadını görür görmez ayağa fırladı. “Cansu?”
 
Klinikten çıkan Ilgaz ve Ceren'i gördü. Ceren dudaklarını birbirine bastırdı. “Seni ısrarla bekleyeceğini söyledi.”
 
Genç kadın sinirle boynunu sıvazladı. “Tamam Ceren. Ben geleceğim.” Ceren ve Ilgaz içeri geçerken, Cansu sinirle dişlerini sıktı. “Yusuf, neden buradasın?”
 
“Neden mi? Cansu ben seni seviyorum. Başka neden burada olabilirim?”
 
Cansu, Yusuf'u kolundan tutup kenara çekti. Çantasını, çimenlerin üzerine bırakırken saçını geriye doğru taradı. “Yusuf burası benim işyerim! Sen buraya sürekli gelemezsin.”
 
“Gelirim.” Dedi Yusuf kararlılıkla. “Kendimi affettirmek için her şeyi yaparım.” Cansu’nun dirseğini tuttu. “Lütfen.”
 
Cansu yavaşça kendini ondan uzaklaştırdı. “Hayır. Sana bir daha gelmemen gerektiğini defalarca söyledim.”
 
“Cansu. Biz evlenecektik farkında mısın?”
 
Genç kadın, karşısındaki adamı süzdü. Onu seviyordu. Ama sevginin hiç bir zaman yetmeyeceğini de biliyordu. O her zaman, mantığıyla hareket etmeye çalışırdı. Doğruyu ve yanlışları ayırmayı, kendince iyi biliyordu. Kalbindeki acıyı bir kenara itti ve tekrar kalbiyle değil, mantığıyla cevap verdi.
 
“Neyse ki, daha fazla geç olmadan her şeyin farkına vardım.” Dedi güçlü durmaya çalışarak.
 
Yusuf, ani bir hareketle kadının yanaklarını avuçladı. “Cansu yapma. Birbirimizi seviyoruz biz.” Ona biraz daha yaklaştı. “Seni nasıl güldürdüğümü hatırla. Beni ne kadar sevdiğini, birbirimize ait olduğumuzu hatırla.”
 
Genç kadın zorlukla yutkundu. “Hepsini hatırlıyorum Yusuf. Ama bitti.”
 
Cansu, Yusuf'un kollarının arasından kurtulmayı denedi. Ama Yusuf buna izin vermedi. “Seni bırakmam Cansu. Bırakamam.” Hızla yaklaştığında genç kadının dudaklarıyla buluşturdu dudaklarını. Cansu, ne kadar özlediği dudaklardan kendini çekmeye çalışsa, Yusuf buna izin vermeyerek daha da zorladı genç kadını. Cansu, son gücüyle onu göğsünden sertçe itti. Bir kaç adım gerilediğinde, Cansu işaret parmağını ona doğru kaldırdı.
 
“Sakın bir daha bunu deneme!” Hiddetle aldığı nefesi bıraktı.
 
Genç kadın çantasını kavradığı gibi arkasına bile bakmadan kendini klinikten içeri attı. Ateş’in onları izlediğinden haberi bile yoktu. Yusuf ise, kadının gidişinin ardından yıkılmıştı. Gözlerinden yaşlar süzülürken, yerden aldığı taşı hırsla ağaçlıklara fırlattı.
 
♣️
 
Neredeyse bir hafta geçen günlerin ardından, Cansu bordo elbisesiyle ayna karşısında kendine baktı. Evde otururken bile, şık olmayı severdi.
 
Odasının kapısını açarak, “Baba!” diye seslendi.
 
Ahmet Bey ise televizyonun karşısında haberleri izliyordu. Koltukta hafif bedenini döndürerek kızına baktı. “Efendim kızım?”
 
“Yine kitlenmişsin haberlere.” Baba Ahmet, kızının yüzündeki gülümsemeye karşı gülmeden edemedi.
 
“Sen nereye böyle? Kardeşin gelecek. Torunum da halasını özlemiştir.”
 
Cansu bileğindeki saate baktı. “Biliyorum baba. Bende hepsini çok özledim. Sırf çıkmak için onları bekliyorum zaten. Bu Çağatay hala uyuşuk.”
 
“Hala nereye gittiğini söylemedin. Yusuf ile mi olacaksın?”
 
“Hayır baba. Ben bu akşam arkadaşlarımla yemek yiyeceğim. Ali kız arkadaşıyla tanıştıracak hepimizi.”
 
Ahmet Bey güldü. “O suskun oğlan, sonunda kendine birini buldu ha?”
 
“Evet.” Genç kadının gülümsemesi genişledi. Kapı çaldığında, “Geldiler!” diyerek kapıya koştu.
 
Kapıyı açtığı gibi, üç yaşındaki yeğeni Kuzey kollarını açtı. “Halam!”
 
Cansu, onu kucağına alarak kokladı. “Halam! Söyle bakalım halayı ne kadar özledin?”
 
Kuzey kollarını açabildiği kadar açtı. “Bu kadar.”
 
Cansu, yeğeni ile özlem gidererek içeri geçti. Ardından kardeşi Çağatay ve eşi Gizem girdi. Cansu bakışlarını onlara çevirdi. “Kusura bakmayın, ben fındık faremi görünce sizi unutuyorum biliyorsunuz.”
 
Gizem tatlı bir tebessüm gösterdi. “Bilmez miyiz?” Ardından Cansu'yu süzdü. “Abla? Özel bir yere mi?”
 
“Yok, arkadaşlarımla yemeğe gidiyorum.”
 
Gizem, ona daha fazla yaklaştı. “Yusuf abi, hala rahatsız ediyor mu?”
 
“Arıyor da gelmiyor artık.”
 
“Çok şükür. Yusuf abi beni korkutmaya başlamıştı artık.”
 
“Sorma Gizem.”
 
Çağatay ablasıyla, karısına alıngan bir bakış attı. “Abla senin kardeşin ben miyim? Gizem mi? Her yan yana gelişinizde beni dışlıyorsunuz.”
 
“Kıskanma. Hem niye geç geldiniz siz? Hani akşam olmadan gelecektiniz?”
 
Gizem, koltuğa oturarak Çağatay'ı gösterdi. “Abla Çağatay'ı bilmiyor musun? Yarım saate çıkarız der, yarım saat sonra yine aynısını söyler.”
 
“Bilmez miyim?”
 
Ahmet Bey dizlerine vurdu. “Hadi hadi. Sizin didişmenizi dinleyemem şimdi. Torunumu ver bana.” Cansu, Kuzey'in saçlarını koklayarak öperken, babasının kucağına bıraktı. “Sen nasılsın kızım?”
 
Gizem gülümsedi. “İyiyim baba sağ ol. Sen nasılsın?”
 
“Şükür halimize.” Huysuz bakışlarını Çağatay’a çevirdi. “Soytarı. Sen nasılsın?”
 
Kendini karısının yanına bırakırken hiç bir alınganlık göstermeyerek gözlerini devirdi. “Baba, ne zaman bana ismimle hitap edeceksin?”
 
Torununu göğsüne bastırırken ağız burun yaptı Ahmet Bey. “Eh!” Kuzey'in yanaklarını okşarken, bir anda yüzü değişmiş, küçük çocuklar gibi olmuştu. “Dedesinin bir tanecik torunu. Bak şimdi deden sana ne aldı?” Çağatay'a odanın kapısını gösterdi. “Şu kapının yanına poşet koydum, getir bakayım onu.”
 
Oğlu bıkkın bir nefes verirken yerinden kalktı. Poşeti alıp salona geri döndü. Poşeti çaktırmadan aralayıp karıştırmaya başladığında, babası Ahmet Beyin huysuz sesini duymadan edemedi.
 
“Eşek sıpasına da bakın hele! Koskoca kazık, çocuğunun oyuncağını sahiplenecek besbelli!”
 
“Bu torunlar amma kıymetli oluyor. Bana küçükken bu kadar almadın be baba.” Poşeti Kuzey'in kucağına bırakıp eşinin yanına geçti. “Kuzey'den çok ben oynuyorum şimdi gerçi.” Diyerek kahkaha attığında, babasının kötü bakışlarından kaçamadı.
 
Kuzey, merakla poşeti açtı. Küçük elini, poşetin içine soktu. Renkli renkli tahta kalemlerini çıkardı.
 
“Kalem!” Dedi. Odadaki herkes o konuştuğunda yüzünde bir gülümseme oluşuyordu. “Bu ne?” dedi poşete vurarak.
 
Ahmet Bey, üzerinde çizgi film karakterleri olan yazı tahtasını çıkardı. “Deden biliyor karalamayı sevdiğini bak.”
 
Gizem, Çağatay’a doğru bakışlarını çevirdi. “Sorma baba. Geçen gün yemek yapıyorum, Çağatay da güya Kuzey'e göz kulak oluyor. İçeri geçtim. Kuzey yok. Çağatay dedim, Kuzey nerede? ‘Senin yanına gitti.’ dedi.” Çağatay gülmeye başladı. “ ‘Hayır gelmedi.’ Dedim. Çağatay bir panikledi. ‘Kuzey, Kuzey!’ evin içinde dolanıyoruz yok. Sonra baktım; küçük ayağı kanepenin arkasından gözüküyor. Bir baktım. Pastel boyayla kanepenin arkasını, duvarı rengarenk boyamış. Sesi de çıkmıyor bir de.”
 
Cansu kahkaha attı. “Çağatay’a temizletseydin.”
 
Çağatay arkasına yaslanırken, ellerini karnının üzerinde birleştirdi. “Abla beni kalaylamasın diye, o demeden daha duvarı temizlemeye başladım. Koltuğu da silecektim ama Gizem, elleme dedi.”
 
Gizem gülmeden edemedi. “Ertesi günü koltukları yıkattım.”
 
Cansu hayran bakışlarını Kuzey'e çevirdi. Ayağa kalkıp, yanaklarını sıkıp öptü. “Bak sen şu afacana!” Genç kadının telefonu çalmaya başladığında, “Beni almaya geldiler. Ben çıkıyorum artık,” dedi. Çantasını aldı. “Yine gelin bak. Hep biz geliyoruz babamla.”
 
Cansu kapıdan çıktığında, Sertaç ve Ceren arabada onu bekliyorlardı. Arabaya binip kısa bir selamlaşmadan sonra yola koyulmuşlardı.
 
Lüks bir restoranda, yuvarlak masayı çevreleyen arkadaşlarıyla birlikte selamlaşan Cansu boş sandalyeye oturdu.
 
Ceren, Birol, Ece, Cem, Görkem ve Ali çocukluk arkadaşıydı. Ebru ve Hümeyra çok yakın okul arkadaşıydı. Okul arkadaşları ve Ceren'in nişanlısı Sertaç, sürekli aynı ortamda bulunduklarından hepsi birbirine sıkı sıkıya bağlanmıştı.
 
Masadaki tek eksik çift Ali ve yeni kız arkadaşı Eylül de masaya eşlik etmişti. Ali tedirginlikle, esmer kız arkadaşının belini tuttu. “Arkadaşlar, Eylül. Kız arkadaşım.”
 
Masadakilerle tek tek el sıkıştı. Ali her elini sıktığı arkadaşını tanıştırmayı unutmuyordu. “Ebru.. Hümeyra.. Birol.. Ece.. Cem.. Sertaç ve Ceren, ikisi nişanlı.. Görkem.. ve Cansu..”
 
Eylül sıcak bir gülümsemeyle “Memnun oldum,” diyerek Ali'nin yanına oturdu.
 
Ece hayranlıkla alt dudağını büktü. “Vallahi manken gibisin Eylül. Bence kesinlikle manken olmalısın.”
 
Masadakiler kıkırdarken, Ali açıklamasını ihmal etmedi. “Ece biraz patavatsız olan açık sözlülerden..” Eylül’ünün gülümsemesi genişledi.
 
Ece şikayet etmeden de duramadı. “Patavatsız? Eylülcüğüm, doğruyu söyleyip dokuz köyden kovulan kişi var ya, işte ben o oluyorum.” Masadaki kahkaha çoğaldı.
 
Hümeyra, elini salladı. “Alışırsın zaten.”
 
Eylül, masanın üzerinde ellerini birleştirdi. “Ali biraz bahsetmişti gelmeden. Beni alıştırmaya çalışıyordu sanırım. Biraz da tedirgindi. Ama anlaşamayacağım insan yoktur. O benden daha heyecanlı.” Diyerek Ali’nin elini tuttu.
 
Cem işaret parmağıyla Cansu’yu işaret etti. “O zaman en çok Cansu ile iyi anlaşacaksın. Herkesle iyi anlaşan bir tek o’dur. Hatta masadaki herkesin en yakın arkadaşı aslında, Cansu'dur.”
 
Birol ve Görkem hızlıca başını salladı. “Doğru. Doğru.”
 
Eylül, hemen Ali'nin yanında oturan Cansu'ya döndü. “Ali en çok seninle iyi anlaştığını söylemişti.”
 
Cansu tebessüm etti. “Aslında ben hepsiyle çok iyi anlaşıyorum. Galiba iyi bir dinleyici olduğum için.”
 
Ali, “Cansu ve Ceren'in ortak olduğunu söylemedim değil mi sana?” diye sordu kız arkadaşına.
 
“Veteriner?”
 
Ali başıyla ağırca onayladı. “Evet. Üç katlı bir klinikleri var.”
 
Eylül dudaklarını birbirine bastırdı. “Hayvanlara bayılırım. Ama veteriner olmak aklımdan bile geçmemiştir. Çünkü zor ve istek gerektiren bir iş.”
 
Cem, “Gerçekten öyle,” dedi. “Diş hekimleri bile var. Cansu sayesinde veteriner hekimleriyle bayağı ilgili oluyorum ister istemez.”
 
Ece, “Bence sen sadece Ilgaz ile ilgileniyor gibi gözüküyorsun,” dedi.
 
Cem, bakışlarını hızla Sertaç’a çevirdi. “Söyledin dimi? Herkese söyledin?”
 
Sertaç ise gülmeden edemedi. “Söylememe gerek mi var kardeşim? Her kliniğe girdiğinde Ilgaz'ı görür görmez elin ayağın karışıyor.”
 
Cem içini çekerek arkasına yaslandı. “Abi çok güzel kız be! Bir de şeker şeker konuşması yok mu? Ya o badem gözleri? Bayılıyorum.”
 
Eylül, “Sertaç da mı sizinle çalışıyor?” Diye sordu.
 
Cansu tebessüm etti.
 
Masadakilerin kahkahası etraftakileri rahatsız etmeyecek düzeydeydi.
 
Dakikalar geçti. Yemekler yarılanmıştı.
 
Ebru, “Eylül sen çalışıyor musun?” diye sordu.
 
“Evet. Resim öğretmeniyim.”
 
“Ya! Ne kadar güzel. Okulda mı yoksa özel olarak mı?”
 
“Lisede çalışıyorum.”
 
“Lise demek? Seni dinliyorlar mı? Amcam lisede Edebiyat öğretmeni ve çok yakınıyor.”
 
“Gayet. Öğrenmeye açıklar.” Suyunu yudumladı. “Gençlerle iyi anlaşıyorum. Çok güzel ve enteresan hayal güçleri var.”
 
Ebru gülmeden edemedi. “Bunu amcam duysa, bir avuç asalaktan başka bir şey görmüyorum derdi.”
 
“Aslında hepsinde kapasite var. Ama gençlik. Mesela hepimiz genç olduk değil mi? Sıkıntıya gelemiyorlar. Her şeyi eğlenceye çekmeye çalışıyorlar.”
 
“Doğru.”
 
O an Cansu, şarabından yudum alırken karşı masaya oturan genç adam ile şaşkına döndü. Ağzındaki yudumu ağırca yutarken adeta donakalmıştı. O sırada genç adam da onu fark etmişti.
 
Ateş, sorgulayıcı bakışlarını karşısındaki genç kadına dikti. O da karşısında onu görmeyi beklemiyordu. Cansu dikkatini masaya verirken, genç adam da aynısını yaptı. Masasındaki üç adamla özel bir toplantıdaydı.
 
Görkem, Cansu’nun kadehini doldururken mahallede geçen komik bir anıyı anlatıyordu. Lâkin Cansu’nun tüm dikkati kısa bir anlığına dağılmıştı.
 
Ceren'in ona kaş göz yapmasıyla, yüzünü toparladı. Fakat arkadaşı ona telefonuna bakması için işaret ediyordu. Cansu el çantasından telefonunu çıkardı.
 
Ceren:
Şu yan masamızdaki genç adam, klinikte seni bastığım adam değil mi?
Ona çok benziyor!
Kesin o!
Evet o!!!
Eminim.
 
Cansu kısa bir an bakışlarını arkadaşına kaldırdı. Yanlış bir şey yazmış gibi bakışlarıyla onu adeta uyarıyordu.
 
Siz:
Oha Ceren!
Evet o, ama şuan bunun hakkında konuşamam.
 
Ceren masanın ucundan ona doğru ofladı. Cansu telefonunu çantasına koyup ağırca ayağa kalktı. Lavaboya gitmek için izin istedi. Karşı masada oturan, genç adama gözleri bile değmedi.
 
Ateş ise genç kadının masadan ayrılmasıyla tüm dikkati darmadağın olmuştu. Masada gözleri iki kez git gel yaptı. Ardından, gözlerini genç kadına kilitledi. Harika görünüyordu. Adımlarını o kadar kendinden emin atıyordu ki hayran kalmamak mümkün değil gibi görünüyordu.
 
Ateş'in önüne bıraktığı evrak ile birlikte genç adam ona bakmıştı.
 
“Siz ne diyorsunuz Ateş Bey? Yeni otel için bu olanaklar uygun mudur?”
 
Ateş'in aklı ise tamamen başka bir yerdeydi. “Hemen dönüyorum.” Demesiyle masadan fırladı.
 
Genç kadını takip etti. Terasa açılan kapıdan dışarı çıktığını fark etti. Adımlarını hızlandırdı ve o da kendini terasın kapısından dışarı attı. Korkulukların önünde dikilen genç kadını gördüğünde kendini sorgulamadan edemedi.
 
Burada ne yapıyorum ben?
 
Gidip gitmemek arasında ikilemde kaldı. Sonra fark etti ki, gecenin karanlığında teni parlıyordu. Genç kadın rahat bir tavırla ince kollarını göğsünde birleştirdiğinde, Ateş onun bu haliyle bile ne kadar asil durduğunu itiraf etti kendine.
 
“Bu kadar sık karşılaşmamız, garip değil mi?”
 
Genç adam dayanamayıp dudaklarından dökülen kelimelerle, kadına doğru attı adımlarını. Cansu ise, adamın karanlıkta kaybolan sert sesiyle irkildi. Ve omuzunun üzerinden ona baktı.
 
“Sahiden öyle.”
 
“Burada ne yapıyorsun? Sigara içmiyorsun gördüğüm kadarıyla?” Kaşlarını çatmış hesap sorar gibi bir edayla genç kadına bakıyordu.
 
“Şarabı biraz fazla kaçırdım. Hava almam gerekiyordu.” Cümlesinin ardından o da kaşlarını çattı. “Sen? Sigara mı içeceksin?”
 
“Kullanmam.”
 
Alt dudağını bükerken, hafifçe omuzunu kaldırdı. “Şaşırdım. İçiyor gibi bir tipin var.”
 
Yavaşça nefesini bıraktı. Kadına daha fazla yaklaşarak dirseğini korkuluklara yasladı. “Seni geçenlerde bıraktığımda.. bir adamla tartıştığını gördüm.”
 
Kadının yüzündeki kaçamak buruk gülümsemeyi fark etmişti. “Önemli bir şey değildi.”
 
“Seni rahatsız mı ediyor?” Çatılı kaşlarını daha fazla çattı.
 
“Hayır. Ama benim hakkımda soru sorup durman dikkatimi çekti. En son benimle yan yana durmaktan kaçıyor gibiydin?” Sorgulayıcı bir tavırla kaşlarını havaya kaldırdığında karşısındaki genç adam kadının güzelliğine bir kez daha aldandı. Ve söylediğine hak verdi.
 
“Sadece ailemin içine giren insanları sorguluyorum.”
 
Genç kadının kahkahasıyla şaşırdı. “Ben senin gözünde bir tehlike miyim?”
 
“Hayır.” Diyerek kısılan gözleri, Cansu’nun yüzünün her ayrıntısını inceledi. “Sonuçta tanınan bir aileyiz.”
 
“Bak tanınan aile üyesi. Ben, Kaya Beyin isteği üzerine çiftliğe geliyorum. Yani, sizin için bir tehlike arz ettiğimi sanmıyorum.”
 
O anda Görkem dudaklarına yerleştirdiği sigarasıyla birlikte teras kapısını araladı. “Cansu?”
 
Ateş ve Cansu kapıya doğru döndü. “Gel Görkem. Arkadaşta gidiyordu.”
 
Ateş sert duruşunu bozmadan genç kadının yanından ayrılırken, “Size iyi eğlenceler Cansu Hanım,” dedi.
 
Görkem adımlarını genç kadının yanına atarken sigarasını ateşledi. “Lavaboya gittiğini sanıyordum.”
 
Cansu kollarını sıvazladı. “Sanırım şarabı fazla kaçırmışım, çarptı biraz. Hava almaya ihtiyacım vardı, ama şimdi iyiyim.”
 
Görkem sigarasının dumanını içine çekti. “Sen üşüyor musun?" Ceketini üzerinden çıkarıp genç kadının omuzlarına bıraktı. İtiraz etmesine bile izin vermedi.
 
“Teşekkür ederim. Çok naziksiniz.”
 
Görkem elini rahat bir tavırla pantolonuna yerleştirdi. “Resmiyete hiç gerek yok. Güzelliğiniz beni büyüledi. Bu akşam size talibim.”
 
İkisi birden kahkaha atarken Cansu, arkadaşının omuzuna hafifçe vurup sıvazladı. “Ya yapma şunu.” Herkes Görkem’in bu sulu şakalarına alışkındı. Ateş, cam teras kapısından çıkarken onları bir süre daha izledi.
 
Görkem bir kez daha sigarasından çekti. “Keyfini bozmak istemiyorum ama bu akşam Yusuf da bu masada olmalıydı. Özledim keratayı, yani herkes özlemiştir.”
 
Cansu derin bir nefes alıp verdi. “Biliyorum Görkem.” Arkadaşının koluna girip, sarmaladı. Başını omuzuna yasladı. “Bende özlüyorum.”
 
“Birbirinizi seviyorsanız, neden ayrısınız?”
 
“Öyle olması gerekiyordu.” Cansu’nun sesi acı çeker gibi inleyerek çıkmıştı. Görkem, omuzundaki arkadaşının başını öpüp, yanağını saçlarına yasladı.
 
“Üzülme. Barışırsınız.” Cansu’nun içli nefesini duydu.
 
“Biliyorsun değil mi? Bizim ayrılmamız, sizin arkadaşlığınıza engel değil.” Kolunu sıvazladı. “Yani biz düşman değiliz. Aynı ortamda eskisi gibi olabiliriz.”
 
“Arkadaşlığımız arasında bir seçim yapmış olsam, onun arkadaşlığını seçeceğimi biliyorsun değil mi?” Cansu çatık bakışlarını arkadaşına kaldırıp omuzuna vurdu. Görkem ise aceleyle çektiği sigara dumanını gülerek dışarı bıraktı. “Şaka yapıyorum ya!”
 
Ateş terasın kapısının önünden hiddetle aldığı nefesi bırakarak ayrıldı. Hırslı adımlarını masasına doğru attı. Sandalyesine oturur oturmaz önündeki evrakı incelemeye başladı. Çattığı kaşlarını biraz da olsa gevşetti.
 
“Kumarhaneye daha fazla ilgi gösterin. Misafirlerin çoğunun ilgisi bunun üzerine. Anladınız mı? En iyi kumarhaneyi otelimde istiyorum. Ne gerekiyorsa.”
 
“Tabi Ateş Bey. Siz merak etmeyin. Başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?”
 
Genç adam dudaklarını aralayacağı sırada karşı masaya dönen Cansu ve yanındaki arkadaşı Görkem’i gördü. Ateş omuzlarını sıkıp bıraktı.
 
“Kusursuz olsun. Türkiye’nin en büyük otelini yapıyorsunuz. Tek bir hata istemiyorum.”
 
“Merak etmeyin Ateş Bey. Sürekli sizinle irtibata geçeceğiz. Değiştirmek istediğiniz en ufak bir detayda, istediğiniz saatte arayabilirsiniz.”
 
Ateş’in gözleri sürekli karşı masayı kontrol ediyordu. Genç kadının masadan ayrılacağını fark etti. Az önce terasta birlikte olduğu adam onu evine bırakacaktı. Her hâlinden belli oluyordu. Ateş oturduğu yerde gerildi. İstemeden kaşları daha fazla çatıldı. Peki neden?
 
Uzak durması gerektiği için mi ona bu kadar ilgiliydi?
 
Kendine sorduğu bu soru karşısında sertçe bir soluk alıp bıraktı. Görkem’in elinin genç kadının beline temas etmesiyle Ateş daha fazla gerildi.
 
Planlarını tahmin ediyordu. Güzel elbiseli, güzel bir kadın ve şarap. Bu öylece evine bırakma olayı değildi. Yanındaki adamı evine davet edecekti belki de.. terasta oldukça yakın görünüyorlardı.
 
Sinirle başını, ardından gözlerini ovaladı. Yanındaki adamın konuştuğunu bile anlamıyordu. Önündeki şarap kadehini hızla dikti. Ve dikkatini yanındaki adama vermeye gayret etti.
 
♣️
 
Cansu, evinin önünde arkadaşının arabasındaydı. “Teşekkür ederim Görkem. Ama keşke sen otursaydın, benim yüzümden erken kalktın.”
 
“Saat yeterince geç bence.” Diyerek güldü. “Onlarda dağılmıştır, sıkma canını.”
 
“Kahve içmek istersen, biliyorsun davet etmeme gerek yok?”
 
“Biliyorum. Ama senin, bir an önce yatıp uyuman daha hayırlı gibi duruyor.”
 
Genç kadın tebessümle dudaklarını birbirine bastırdı. “Tamam anlaşıldı. O zaman iyi akşamlar, ama mutlaka uğraman için ısrar ediyorum.”
 
“Ahmet babaya selamlarımı ilet.”
 
Genç kadın sessizce evin kapısını araladı. İçeriden hole, loş bir ışık vuruyordu. Babasının yine televizyon izleyerek uyuya kaldığını hemen anladı. Ayakkabılarını çıkarıp salona baktı.
 
Tahmin ettiği gibiydi. Babası kanepede televizyon izleyerek uyumuştu.
 
“Ah baba ah! İyice alışkanlık haline getirdin.” Diye mırıldanarak babasının üzerine ince pikeyi bıraktı. Ve televizyonu kapadı. Genç kadın, ılık bir duşun ardından, bedenini yatağına bıraktı.
 
Ertesi sabah klinikten içeri girdi. Ceren ve Ilgaz kanepede bitki çaylarını yudumlarken onlara gülümsedi. Ceketini çıkarıp, askıya bıraktı.
 
Ceren, rahatlığını bozmadan gözlerini kıstı. “Gel bakalım. Dün akşam konuyu kapadın ama ben unutmadım.”
 
Cansu karşılarına geçerken, bir bacağını diğerinin üzerine attı. “Ceren, gerçekten bir şey yok. Tamamen tesadüf.”
 
Ceren heyecanını gizlemeye çalışarak elindeki fincanı, önündeki masaya bıraktı. “Bizden mi saklıyorsun? Seni o adamla birlikte burada gördüm. Kim o adam? Eski sevgilin mi? Yoksa sarhoş bir gecenin anısı mı?”
 
Cansu yüzünü buruşturmadan edemedi. “Saçmalama. Dün akşam tamamen tesadüftü. Gerçekten.” Dudaklarını hızlıca ıslattı. “Bizi burada gördüğünde de, yardıma ihtiyacı vardı bende yardım ettim. O kadar.”
 
“Peki neyin nesi?”
 
Bıkkın bir nefes verdi. “Kaya Beyin yeğeni.”
 
Ceren gözlerini kocaman açtı. “Çiftliğine gittiğin Kaya Beyin yeğeni mi?”
 
“Evet. Ama Kaya Beyden tamamen çok farklı. Kaba ve terbiyesiz bir adam. Biriyle gerçekten nasıl konuşacağını bilmiyor!”
 
Ilgaz, fincanının ağzında baş parmağını gezdirdi. “Kendisini çok merak ettim.”
 
Ceren manalı bir tebessüm gösterirken, kaşlarını havaya kaldırdı. “Emin ol, her kadının dibinin düşeceği bir adam.”
 
Genç kadın, “Ceren!” diye iç geçirdi.
 
Bu kez Ilgaz'ın kaşları havaya kalktı. “Neyse ki Cansu Hanımın dış görünüşe önem vermediğini biliyoruz.” Boş fincanıyla ayağa kalktı. “O, her zaman mantıklı olmaya çalışır.”
 
Cansu yalandan kendini çattı. “Siz, ben yokken benim dedikodumu mu yapıyorsunuz?”
 
Birlikte gülüşürken, içeri hızlı adımlarla Nazlı girdi. “Merhaba! Geç kalmadım değil mi? Saat onda randevulu hastam vardı. İşlerim anca bitti.”
 
Ilgaz masasına doğru ilerledi. “Günaydın, Nazlı Hanım!” Dedi sevecen sesiyle. “Not almıştım. Henüz gelmedi.”
 
“Süper! O zaman kahve içebilirim.”
 
Ceren, yerinde doğruldu. “Dün telefonla konuşuyordun, o mu gelecek?”
 
“Evet. Diş tartarını temizleyeceğiz bugün.”
 
Ilgaz defteri karıştırdı. “Arka arkaya olan ameliyatları da unutmayalım.”
 
Ceren, heyecanla ayağa kalktı. “O zaman ben.. Mert ve Uğur'un yanına gidiyorum.”
 
♣️
 
Cansu evinin kapısını yorgunlukla açtı. “Babacığım ben geldim!”
 
“Hoş geldin Cansu!” Babasının canlı sesini duyduğunda gülümsemesi genişledi.
 
Ama içeri girdiğinde yüzü düşmüştü. Babası yalnız değildi. Hemen yan kanepesinde Yusuf oturuyordu. Ortalarında ise tavla vardı.
 
Babasının anlamaması için zoraki tebessümünü yüzüne yerleştirdi. “Yusuf? Sen ne yapıyorsun burada?”
 
Baba Ahmet, “Kızım?” diye tepki gösterdi. “Gelmesin mi? Seni görmek istemiş, beni görmek istemiş.”
 
Cansu avuçlarını birleştirip ellerini birbirine sürttü. “Yok baba, haberim yoktu. O yüzden şaşırdım.”
 
Oysa ayrıldıklarını, babası üzülmesin diye söylemiyordu. Babası Yusuf'u zor kabullenmiş ama sonradan üzerine toz kondurmayacak kadar onu benimsemişti.
 
Yusuf ise sempatik tavrını bozmadan, Cansu’ya döndü. “Babamı ne zamandır görmüyordum. Senin çalıştığını bildiğimden Ahmet babamı ziyaret edeyim dedim hayatım. İyi olmamış mı?”
 
Cansu sinirle gerilen dudaklarını birbirine bastırırken gülümsemeye çalıştı. “İyi olmuş canım.” Ellerini birbirine kenetleyerek koltuğun arkasından geçti. “Siz açsınızdır. Ben sofrayı kurayım.”
 
Baba Ahmet, elindeki zarları sallarken güldü. “Sen geç geleceksin diye biz yedik kızım.” Dama taşlarını oynattı. “Kemik böyle atılır Yusuf efendi!” Babasının neşesine iç geçirmeden edemedi.
 
“O zaman çay koyayım.” İçindeki öfke ellerine vurmuş, parmaklarını sıkmaktan eklemleri sızlamıştı.
 
Yusuf attığı zarın ardından, “Baba kusura bakma,” dedi. “Kıracağım seni.”
 
“Bak sıpaya!”
 
Yusuf gülerken, arkasında kalan kapıyı işaret etti. “Ben Cansu’ya yardım edeyim. İşten geldi yorgundur.”
 
Babasının onayını aldıktan sonra mutfağa ilerledi. Cansu tepsiye dizdiği bardakları bırakıp sinirle karşısında duran adama baktı.
 
“Sen ne yaptığını sanıyorsun Yusuf?” Diye sessizce fısıldadı. Öfkeli olduğu sesinden belli oluyordu.
 
“Seni tekrar kazanmaya çalışıyorum.”
 
“Babamı kandırarak mı?”
 
“Sen kandırmıyor musun?” Yusuf bakışlarını kısarak, aşık olduğu kadının yüzünü inceledi.
 
“Uygun zamanda ayrıldığımızı söyleyecektim. Biliyorsun, tansiyonu çok sık oynuyor. Riskli bir dönemde.”
 
Yusuf kapıya göz gezdirdi. “Biliyorum. Senin için çabalıyorum aşkım.” Cansu kalçasını tezgaha dayandığında Yusuf, ona biraz daha yaklaştı. Ellerini genç kadının omuzlarından, kollarına doğru gezdirdi. “Seni seviyorum Cansu. Sende beni seviyorsun, biliyorum.” Genç kadının bileklerinden tuttu ve baş parmağıyla bileğini okşadı. “Bunu bize yapma.”
 
Genç kadın içli bir nefes alırken bileğini Yusuf'un ellerinin arasından çekti. Ona hak veriyordu. Onu sevdiğini kendince kabul ediyordu. Ama kafasında bir türlü onunla birlikte gelecek hayal edemiyordu.
 
“Ben kararımı verdim. Uzatmaya gerek yok.” Bedenini tezgaha çevirdi.
 
Yusuf ise genç kadının bu hâline dayanamıyordu. Arkasından yavaşça ellerini, Cansu’nun beline sardı. Bedenini bedenine yaslayıp, saçlarının kokusunu içine çekti.
 
“Kaç gündür ne yaşadığımı bilmiyorsun aşkım. Yatağımdaki kokun beni uyutmuyor. Ben, seni deli gibi özlüyorum. Sen beni özlemiyor musun?”
 
Cansu gözlerini kapatarak ağırca nefesini toparladı. “Benden uzak dur Yusuf. Babam içeride.”
 
Yusuf çaresizce kollarının arasındaki kadını serbest bıraktı. Ensesini sıkıntıyla sıvazladı. Onu zorlarsa, daha çok kaybedeceğini düşünüyordu.
 
Yusuf mutfak dolabından şekeri çıkardı. Bu evi ezbere biliyordu. Bu ev, evleneceği kadının eviydi. Her zaman buraya gelip giderdi. Ama uzun zamandır gelmediğini o da fark etmişti. Cansu doğru mu söylüyordu? Onu gerçekten ihmal mi etmişti? Aklında dönüp duran sorularla şekeri, bardakların olduğu tepsiye bıraktı.
 
Cansu, çayı ocakta bırakırken içeri döndü. Arkasından Yusuf onu takip etti. Tekrar Ahmet babanın karşısına geçti. “Geldim baba. Bu eli ben kazanacağım bu sefer, öyle hissediyorum.”
 
Ahmet baba elini salladı. “Daha çok beklersin evlat! Bu bilek, yıllardır sallanıyor.”
 
Dakikalar dakikaları kovaladı. Çaylar içilmiş, sohbet edilmişti. Yusuf evden ayrılmıştı. Cansu bardakları toplarken, babası da ona yardım etmişti. Bu kez onu mutfakta sıkıştıran babasıydı.
 
“Bak bakayım sen bana?” Kızının yüzünü inceleyen Ahmet Bey göğsünü kabarttı. “Üzmedi o oğlan seni dimi?”
 
“Yok baba. Nereden çıkardın?”
 
“Bir keyfin yoktu sanki, bu akşam?”
 
“Yorgunum ya ondan babacığım.” Babasına sarıldığında, ikisi birbirinin kollarının arasında en mutlu insan olmuşlardı.
 
Ertesi sabah, Cansu klinikte bir kediyi ameliyat ediyordu. Günün belki son saatleriydi. Bugün hayli yorulmuştu, ama bundan zevk alıyordu. Hayvanları, çocukları olarak görüyor ve onlara öyle sevgiyle iyileştiriyordu.
 
Mert kapıyı araladı. “Cansu Hanım, size telefon geldi. Oya Demir diye bir kadın, işiniz bitince ona dönmenizi rica etti.”
 
Cansu ufak bir şaşkınlık yaşadı. “Bu saatte, Oya Hanım beni neden aramış ki?” Diye mırıldandı. “Neden aradığını söylemedi mi?”
 
“Hayır.”
 
“Tamam sağ olun Mert Bey.” Ellerinin altındaki kediye dikiş uymak üzereydi. Yanında duran Uğur’a döndü. “Uğur Bey, dikişleri siz atar mısınız?”
 
Uğur, Cansu’nun yerine geçti. Genç kadın merdivenleri çıkıp telefonunu önlüğünün cebinden çıkardı. Merakla Oya Hanımı aradı.
 
“Merhaba Cansucuğum, nasılsın?” Diye açılan telefonla tebessüm etti.
 
“Teşekkür ederim iyiyim. Siz?”
 
“Bende iyiyim. Ben seni yarın akşam yemeğe davet etmek istiyorum.”
 
Cansu şaşkınlığını gizleyemedi. “Teşekkür ederim Oya Hanım. Ama yarın akşam..” Teklifini reddetmesi, tamamen Ateş denen o adamı görmek istememesiydi.
 
“İtiraz kabul etmiyorum. Lütfen?” Anladığı kadarıyla Oya Hanım; dediğim dedik bir kadındı. Ve sesi, insanı ikna etme yeteneğine sahipti.
 
“Tamam peki.” Dedi istemeyerek.
 
Oya Hanım telefonun öbür ucunda gülümsedi. “Yarın akşam 7’de bekliyorum Cansucuğum. Görüşmek üzere.”
 
♣️
 
Ertesi akşam; Cansu saçını ensesinden sıkıca at kuyruğu topladığında, yüzünün hatları ortaya çıkmıştı. Boğazlı kolsuz bluzunun üzerine, blazer ceketini giydiğinde güzelliğiyle göz kamaştırıyordu.
 
Siyah el çantasıyla birlikte babasının yanına geçti. “Babacığım ben çıkıyorum.”
 
Baba Ahmet, televizyonda olan bakışlarını kızına çevirdi. “Dışarı mı çıkıyorsun?”
 
“Aslında yemeğe davetliyim baba.” İsteksiz bir tavırla dudaklarını birbirine bastırdı. “Eskiden tanıdığım, saygın bir çiftin davetlisiyim. Ayıp olur diye geri çeviremedim.”
 
“Tek mi gidiyorsun? Yusuf gelmiyor mu?”
 
“Hayır.” Konunun uzamaması için saatine baktı. “Geç kalmam ben. Kendine dikkat et. Ve lütfen! Geç saatte yemek yiyeyim deme baba.”
 
Baba Ahmet huysuzca yüzünü buruşturdu. “Çocuk muyum ben?”
 
“Sağlığına dikkat etmeni istiyorum sadece.”
 
“Gören de beni doksan yaşında sanacak!” Diye söylendi. “Daha elli altı yaşındayım ben!”
 
“Tansiyon ve kolesterol hastası olduğunu unutma.”
 
“Daha fazla içimi karartmadan git hadi.”
 
Cansu huysuz babasını evde bırakıp, kapının önünde çıkmadan önce aradığı taksiyi beklemeye başladı. Saat henüz altıydı. Ama yolu uzundu.
 
Bir elini beyaz kabanının cebine sokarken sıkıntıyla nefes alıp bıraktı. Oysa kendisi, her zaman pozitif ve güler yüzlü bir kadındı. Çiftliğin onu sıktığı yetmiyormuş gibi, bir de Ateş onun canını sıkmaya başlamıştı.
 
Onun soğuk konuşması ve yabani hareketlerinden kendimce nefret bile ediyordu. Kibarlıktan haberi bile olmayan bu adam, nasıl oluyor da Kaya Bey gibi tam bir beyefendinin manevî oğlu oluyordu?
 
Kendince aklından geçen düşünceleri sorgularken, beklediği taksiye bindi.
 
Peki ya Çiçek? Onu sadece birkaç kez görmüştü. İçine kapanık, en az abisi Ateş kadar soğuktu. Lâkin bir gerçek vardı. Çiçek, bir tek halasına sıcak davranıyordu.
 
Çiftliğin kapısında inip, kapıdaki korumaları geçti. Gözlerini korumaların üzerinden çekti. İçinden, ‘Gece daha bir korkutucu, burası.’ Diye geçirdi. Bahçedeki korumaları da geçti ve kapıya sokuldu.
 
Kapıyı her zamanki gibi güler yüzüyle Gülşen Hanım açtı. “Hoş geldiniz Cansu Hanım!”
 
“Merhaba.”
 
Kabanını Gülşen’e verip içeri gergin bir şekilde adım atmaya başladı. İlk önce Kaya Beyi, Oya Hanımı ve Çicek'i gördü. Ateş'in olmaması ona rahat bir nefes almasını sağlamıştı.
 
Genç kadını güler yüzle karşılayan çift, misafiriyle masaya geçti. Cansu’nun karşısında oturan Çiçek dirseklerini masaya dayadı. Rahatsız edici bakışlarını genç kadının üzerine dikti.
 
Oya Hanım, hemen Çiçek’in yanında oturuyordu. Cansu’nun gözünden ise, yanında bulunan hazır servis tabağından kaçmamıştı.
 
“Gülşen!” Oya Hanımın sesi üzerine yardımcı kadın hemen masanın başında göründü. “Ateş’e söyler misin? Aşağı insin. Misafirimiz var.”
 
“Hemen Oya Hanım.”
 
Gülşen ayrılırken Kaya Bey, gülümseyerek genç kadına döndü. “Ne iyi yaptın Oya. Uzun zamandır bende Cansu kızımı yemeğe davet etmek istiyordum.”
 
Cansu mütevazi bir şekilde gülümsedi. “Çok teşekkür ederim.”
 
Çok geçmeden genç adamın ayak sesleri salonu doldurdu. “Hala?” Diyerek uzakta durdu. “Ben yemeğe katılamayacağım. Benim bu akşam başka bir programın var.” Sert sesi, genç kadının arkası dönük olsa da daha fazla gerilmesini sağlıyordu.
 
“Üzgünüm ama programını ertelemek durumunda kalacaksın Ateş.” Oya Hanımın sesi en az Ateş kadar sertti.
 
Ateş öfkeyle gözlerini kapadı. “Yemekten sonra katılırım.” Genç kadına selam bile vermeden yanındaki sandalyeye oturdu.
 
Gülsen servise başladı. Oya Hanım, gözlerini karşısında oturan genç kadın ve genç adamın üzerinde gezdirdi. Oya Hanımın asıl amacı, ikisini yakınlaştırmaktı.
 
Gülümseyerek yeğenine baktı. “Otel ile ilgili planların nasıl gidiyor?”
 
Ateş sakinlikle başını salladı. “İyi.”
 
Oya Hanım bu kez Cansu’ya döndü. “Cansucuğum? Bir şey sormak istiyorum.” Genç kadın merakla onu dinliyordu. “Evlenmek üzere olduğunu duydum.”
 
Ateş sanki düz duvara toslamış gibi hissetmişti. Bakışlarını ilk kez yanındaki kadına çevirdi. Yüz hatlarını incelerken parfümünün kokusunu daha belirgin bir şekilde almıştı.
 
“Neredeyse.” Dedi Cansu.
 
Oya Hanım merakla kaşlarını kaldırırken, Ateş yemeğine geri döndü. “Yani evlenmiyor musun?”
 
“Hayır.”
 
“Üzüldüm.” Derken, doğruyu söylememişti. Masanın başında oturan eşi Kaya Beyin elini tuttu. “İnsan ruh eşine her zaman denk gelmiyor.” Kaya Bey, eşine aşkla bakarken tebessüm etti.
 
“Baban nasıl Cansu kızım?” Diye soran Kaya Bey oldu.
 
“İyi. Emekliliğin tadını mı çıkarıyor, yoksa emeklilik onun canını mı sıkıyor? Orası biraz karışık.” Oya Hanım ve Kaya Bey güldü.
 
“Bir gün onunla tanışmak isterim.”
 
“Ne zaman isterseniz.”
 
Ateş soğuk tavrını bozmadan çatalını tabağına bıraktı. “Neden biz Cansu Hanımla bu kadar yakınlık kuruyoruz? Sonuçta o bizim veteriner hekimimiz değil mi? Onu ailemizin içine bu kadar almamız doğru mu sence abi?” Sinirle omuzlarını kaldırıp kaşlarını çatmıştı.
 
Masada büyük bir gerginlik oluştu. Cansu ise şaşkındı. Kaya Bey sinirle gerilirken, Oya Hanım öfkeyle çatalını sallayıp tabağın kenarına sertçe bıraktı.
 
“Ateş!”
 
“Haksız mıyım hala? Neredeyse iki yıl önce, yanımızda beş yıl çalışan bir şoför bize ihanet etmiş! Şimdi iki gündür tanıdığımız kadına nasıl güveniyorsunuz?!”
 
Ateş’in sesi yükselirken masadaki gerginlik daha fazla artmıştı.
 
Cansu kırgın değildi. Sadece bu adamın bu kadar öfkeli ve bu kadar soğuk olmasına şaşırmıştı. Çünkü iki gün önce terasta konuştuğu adamdan tamamen farklıydı.
 
Kaya Bey dişlerini sıkarak sakin olmaya çalıştı. Manevi oğlunun bu kadar öfkeli olmasına o da anlam verememişti.
 
“Cansu'nun böyle bir şey yapacağına inanmıyorum. Ben ona güveniyorum Ateş. Sen de bunu sorgulayamazsın.”
 
“Ben bu kadına güvenmiyorum.”
 
“Yeter!” Kaya Beyin sesinin yükselmesi üzerine masada ses çıkmadı. “Ben Cansu'yu yıllardır tanıyorum Ateş. Seni nasıl oğlum biliyorsam, onu da kızım biliyorum. Şimdi daha fazla saygısızlık yapma.”
 
Ateş kısa bir an şaşkınlığa uğradı. Ama sert yüz ifadesinden ödün vermedi. “Neden onu daha önce görmedim?”
 
“Lüzum görmedim.”
 
Oya Hanım kısıkça öksürdü. Gerginliğin daha fazla büyümesini istemiyordu. “Bende Cansu'yu bize gelmeye başladıktan sonra öğrendim Ateş. Seninle bir ilgisi yok. Kaya, Cansu’yu daha önce tanıyormuş. Bundan sadece sana değil, kimseye bahsetmedi.”
 
“Tamam.” Dedi sertçe soluğunu bırakırken genç adam. “Kim bu kadın o zaman?”
 
Kaya Bey sakin bir ses tonuyla, “Veteriner hekimi,” dedi. “Çiftlikteki tüm çocuklarımı sadece ona emanet edecek kadar, güvendiğim biri.” Sakince nefes aldı. “Eğer birbirimizi nereden tanıdığımızı merak ediyorsan; Cansu isterse anlatır. Şimdi konuyu daha fazla uzatma.”
 
“Size afiyet olsun abi. Katılmam gereken bir toplantı var.” Ateş sinirle masadan kalktı.
 
Kaya Bey ise gözlerini masadan ayırmadı. “Bu saatte mi?”
 
“Özel bir toplantı.” Diyerek salondan ayrıldı.
 
Cansu rahatlamış nefesini dışarı bırakırken gözlerini yumdu. Kaya Beyin sesiyle dikkatini tekrar masaya verdi.
 
“Şu densizin yaptığına bak.” Ardından genç kadına döndü. “Kusura bakma kızım. Ateş, ismi gibi birden parlar. Bu asiliği senin için değil.”
 
Çiçek çatalıyla oynadığı tabağından gözlerini kaldırdı. İlk kez suskunluğunu bozarak “Aynen,” dedi. “Abim böyledir. Hatta bu kibar hali diyebiliriz.”
 
“Önemli değil.”
 
Yemeğin ardından, Cansu teşekkür edip ayrılmak istedi. Oya Hanım ve Kaya Bey ne kadar ısrarcı olsalar dahi, genç kadın gitmekte kararlıydı. Aile arasında huzursuzluk yarattığı için canı sıkkındı. Bunu asla belli etmeden, güler yüzüyle onlara veda etmişti.
 
Kaya Bey kapıya kadar Cansu'ya eşlik etmiş, hatta bahçeye kadar onunla çıkmıştı. Bahçedeki adamına el attı.
 
“Oğuz! İskender'e söyle arabayı çalıştırsın.”
 
Uzun boylu adamı ceketini tutarak saygıyla başını eğdi. “Hemen Kaya Bey.”
 
Cansu tüm mütevazılığıyla gülümsedi. “Hiç gerek yoktu.”
 
“Olur mu kızım? Evine kadar bıraksın seni.”
 
Arabaya doğru yürürken Cansu duraksadı. “Kaya Bey.. Ben, geçmişten bahsetmediğiniz için teşekkür ederim.”
 
“Teşekkür edecek bir şey yok. Sen bahsetmediğin sürece, bende bir şey bilmiyorum.”
 
♣️
 
Ertesi gün; günün yoğunluğundan, yorgun bir şekilde klinikten çıkan Cansu, kabanına sarılıp taksiyi beklemeye başladı. Hâlâ gelmemesine şaşırıp saatine baktı. Neredeyse yarım saat olmuştu.
 
Telefonunu taksiyi tekrar aramak için çıkarmıştı ki, önünde beliren yabancı adamın, elinden telefonu çekip alması üzerine neye uğradığını şaşırmıştı.
 
“Siz ne yapıyorsunuz beyefendi?” Kızgınlığı sesine vururken, karşısındaki siyah takım elbiseli adam, genç kadının telefonunu ceketinin cebine yerleştirdi. Önlerinde siyah minibüs durduğunda adam, genç kadının kolunu kibar olmayacak şekilde kavradı.
 
“Ufak bir gezintiye çıkıyoruz Cansu.”
 
Siyah minibüsün kapısı açılır açılmaz, içinden iki siyah takım elbiseli adam daha indi. Minibüsten inen adamlar genç kadının iki yanından kollarını kavradı.
 
Cansu ne kadar karşı koyup bağırmaya çalışsa da, bu adamların karşısında onlara yetecek ne gücü, ne de sesi yetebiliyordu.
 
Çığlık atsa bile ağzına kapanan adamın iri eliyle, sesi boğazına tıkanıyordu. Korkuyla debelendi ama hepsi boşaydı. Naif bedeni titriyor, kasılıyordu.
 
Sonunda ise iki adam, genç kadını kolaylıkla minibüsün içine sokup, kapısını kapadılar.


SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin