"Kolye"

88 6 0
                                    


♣️


Bölüm 6:
Kolye

Cansu telaşla attığı seri adımlarla apartmanın önünde oturan babasını gördü. Bir ambulans hemşiresi, kaşını temizliyordu.
 
Babasını sağ salim görmenin rahatlığıyla gözyaşları daha çok akmaya başlamıştı. “Baba!” Cansu yanındaki polis memurunu geçip, babasının dizlerinin önüne çöktü. “Babam benim iyi misin?”
 
Ahmet Bey, Cansu’nun dizindeki elinin üzerine elini koydu. “Korkma kızım. İyiyim. Ağlama.” Uzanıp kızının yanağını okşadı.
 
Metin yanlarında dikilen polis memuruna kimliğini gösterdi. “Savcı Metin Bakırcıoğlu. Durum nedir?”
 
“Bir hırsızlık olayı savcım. Ahmet Bey'in ifadesini şimdi bitirdim. Arkadaşlar yukarıda ipucu arıyor.”
 
“Yüzünü görmüş mü?” Diye fısıldadı.
 
“Hayır. Adam silahlı ve baştan aşağı simsiyah giyinmiş. Ayrıca eldiven kullanıyormuş.”
 
Metin ümitsiz bir şekilde çenesini sıvazladı. “Bu kötü oldu.”
 
Polis memuru elindeki dosyayı açarak Metin'e gösterdi. “Sadece bileğinde yarısı gözüken bir dövme elimizdeki tek ipucu.”
 
Metin dosyayı alıp çizimi inceledi. Bir nesneye sarılmış bir yılan kafasıydı. Dosyayı polis memuruna geri uzattı.
 
“Güzel. Buradan bir şey çıkar.”
 
Cansu babasının elini iki eliyle kavramıştı. Ambulans hemşiresi işini bitirdiğinde Cansu gözlerini genç kıza çevirdi.
 
“Bir şeyi yok değil mi?”
 
“Merak etmeyin. Aldığı darbeden dolayı ufak bir kanama olmuş sadece. Dikişe gerek yok. Ben yarayı temizledim. Başka hiç bir sıkıntı yok.” Genç kız hafif bir tebessümle Cansu’ya baktı. “Tekrar geçmiş olsun.”
 
“Teşekkür ederiz.”
 
Metin, Cansu’nun yanına geçip Ahmet Bey'e baktı. “Geçmiş olsun Ahmet abi.”
 
Ahmet Bey gülerken hafifçe omuzları sarsıldı. “Metin.. Koskoca adam olmuşsun.”
 
Metin tebessüm etti. “Sen hala aynısın Ahmet abi.”
 
“Yok yav! Yaşlandım artık. Torun sahibi oldum.” Metin bakışlarını Cansu’ya çevirdiğinde Ahmet Bey tekrar güldü. “Bakma boşuna, evlenmedi henüz. Anlayacağın başıma kalacak.” Dediğinde Metin geniş gülümsemesini gözler önüne serdi. “Çağatay'ın üç yaşında bir oğlu var.”
 
Metin kaşlarını kaldırdı. “Çağatay? En son onu gördüğümde kaç yaşındaydı, şimdi çocuğu var.” Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bir kez daha anladı Metin. “Benimde dört yaşında bir oğlum var.”
 
“Demek evlendin ha?”
 
Metin gözlerini kaçırarak dudaklarını birbirine bastırdı. “Evliydim..”
 
O sırada apartmandan çıkan polislere dikkatini verdi Metin.
 
“Tekrar geçmiş olsun.” Dedi genç polis memuru.
 
Dakikalar sonra polisle işi biten baba kız, kol kola girip evlerine çıktı. Metin onları yalnız bırakmadı. Arkalarından o da yukarı çıktı.
 
Evlerinin kapısından adım atar atmaz Cansu parmaklarıyla dudaklarını kapadı. Bu evi hiç bu kadar dağınık görmemişti. Her şey dağılmış, her şeyin yeri değişmişti.
 
Babası boşta olan eliyle uzanıp kızının omuzuna dokundu. “Üzülme kızım. Toplanır. Tabi sağlam olanları ayırmak lazım. Kimisi kırık.” Diye üzüntüyle içini çekti.
 
“Cana geleceğine mala gelsin babam. Asıl sen üzülme.”
 
Metin kaşlarını çattı. “Siz merak etmeyin. Ben olayı takip edeceğim.”
 
Cansu, sıcak basan bedeniyle birlikte ensesini sıvazladı. Kimin yaptığı biliyordu. Haykırmak istiyordu. Her şeyi anlatıp üzerindeki bu yükten kurtulmak istiyordu.
 
Gözünün ucuyla babasıyla konuşan Metin'e baktı. Sonuçta o bir savcı değil miydi? Belki Musa Yakaza'yı yakalayabilirdi. Babası polis korumasına alınırdı belki.
 
Baba Ahmet, soğuk soğuk ter döken kızına baktı. “Cansu? İyi misin kızım? Suratın kireç gibi oldu. Gel otur şöyle.”
 
Cansu boynunu ovalayarak diğer elini babasının sakin olması için kaldırdı. “Yok baba. Ben bir bardak su alsam kendime yeter.”
 
Cansu ağır adımlarla mutfağa geçti. Mutfak dolabından büyük bir bardak aldı ve çeşmeden doldurdu. Gözleri dalgındı. Lavaboya eğilmiş, dolup taşan bardağı bile görmüyordu. Metin, uzanıp mutfak çeşmesini kapadı.
 
Cansu onu fark ettiğinde doğrulup büyük bir yudum aldı. Kalçasını tezgaha yaslarken “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı.
 
Metin ellerini pantolonun cebine yerleştirirken, gözlerini dikkatle kıstı. “İyi misin?”
 
Sakince başını salladı. “İyiyim.” Bardağı iki eliyle kavrayıp, avucunun arasında çevirdi. “Sadece.. ilk kez başımıza böyle bir şey geliyor. İnan çalınan hiç bir şey umurumda değil..”
 
İster istemez kendini suçluyordu kadın. Kızaran gözlerini Metin'e çevirdi. Anlamasını istiyordu. Bakışlarındaki yardım çığlığını görmesini istiyordu.
 
Metin sakince elini Cansu’nun omzuna koydu. “Anlıyorum. Ama olaya iyi tarafından bak tamam? Ahmet abiye bir şey olmadı.”
 
Henüz.. diye geçirdi içinden.
 
Dudaklarını ağlamamak için bastırırken, eliyle gözlerini kapattı Cansu. Yüreği sıkışıyordu. Omuzundaki bu ağır yükün altında eziliyordu.
 
Metin çekingen bir tavırla, kadının omzundaki elini boynuna doladı. Ardından yavaşça sarıldı. Diğer eliyle Cansu’nun sırtını sıvazladı.
 
“Merak etme Cansu. Bunu yapanı bulana kadar ben bu işin peşini bırakmayacağım.” Cansu konuşmamak için alt dudağını ısırdı. “Şimdi Ahmet abi seni böyle görmesin. Eğer seni böyle görürse, daha çok üzülür.”
 
Cansu gözlerinin altını silerek geri çekildi. Elindeki bardağı tezgaha bırakırken bir kez daha teşekkür etti. “Seni de bu saate kadar oyaladım. Can seni merak etmiştir.”
 
Metin hızla başını sağa sola salladı. “Saçmalama. Hem Can annesinde kalıyor.” Dudaklarını ıslattı adam. “Bak ne diyeceğim.. Bu akşam bana gelin. Bende kalın.”
 
“Teşekkür ederim Metin. Gerçekten çok kibar bir davranış. Ama hiç gerek yok.”
 
“Peki..” Dedi Metin. “Ama kapım size her zaman açık. Numaram sende var. Saat fark etmez. Her zaman arayabilirsin.”
 
Cansu bir kez daha teşekkür etti. Ardından içeriden çalan telefonunun sesini duydu. Salona döndüğünde babasının içeriyi toparladığını gördü.
 
Cansu çantasına uzanırken, “Baba ben toparlarım, lütfen sen dinlenir misin?” dedi. Çantasından çalan telefonunu sonunda çıkarmıştı.
 
Musa arıyordu.
 
Bir haftalık sessizliğini, gürültülü bir şekilde bozmuştu.
 
Cansu sinirle dudaklarını ısırdı. Telefonunu kulağına koyarken odasına doğru ilerledi.
 
“Allah'ın cezası! Sen yaptın değil mi?”
 
Sinirle soluduğunda telefonun diğer ucunda Musa’nın keyifli sesini duydu.
 
“Zeki kız seni.. Bu sadece bir uyarıydı merak etme.”
 
“Eğer babama bir şey olsaydı..”
 
“Yerinde olsam konuşmalarıma dikkat ederdim Cansu. Tekrar ve tekrar hatırlatıyorum; ailenin kaderi senin avuçlarında.” Cansu sinirle alnını sıvazladı. “Yoksa sen o Savcı Metin’e mi güveniyorsun?”
 
Cansu duraksadı. Yüzü düşmüştü. Hemen inkar etti. “Hayır.”
 
“Aferin. Oyuna onu dahil etmek istemiyorsan ondan uzak dur.” Sesi net ve otoriter geliyordu. Bu adam ne yaptığını iyi biliyordu. “Savcı sadece işimi yavaşlatır. Ve ben işimi yavaşlatan insanları, yolumdan çekmekten hiç sıkılmam.”
 
Cansu yutkundu. “Tamam..” Dedi aceleyle. “Zaten burada olması bir tesadüftü. Onunla benim bir alakam yok.” Metin.. bunca yıldan sonra hayatına tesadüfen girdiği için, hayatını mahvetmek istemiyordu. Tekrar susmayı tercih etti kadın. Sessizce karşısındaki adamın konuşmasını bekledi.
 
“Sana verdiğim süre bitti Cansu. Benden bir hafta istemiştin ama sen hiç bir şey yapmadın. Ama sonra, bak ne oldu?”
 
Cansu sinirle tekrar alt dudağını ısırdı. “Yakınlaşmaya çalışıyordum.”
 
“Umarım bir başarıya imza atarsın.”
 
Musa son sözünü söyleyip, telefonu kadının suratına kapattı. Cansu telefonunu yatağın üzerine fırlattı. Yüzünü ovalayıp saçlarını karıştırdı.
 
Çaresizliği bir kez daha, iliklerine kadar hissetmişti. Gözlerini sakin olma umuduyla sıkı sıkıya kapadı. Aklında sadece Ateş Akça vardı. Ne yapacağını, nasıl konuşacağını zihninden geçirdi. Gururu umurunda bile değildi. Tek istediği, istediğini almaktı.
 
♣️
 
Geçen iki günün ardından Cansu ve babası hırsızlık olayı hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. Babası, Cansu’yu üzmemek için bir şey demiyordu, Cansu ise babası üzülmesin diye bir şey diyemiyordu. Sadece, Cansu babasını daha sık arar olmuştu.
 
Ateş, evinden çıkmıştı. Cansu ile çiftlikte geçen o akşamki yemekten beri Ateş taş evde kalıyordu. Çiftliğe gidip hem kendi keyfini hem de halasının ve eniştesinin keyfini kaçırmak istemiyordu.
 
Arabasına binmek üzereyken çalan telefonunu cebinden çıkardı. Arayan adamı Timur idi.
 
“Söyle.”
 
“Ateş Bey, Cansu Hanım hakkında olan biteni öğrenmek istediğinizi söylemiştiniz.. Geçen akşam evlerine bir hırsız girmiş.”
 
Ateş direksiyon başına geçerken kaşlarını çattı. “Yani?”
 
“Şuan elimde soruşturma dosyasına bakıyorum. Adam hiç bir şey çalmamış. Ahmet Bey evdeymiş ve ışıkları açık olmasına rağmen zorla içeriye girmiş.”
 
“Korkutmak için yapılmış mı diyorsun?”
 
“Öyle sanıyorum. Ahmet Bey sesi duyunca kendini savunmak için eline bir şemsiye kapmış.. yani o an eline o denk gelmiş. Kapıyı açtığı gibi şemsiyeyi kafasına indirmiş. Ama adam genç ve yapılıymış. Silahının kabzasıyla Ahmet Bey'i kaşından yaralayıp biraz sarsmış. Kısa bir baygınlık geçirir gibi olmuş. Kendine geldiğinde salonu dağıtırken görmüş. Hırsız kendine geldiğini görünce çıkıp gitmiş.” Timur, Ahmet Bey’in polise verdiği ifadeyi atlamadan Ateş’e okumuştu. “Görebildiği tek şey hırsızın bileğindeki yarım dövmeymiş.”
 
Ateş arabayı çalıştırırken dikkatli bakışlarını etrafta gezdirdi. “Bunu araştırmaya devam et. Bakalım altından ne çıkacak?”
 
“Peki Ateş Bey.”
 
Saatler sonra Ateş toplantı için otele girdi. Ofise doğru sakin adımlar atarken sekteri Mine, topuklu ayakkabılarıyla arkasından ona yetişti.
 
“Ateş Bey! Adem Hancıoğlu sizi ofisinizde bekliyor.”
 
Ateş duraksayarak sert bakışlarını sekreterine çevirdi. “Ne arıyor burada?”
 
“Bilmiyorum. Israrla sizi bekleyeceğini söyledi.”
 
“Siktiğimin oğlu..” Sekreteri gerilirken adımlarını hızlandırdı Ateş.
 
Odasına girdiğinde Adem Hancıoğlu’nun masanın önündeki sandalyede rahatça oturduğunu gördü. Dişlerini öfkeyle sıktı.
 
“Sonunda!” Diyerek Ateş’in karşısına dikildi. “Nasılsın Ateş?” Elini uzattı. Fakat Ateş’in öfke saçan gözlerinden başka bir tepki alamamıştı. Adem elini indirdi.
 
“Ne işin var lan senin burada?”
 
Adem kravatını düzelterek kalktığı yere tekrar geri oturdu. “Otursana.”
 
Ateş sakince birkaç adım attı ve elini masaya yaslayarak karşısındaki adama doğru hafifçe eğildi
 
“Bana bak Adem.. Senin dilini söker, leşinin götüne pamuk diye tıkarım.” Adem hafifçe geriledi. “Ne bok arıyorsun burada?”
 
“Hâlâ ağzın düzelmemiş..” Hafifçe sırıttı adam. “Oysa ben buraya iş konuşmaya geldim.”
 
“Attığın kazıktan sonra, seninle iş yapanı sikerler.” Masadan kaldırdığı elini sertçe masaya vurdu. Ardından masanın kenarından çekildi.
 
“Ateş. Anlamıyorsun. Pusuya düşürüldüm. Musa Yakaza beni kaldırdı.” Ateş başını geriye atarak derin bir nefes alıp verdi. “Sizin düşmanınız, beni alıkoydu. Ama siz beni suçluyorsunuz! Uzun zaman geçti. Hâlâ mı öfkelisin?”
 
Ateş sinirle arkasında kalan adama döndü. “Ulan her şeyi öttün, şerefsiz! Polis haftalarca ensemizden ayrılmadı!”
 
“Yine de sizi uyardım.” Adem sıkıntıyla çenesini sıvazladı. “Musa içeriden çıktığından beri sessiz. Sana da garip gelmiyor mu?”
 
“Çıkar kokusu.” Ateş’in bir an olsun gevşemeyen kaşları, öfkeli bakışları, gergin yüzü hep aynıydı. Masasına geçerken Adem’i umursamamaya çalıştı. “Sen hala burada mısın?”
 
Adem arkasına yaslandı. “Hadi ama Ateş. Büyük bir işe girmişsin. Tek başına.”
 
“Evet.”
 
“İzin ver ihaleye katılayım. Ortak olalım.”
 
Ateş ağırca eğilip dirseğini masaya yasladı. “Siktir git.”
 
“Düşmanın çok Ateş. Gel güçlerimizi birleştirdim. Önümüzde kimse duramaz.”
 
Ateş işaret parmağını sinirle ona doğrulttu. “Sana güvenmiyorum Adem.” Çenesini sıvazlarken arkasına yaslandı. “Sen benim, kiminle iş yaptığımı gördün de seninle yapacağım?”
 
Adem histerik bir gülüş gösterdi. “Sen bana değil, kimseye güvenmezsin.” Dirseğini masaya yaslarken, parmaklarının ucuyla masanın üzerinde duran teraziye dokundu. “Senin için bir ilk olsun. Benimle bu otel işine adım at. Pişman olmayacaksın.”
 
“Daha fazla kafamı sikmeye devam edecek misin?” Dişlerini sıkarak sorduğu soruyla kaşlarını daha fazla çattı.
 
Adem heyecanla masaya doğru eğildi. “Bir düşün!” Hafifçe masaya vurarak ayağa kalktı. “Musa ikimizi yan yana gördüğünde bir daha bize bulaşmaya cesaret edemez biliyorsun.”
 
Ateş yaslandığı siyah koltuğunda Adem'e tepkisiz bir şekilde bakmaya devam etti. “Musa benim tek düşmanım mı sanıyorsun? Gözünde onu fazla büyütme.”
 
Adem ellerini masaya yaslarken gözlerini ciddiyetle kıstı. “Ateş.. Hafife alınacak bir adam olmadığını biliyorsun. Sen onun, evleneli daha bir ay olmamış karısını öldürdün. Bense hapse girmesini sağladım.” Adem başını sinirle yana yatırdı. “Boş oturduğunu mu düşünüyorsun? İninde neler planlıyor kim bilir!”
 
Ateş rahat bir tavırla, işaret parmağıyla çenesini ovaladı. “Musa sabırsız bir adam. Bir şey yapsaydı, içeriden çıktığı gibi yapardı.”
 
Adem sırtını dikleştirdi. “Sanmıyorum. Çok büyük bir iş çeviriyor. Çok sessiz.”
 
“Şimdiye kadar hiç bir tuzağa düşmedim Adem. Musa geldiğinde hazırlık olacağımdan şüphen olmasın.”
 
Adem ceketini düzeltti. “Madem öyle.. Yardıma ihtiyacın olursa ara.”
 
Ateş onu umursamadan önündeki belgeleri incelemeye başladı. “Kapıyı çıkarken kapat.”
 
♣️
 
Ateş rahatlamak adına kendini duşa attı. Banyodan çıkıp saçını kuruladığı baş havlusunu kirli sepetine attı. Belindeki havlusunu alıp çamaşırını, ardından siyah eşofmanını giydi.
 
Salona geçip, konsolun üzerinde duran viski şişesini alıp bardağına doldurdu. İlk kadehini hızlıca başına dikti. İkincisini doldurup, kadehiyle birlikte müzik çaların önüne geçti. Biraz müzik dinleyerek kafasını dinlemek istiyordu.
 
Yabancı bir şarkıya dokunup, kadehinden sadece bir yudum almıştı. Kapısının tıklanmasıyla kaşları çatıldı. Ağzında beklettiği sert alkolü yuttu.
 
Kapıya ilerlerken kadehini konsolun üzerine bıraktı. O anda cam kapının ardında kimin olduğunu görebilmişti.
 
“Bu kadının burada ne işi var şimdi?” Diye sinirle mırıldandı.
 
Kapıyı açtığında hiç bir şey söylemedi. Koyu yeşil, kalın askılı elbisesiyle üşüdüğünü görüyordu. Buranın havası gece sert olurdu. Anlaşılan Cansu bunu bilmiyordu. Tam ‘ne istiyorsun’ diye soracakken Cansu ondan önce davrandı.
 
“Biliyorum seni rahatsız ediyorum. Ama mecbur olmasam gelmezdim.” Cansu, karşısındaki adamın çıplak bedenine bakmamak için büyük çaba sarf ediyordu. Gecenin serinliğinde ensesinden vuran bu ateş neyin nesiydi? Hiç bilmiyordu.
 
“Umarım cesaretine değecek bir şeydir?” Cansu yutkundu. Onu tehdit ediyordu. “Çünkü ben son konuşmamızı unutmadım Cansu.”
 
Cansu kuruyan dudaklarını ıslattı. “Geçen hafta sende kaldığım gece.. sende bir şey düşürmüş olabilir miyim?” Ateş bu kez anlamsızca çattı bakışlarını. “Kolye. Bir kolye buldun mu acaba?”
 
“Hayır. Yardımcı kadın da bulsa söylerdi.”
 
“Ben bakabilir miyim?” Cansu oldukça kibar davranıyordu. Buraya kadar gelmişken ters bir hamle görmek istemiyordu. “Sadece bakıp gideceğim. Lütfen. Benim için anlamlı bir şey.”
 
Ateş bıkkın bir nefes verdi. “Bakıp defolup gideceksin.”
 
Cansu saçını geriye atarak, içeriye girdi. “Teşekkür ederim.”
 
Ateş arkasından kapıyı kıracak gibi kapattığında Cansu hafifçe sıçradı. Şuan kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Çantasını koltuğun üzerine bıraktı.
 
“Yatak odasına bakabilir miyim?” Aslında kolyenin yerini çok iyi biliyordu. Fakat onu eliyle koymuş gibi bulursa şüphe çekeceğinden emindi. Ateş’in sert bakışlarına karşı dudaklarını birbirine bastırdı.
 
“Bakabilirsin.”
 
Ateş konsolun üzerindeki içkisine doğru ilerlerken Cansu yatak odasına doğru ilerledi. Kapısı açıktı. Yatağına baktı. Henüz bozulmamıştı.
 
Ağır adımlarla yatağa ilerledi. Sağına soluna baktı. Yatağın altına baktı. Biraz daha oyalandı.
 
Ateş kadehini bitirip boş bardağı tekrar konsolun üzerine bıraktı. Yatak odasına ilerledi. Cansu hafifçe eğilmiş yatak başlığının arasını kontrol ediyordu. Sadece kalçalarını örten elbisenin eteği, hafifçe eğildiğinde bile daha da kısa bir hal almıştı.
 
Ateş odaya girdiği gibi gözlerini kapatıp sabırsız bir nefes aldı. “Bulamadın mı daha?” Diye sorarken dişlerini sıktı.
 
Cansu hızlıca doğruldu. “Burada değil.” Elbisesini düzeltti. “Bir de içerideki koltuğa baksam iyi olur.”
 
Ateş’in önünden geçerken çenesini sıktığını gördü. Ve bakışları, her an onu öldürecek hissi veriyordu. Salona geçtiğinde Ateş onu takip etti bu kez.
 
“Aptal bir kolye için beni rahatsız ettiğinin farkında mısın?” Sesi öfkeliydi. Neden olduğunu Ateş de bilmiyordu.
 
“Benim için anlamı büyük bir kolye.” Eğildi ve koltuk aralarına ellerini soktu. Eteğinin kısalmasıyla Ateş arkasını dönerek ensesini sıktı. “Senin gibi taş yüreği olan ne anlar anıdan?” diye kendince mırıldandı.
 
Bunun üzerine Ateş, “Kulaklarım iyi duyuyor yalnız!” diyerek Cansu’yu afallattı.
 
“Kötü bir şey demedim.” Diye duraksadı. “Umarım bulurum. Her yere baktım. Sonra bugün klinikte burada düşürmüş olabilir miyim, diye düşündüm.” Parmaklarıyla kolyeye dokundu ama almadı.
 
“Belli ki burada da değil işte!”
 
Cansu çaresizce kolyeyi tutup kaldırdı. “İşte burada!” Bir yandan bulduğu için mutluydu. “Zinciri kopmuş.” Rahat bir nefes verdi. Çantasının içine saldı.
 
“Bulduğuna göre gidebilirsin.”
 
Cansu uzanıp çantasını aldı. Giderse başka şansının olmayacağını biliyordu. Bir şey yapmalı ya da söylemeliydi. Ciddiyetle ona baktı.
 
“Benden neden nefret ediyorsun Ateş?” Sert yüz hatları o kadar belliydi ki, sinirden dişlerini sıktığını anlamıştı.
 
“Seni tanımıyorum ve ben, tanımadığım insanların ailemin etrafında dolanmasından nefret ederim.”
 
“O zaman neden beni tanımak yerine, benden nefret etmeyi seçiyorsun?”
 
“Yeni insanlar tanımayı sevmem.” Dedi sert bir ses tonuyla.
 
“Kimse benden bu kadar nefret etmemişti.” Cansu dişlerinin arasına aldığı dudaklarını ıslattı. “Bir insan, birini sırf tanımıyor diye bu kadar nefreti hak etmez.”
 
Ateş sert ve şüpheci bakışlarıyla Cansu’nun üzerine yürüdü. “Sen neyin peşindesin?” Kadının hemen önünde durdu. Cansu ağırca yutkundu.
 
“Neden her hareketim sana şüpheli geliyor onu da anlamış değilim.” Ateş üzerine doğru bir adım daha attı. Cansu geri çekildi. Her an boğazına yapışacak gibi hissediyordu.
 
“Hislerime güvenirim.” Dişlerinin arasından sarf ettiği cümleyle nefesi Cansu’nun yüzüne vuruyordu.
 
“Anlaşılan bir tek hislerine güveniyorsun?” Şüpheleri doğruydu ve anlayacak diye korkuyordu. Bu sebeple kuruyan boğazını yutkunarak geçirmeyi denedi.
 
“Bu yüzden, şimdi defol evimden!”
 
Sesinin yükselmesine karşı Cansu kirpiklerini kırpıştırdı. Gidip gitmemek arasında kaldı. Öylece dibinde dikilen adama bakıyordu. Hızlıca düşündü. Giderse, gelmek için başka bir bahane bulamazdı. Ama bu adam onu iyiden iyiye sinirlendirmişti de. Uzanıp onu aniden öpmeyi bile düşündü. Ama tepkisini bir türlü kestiremiyordu.
 
“Sen kadınlardan nefret ediyorsun..” Diye fısıldadı. Ateş afalladı. Cansu dudaklarını tekrar aralamıştı ki, Ateş elini sertçe duvara geçirdi. Cansu bir adım daha geri attığında sırtı duvar ile temas etti. Buraya kadar nasıl gelmişti bilmiyordu bile.
 
“Sakın tek kelime dahi etme!”
 
Cansu korkusuzca Ateş’in gözlerine baktı. “En azından yalnızca benden nefret etmiyormuşsun.”
 
Ateş sinirle alt dudağını yaladı. “Haklısın. Ama en çok senden nefret ediyorum!” Sesindeki öfke her şeyi belli ediyordu zaten. Sesli söylemesine gerek bile yoktu. “Neden biliyor musun? Eniştemin, saçma bir şekilde seni benden korumaya çalışması beni delirtiyor.” Yumruk yaptığı elini duvarı delmek istercesine duvara bastırıyordu.
 
“Sen.. bana ne yapabilirsin ki?” Kadının aklından bin bir düşünce geçti o an. Öldürecek miydi?
 
“Ben becerdiğim hiç bir kadının hesabını vermedim.” O kadar öfkeliydi ki sinirden gerilen damarlarını Cansu fark etmişti. “Senin ne özelliğin var?”
 
“Derdin bu muydu?” Önce başını hafifçe sağa sola salladı. Ateş püsküren gözlerine baktı adamın. Ardından yavaşça ona doğru yaklaştı. “Beni elde edemediğin için mi?” Nefesi, adamın dudaklarının arasına sızıyordu. “Oysa karşıdan kural tanımaz biri gibi duruyorsun..” Ateş’in dudaklarına değdi değecek olan dudakları, ikisinin de bedenini sıcak basmasına sebep olmuştu. Cansu hafifçe geri çekildi ve “Yanılmışım demek..” dedi.
 
Kadın, bedenini duvar ile adamın arasından kurtardı. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Bugün olmazsa yarındı. Onun damarına bastığına emindi.
 
Cansu
 
Ümidim kesilmişti. Ama o gözlerindeki öfkenin ardında, bana sakladığı ufak bir arzu kırıntısı görmüştüm.
 
Cam kapıya uzanıp araladığım sırada, Ateş’in uzandığını gördüm ve kapı sertçe kapandı. Afallamıştım ve hafifçe yerimde sıçradım. Elini kapıdan çekmeden sol bileğimi kavradı. Bedenimi kendine çevirdi. Ardından dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ne olduğunu anlamamıştım.
 
Kapıya yasladığı elini, belime yerleştirdi. Bedenimi kendine çekerek, bedenine yasladı.
 
Şaşkındım. Kesinlikle bunu beklemiyordum. Hareketsiz duran dudaklarını hoyratça hareket ettirmeye başladığında, aynı şekilde karşılık vermeye başladım. Ensemden vuran bir sıcaklık, bacaklarımın arasında ince bir sızı vardı. Tiksinmek yerine, daha fazlasını istemem normal değildi.
 
Sertçe kavradığı bileğimi serbest bırakıp, çenemi kavradı. Hareketleri yumuşak değildi. Omuzumda asılı duran çantam kayıp, yere düştü. Ardından sırtımı sertçe arkamdaki kapıya yasladı. Bu ani hareketle hafifçe inlerken belimdeki elini daha da sıklaştırdı.
 
Bir elimi çıplak göğsüne yerleştirirken, diğerini ensesine doladım. Öyle hırçın öpüyordu ki, dudaklarıyla tehdit ediyordu beni. Olur ki kaçarsam, beni buna pişman edecek gibi..
 
Soluk soluğa örtülen dudaklarım, adeta kavruluyordu..
 
Hiç öpülmemiş, hiç dokunulmamış gibiydi dudaklarım. Heyecanla ve istekle hareket ediyordu.
 
Belimde duran elini ağırca kalçama indirdi. Ardından daha aşağı ve elbisemin altından kalçamı kavrayıp sıktı. Boğazımdan istem dışı bir inleme çıkarken Ateş bedenimi daha çok sıkıştırdı.
 
Çenemden saçlarıma karışan parmakları, sırtımı buldu. Ardından eliyle koymuş gibi elbisemin fermuarını buldu. Kolaylıkla indirdiği fermuar ile, elini çıplak sırtımdan omuzumdaki askılara çıkardı. Elbisem kolaylıkla bedenimden aşağı süzüldü.
 
Ateş, bu kez çıplak belimi kavradı. Karşısında siyah dantelli çamaşırımla kalmak, beni utandırmak yerine heyecanlandırmıştı. Belki de gizli yanım, tehlikeli bir adam arzuluyordu.
 
Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp geri çekildi. Sertçe çenemi kavrayıp, yüzüne doğru kaldırdı yüzümü. Soluklarımız, birbirimizin dudaklarına çarpıyordu.
 
Dişlerini sıkarken çenemi de daha fazla sıktı. “Bu geceyi aklına kazı Cansu.. Bu, seni ilk yaktığım gece olacak..”
 
Kısa mesafede olan dudakları, tekrar dudaklarımı buldu. Sanki daha bir hırslı, daha bir sert davranıyordu.
 
İki eliyle belimi kavrayıp beni havalandırdı. Ellerim saçlarının arasında dolanırken, bacaklarımı da beline doladım.
 
Öpüşmemiz hız kesmiyordu. Ateş, bir eliyle kalçamı kavradı. Fark ettim ki koridoru geçiyorduk. Yatak odasının kapısından geçti. Adımları yavaşladı.
 
İçimdeki arsız kadın ‘bir an önce beni becer’ diye bağırıyordu.
 
Beni yatağa yatırdı. Bacaklarımın arasına abanmasıyla istekli bir şekilde inledim. Ve onu istediğimi belli ederek bacaklarımı sıktım. Sertliğini hissediyordum. Kadınlığım sızım sızım sızlıyordu. Göğsüm deli gibi çarpıyordu.
 
Belki de Yusuf'tan başka kimseyle bu yakınlaşmayı yaşamadığım için bu kadar heyecanlıydım. Onunla yatakta edepsiz ve arsız bir kadındım. Lâkin o kendine her zaman daha öncelik tanıyordu.
 
Ateş çenemi hafifçe ısırarak boynuma indi. Diliyle boylu boyunca yaladığı boynumu kuvvetlice emerek bıraktı. Aşağı doğru biraz daha kaydı. Köprücük kemiğimi sert bir şekilde ısırdı. Alt dudağımı inlememek için ısırdığımda, ince bir inleme boğazımdan çıktı.
 
Göğsümün ortasından kayan dudakları, emerek öpüyor ve kıvranmamı sağlıyordu. Kaburgalarıma indi ağırca.. Sertçe ısırıp, diliyle yukarı çıkıp emerek bıraktı.
 
Dudaklarımı sertçe öpüp bıraktığında, belime sabitlendiği elini karnımın üzerinden, ağırca kasıklarıma doğru kaydırdı. Aldığım hızlı soluklar, beni sabırsız gösteriyordu.
 
Parmakları çamaşırımın içine sızdığında kısa bir an nefesimi tuttum. Ve acımasız parmakları harekete geçtiğinde tekrar kısıkça inledim. Ateş’in ensesinde olan parmaklarımı tenine bastırdım. Sertçe yutkunup, iki parmağını aniden içeri doğru ittiğinde, inleyerek belim yukarı doğru kavis aldı. Aklımı kaybedecek gibiydim.
 
Dudaklarımı tekrar sertçe kavradı. Parmakları biraz daha aşağıda oyalandı. Daha sonra çamaşırımın kenarına orta parmağını geçirip, tenime bastırarak çamaşırımı aşağı doğru indirmeye başladı.
 
Göğsüm inanılmaz derece çarpıyordu. Çamaşırım benden ayrıldığında, bir eliyle kalçamı diğeriyle çenemi kavradı. Parmakları parçalayacak gibi sıkıyordu çenemi..
 
Dudaklarıma yaklaştı ama öpmedi. Ve içimde onu hissettiğimde, kendimden hiç beklemediğim bir şekilde inleme döküldü aralık dudaklarımdan.
 
Alt dudağını hırsla ısırdığını gördüm. Arzudan kararan gözleri, onu daha korkunç gösteriyordu. Yumuşak olmayan tavırları, sert darbeleri bambaşka bir deneyim yaşatıyordu bana.
 
Bileğine aniden asıldım ve tırnaklarımı geçirdim. Boğazından çıkan hırıltı inanılmazdı. Yakın olan dudaklarını, dudaklarıma bastırdı.
 
Diğer elimi sırtına yerleştirip, tırnaklarımla kendime bastırdım. Bedeni taş gibiydi. Kasılan kaslarını hem bedenimde, hem elimin altında hissediyordum.
 
Dudaklarımı arada ısırıyor arada emerek çekiştiriyordu. Arada ise soluk soluğa ayrılıyordu. Eli bir belimde bir kalçamda gidip geliyordu.
 
Ellerini bedenimden çekti. Hızlıca çekmeceye uzandı. İçinden bir prezervatif çıkardığını gördüm. Dişlerinin arasında sıkıştırdığı paketin köşesini, başını yan çevirerek açtı. Yakışıklıydı, çok yakışıklıydı. Bu konuda hakkını yiyemezdim. Çıplak bedenini süzdüm. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Baştan aşağı belirgin olan kasları, kuruyan dudaklarımı ıslatıp yutkunmama sebep oldu.
 
Kasığının az üzerinde, karın bölgesindeki yara izine baktım. Benim diktiğim, kurşun çıkardığım yara izi..
 
İşini bitirdiğinde hafifçe üzerime eğilip iki eliyle belimi kavradı. Ellerini yukarı doğru kaydı. Çamaşırımın askısını indirdi. Delirecektim. Bir an önce, onu tekrar içimde istiyordum. Dayanamadım ve onu beklemediği bir anda yatağa devirip üzerine çıktım.
 
Altta kalması hoşuna gitmemişti. Anında kaşları çatılmıştı. Kalkmasına izin vermeden, kalçamı biraz kaldırıp onu tekrar içime aldım. Parmaklarımı göğsünden yukarı doğru çıkarıp üzerine eğildim. Dudaklarımı bekliyor gibi, aralık dudaklarıma bakıyordu. Kalçamı hareket ettirdiğimde bacaklarımı kavrayıp sıktı.
 
Çenesini kavradım, onun bana yaptığı gibi.. baş parmağımı alt dudağında gezdirdim. Çenesine ufak bir öpücük bırakırken beklemeden boynuna indim. Boylu boyunca dilimle yaladım. Emip bırakacaktım ki saçıma asılmasıyla dudaklarım geri çekildi.
 
“Yapma.” Dedi sert bir dille.
 
Onu dinlemeyecektim elbet. Ama şimdilik teslim olmuş gibi gösterdim kendimi. Dudaklarına doğru eğildim. Saçlarımı çekerek sabırsız bir hal aldı. Saçlarım yüzüne, ve omuzuna dökülmüştü.
 
Öpüşleri sertleşti. Başımı hafif eğip boynunu yakaladım. Dişlerimin arasına alıp kuvvetlice emdim. Sinirlenmişti. İnleyip hırsla başımı kaldırdı. Beni tekrar altına alırken, az öncekinden daha sert davranmaya başladı. Ve ben kendimi kaybetmiştim.
 
Sonunda kasıklarım kasılarak gevşediğinde, Ateş birkaç sert hareketinden sonra rahat bir nefes verdi. Bir eli hala saçlarımdaydı. Dudaklarımın üzerine bıraktığı derin solukların ardından üzerimden kalktı. Ve doğruca banyoya ilerledi.
 
Dağınık yatağın üzerinde ne olduğunu yeni idrak ediyordum sanki. Hızlıca ve sessizce yataktan kalktım. İlk önce üst çamaşırımı düzeltirken, bir yandan gözlerim diğer çamaşırımı arıyordu.
 
Yatağın diğer tarafında bulduğum çamaşırımı hızlıca alıp altıma geçirdim. Banyodan su sesi geldiğinde rahat bir nefes alıp verdim. Şuan ne hissettiğim konusunda hiç bir fikrim yoktu. Tek istediğim, buradan bir an önce çıkmaktı.
 
Elbisemi aradım ve bulamadım. Elimle saçımı karıştırdım. Yatak odasında bir oraya bir buraya yürüyordum. Sonradan kafama dank etti ki, elbisem salonda kalmıştı.
 
Seri adımlarla salona geçtiğimde, cam kapının önünde duran yeşil elbisemi gördüm. Yerden aldığım gibi üzerime geçirdim. Fermuarını arkadan yarım yamalak çektim. Hızlı olmalıydım.
 
Tam kapıdan çıkacağım sırada, çantamı unuttuğum aklıma geldi. Aceleyle çantamın sapını kavradım ve sessizce evden çıktım.
 
Taş yolu aynı hızla, telaşla geçtim. Çantamdan arabamın anahtarını bulup çıkardım. Kendimi içeri attığım gibi, çantamı yan koltuğa fırlattım. Bir kez daha derin bir nefes alıp verdim.
 
Bedenim uyuşmuş gibiydi. “Ne yaptım ben?” diye sordum kendime.
 
Hızla çarpan göğsüme koydum elimi. Ardından boynuma. Ateşim varmış gibi hissediyordum. Eklemlerim sızlıyordu. Dikiz aynamı hızla kendime doğru çevirdim. Kıpkırmızı olmuş dudaklarıma dokundu parmak uçlarım.
 
Zorla atıldığım adamın kollarında, istekle ve arzuyla yanan bir kadına dönüşmüştüm.
 
Dikiz aynamı düzelttim aceleyle.
 
Bunu asla bir daha tekrarlamayacaktım! Asla ve asla!
 
Ateş, duştan çıkmış belinde havlusuyla banyo aynasına bakıyordu. Elindeki havluyu bir sağ eline, bir sol eline aldı. Aynadaki yansımasına takılan gözleri, boynunda oluşan kızarık bölgede duraksadı.
 
Aynaya yaklaşıp, boynundaki izi daha net görmek istedi. “Aptal kadın!” Diye sinirle mırıldanıp geri çekildi. Bedeninde herhangi bir sevişmenin izini taşımak istemiyordu. Ama Cansu, onun bu kuralını zevkle çiğnemişti. Öfkeyle saçını kurulamaya başladı.
 
Odasına geri dönüp, onu kovmayı düşünüyordu. Ama yatak odasına adımını attığında şaşırmıştı. Aradığı kadın ne yatağındaydı ne de odada. Kaşları iyice çatıldı. Uzanıp koridora baktı.
 
“Cansu?” Sert sesi evde yankılandı.
 
Ses yoktu. Gittiğinden emin olmak için salona baktı. Ardından mutfağa. Kaşları çatıldı. Cam kapıyı açıp arabasını kontrol etti. Yoktu.
 
Çoktan gitmişti.
 
Gittiğinden iyice emin olduğunda içeriye döndü. Saçlarını kurulamaya devam ederken koridoru geçti. Yatak odasına girdiğinde, gözleri yatakta duraksadı.
 
Arkasındaki dolaba döndü. Çamaşır, siyah tişört ve yeni bir eşofman altı çıkardı. Yatağın üzerine attığı çamaşırlarla, gözlerini dağılan yatakta tekrar istemsiz gezdirdi.
 
Gözlerini kapadığında, az önce Cansu ile yaşadığı şehvet dolu görüntü zihninde yer edindi. Gözlerini hızla açtı.
 
Bir garip hissediyordu.
 
Giyindi. Salona geçip kendisine viski doldurdu. Kanepesine geçip viskisini yudumladı. Anlaşılan gece boyu burada oturacaktı.
 
♣️
 
Cansu ise hala yaşadığı şeyin etkisindeydi. Pişmandı. Onunla yattığı için değil, hissettiği şey için pişmandı.
 
Arabasını evin önüne çekip bir kez daha yüzünü avuçladı. Derin bir nefes alıp verdi. Uzanıp yan koltuktan çantasını aldı.
 
Eve girdiğinde babasının salonda oturduğunu gördü. Kapıdan babasına baktı. İyiydi. İyi olmasına şükrediyordu. Gülümsedi.
 
“Merhaba baba.”
 
“Hoş geldin kızım.” Hafifçe kendini kızına doğru döndürdü. “Hadi duşunu al gel. Gizem kızım kek getirdi sağ olsun. Bende çay koydum geleceksin diye. Karnın tok mu?”
 
Cansu tekrar tebessüm etti. “Tok babacığım. Ben duş alıp geliyorum hemen.”
 
Kendini suyun altına atar atmaz, kaslarının gevşediğini hissetti kadın. Saçlarını tarayarak geriye aldı. Suyun altında düşünüyordu.
 
Bundan sonra nasıl davranacaktı?
 
Ya aldığı o zevk? Utanmıştı.
 
Yüzünden akan suyu sıvazlayıp, sırtını soğuk fayansa dayadı. Buz gibi tenine yapışan soğuğu hissetmedi bile.
 
Çömelip kollarını dizlerine doladı. Bu işin sonu nereye gidecekti?
 
Aslında Cansu için bu iş çoktan bitmişti. Bir daha Ateş’in yüzüne bakabilir miydi emin değildi. Düşündü.
 
Çiftliğe artık gitmemeye karar verdi. Son kez gidecek, ve artık gelmeyeceğini dile getirecekti. Oldukça kararlıydı. Ya Musa? Onu rahat mı bırakacaktı?
 
Bu düşünceyle tekrar saçlarını tarayıp bu kez ellerini ensesinde doladı. Su üzerine akmaya devam ediyordu.
 
Musa'ya her şeyin aslında ters gittiğini söylerdi. Ateş’in koynuna girmek başlı başına hataydı onun için. Ateş istediğini almış ve onu bir daha görmek istemeyecekti.
 
Aklında bir bir Musa'ya anlatacaklarını kurdu kadın. Ne zamandır suyun altında bekliyordu bilmiyordu. Ağırca doğrulup, kavradığı şampuan şişesinden avucuna biraz boca etti.
 
Banyoda işini bitirdiğinde çamaşırlarını almadığını fark etti. Bornozunu üzerine geçirip odasına girdi. Çamaşırlarını çıkardı. Kıyafet çıkarmak için dolabına uzandığı sırada, aynasında boynundaki büyük çürüğü fark etti.
 
Panikle bornozunun yakasını açtı. Köprücük kemiğinde, boynunun alt kısmında ufak, üst kısmında büyük bir morluk vardı. Bazı yerleri kızarıktı. Dayanamayıp bornozunu çözdü.
 
Bedenini incelerken sertçe yutkundu. Kaşları şaşkınlıkla ve kızgınlık arasında çatıldı. Kaburga kemiğinin üzeri de çürüktü. Kasıklarının biraz üstü, karın bölgesine kan oturmuştu. Diğer yanında, göğsünün hemen altında morarmaya yüz tutmuş bir kırmızılık vardı.
 
Kendini ne kadar kaybettiğini anladı. ‘Ben ne yaşamışım böyle?’ diye kendine soruyordu. ‘Beni bu hale getirirken, aklım neredeydi?’
 
Şaşkındı. Fazlasıyla.
 
İlk kez böyle bir şey başına gelmişti. İlk kez, teninde bir iz taşıyordu. Hiç mi canı yanmamıştı, anlamış değildi. Aynada öylece kendine bakıyordu.
 
Üzerine boğazı kapalı bir kolsuz bluz giydi. Sabah ise giderken makyajla kapatacağını düşünüyordu.
 
İçeri döndüğünde babasının çoktan koltukta uykuya yenik düştüğünü gördü. Sandığından fazla duşta kalmıştı. Ne kadar sürenin geçtiğinin farkında değildi. Babasını yatırıp, üzerine ince bir pike attı.
 
Televizyonu kapamadan önce, ondan gelen ışık sayesinde babasının yüzünü inceledi. Buruk bir gülümseme belirdi dudaklarında.
 
“Senin için her şeyi yaparım baba.” Sessizce mırıldandı. “Değil gururum, canımı veririm ben senin için..”
 
Eğilip babasının yanağına bir öpücük bıraktı. Doğruldu ve televizyonu kapattı.
 
Ertesi sabah arabasına binerken, sokağın karşısında duran siyah arabaya sinirle gözlerini devirdi kadın. Arabasının kapısını araladı ve direksiyona geçti. Tam çantasını yan koltuğa bırakmıştı ki, telefonun çalmasıyla içli bir şekilde ofladı.
 
Çantasından telefonu çıkardı. Tahmin ettiği üzere Musa Yakaza arıyordu.
 
“Efendim?”
 
“Gözümle görmesem inanmazdım.” Dedi keyifli bir ağızla.
 
“Anlamadım?”
 
“Dün akşam oldukça ateşliydiniz.” Cansu sinirle gözlerini yumdu. “Merak etme, içeri girdiğinizi gördüğümde sessizce ayrıldım ve harika bir akşam geçirdim. Gördüğüme göre sende harika zaman geçirdin?”
 
“İstediğini yaptım. Daha ne istiyorsun?”
 
“Onu kendine aşık edeceksin Cansu.” Sesinin ciddi bir hal aldığını fark etti. “Sana gözü kapalı güvenecek hale getireceksin onu.”
 
“Bu çok zor. Adam kendine bile güvenmiyor.” Umutsuzca konuştuğunda Musa bunu umursamadı.
 
“Doğru. Ama imkansız diye bir şey yok.”
 
Bıkkın nefes verdi kadın. “Zaman alacak.”
 
“Başlangıcı yaptın. Önemli olan buydu.”
 
♣️
 
Ateş çiftliğin kapısını çaldı. Gülşen kapıyı açtığında Oya Hanım da kapıya ilerledi. Saat henüz çok erkendi. Merakla kapıya baktı.
 
“Ateş?”
 
Adam tüm heybetiyle içeri büyük bir adım attı.
 
“Bir şey alıp çıkacağım hala. Toplantım var.”
 
“Kahvaltı edecek kadar zamanın vardır ama..”
 
Ateş boynunu sıvazladı. “Geç kalırım.”
 
“Çalışanların eminim seni beş dakika daha bekleyebilir.”
 
Bıkkın bir nefes veren adam salona doğru ilerledi. İki basamağı inip, şöminenin başına baktı. Eniştesi kahvaltı masasında olmalıydı. Adımları yavaşladı.
 
Uzun masada eniştesi baş köşede her zamanki yerinde oturuyordu. Hemen çaprazındaki sandalyeyi çekip oturdu. Karşısında halası, halasının yanında Çiçek oturuyordu.
 
“Günaydın enişte.” Dedi. Kollarını masanın kenarına yasladı ve çayını bekledi.
 
“Günaydın.” Kaya Bey ağzındaki ekmeği ağırca çiğnerken Gülşen, çayları doldurmaya başladı. “Gece nerede söndürdün ateşini?”
 
Ateş çatık kaşlarıyla kısa bir an eniştesine çevirdi. “Evdeydim.”
 
“O boynundaki evde olmadı ya!” Ateş’in yüzüne bakmadan kahvaltısını yapmaya devam ediyordu Kaya Bey. Biliyordu evine hiç bir kadın giremezdi. Özel alanına kimseyi sokmazdı.
 
Ateş sıcak çay bardağını kavradı. “Aptal bir kadının dikkatsizliği..” Diye sinirle mırıldandı.
 
“Telefonun kapalıydı.” Ağzındaki lokmayı, aldığı bir yudum çayla birlikte yuttu. “Neden kapalı olduğu belli oldu.”
 
“Bir şey mi oldu?”
 
Kaya Bey dirseklerini masaya yasladı ve yeğenine dikkatle baktı.
 
“Gece kulübüne ne zaman gittin Ateş?” Kaşlarını ciddiyetle kaldırdı. “Kendi gece kulübünden bahsediyorum. Oradan başka her yere gidiyorsun. Ama kendi mekanına gitmiyorsun. Neden?”
 
“Otelle meşgulüm biliyorsun..” Ağırca ıslattı dudaklarını. “Kafamı kaşıyacak vaktim yok.”
 
“Orospu sikmeye vaktin var ama!” Kaya Bey’in yükselen sesi üzerine Çiçek hafifçe yerinde sıçradı. Oya Hanım eşinin sakin olmasını istemesi için eline uzanırken hafifçe öksürdü.
 
Ateş sinirle dudaklarını birbirine bastırdı. “Aslına bakarsan ona da yok. Uzun zamandan sonra akşam elime düşünce kaçırmak istemedim sadece.”
 
“Senin orospun beni ilgilendirmiyor.” Dedi Kaya Bey daha naif bir sesle. Lâkin hala öfke barındırıyordu. “Bir süre gece kulübünde takıl. Çok boşladın.”
 
“Bir sıkıntı mı var?”
 
“Güvenlik diğer güvenliği vurmuş. Aralarında tartışma çıkmış. Neyse ki basına bir şey yansımadı.” Sakin olmayı deneyerek derin bir nefes alıp verdi. “Şerefsizler..”
 
Ateş kaşlarını daha da çattı. Sinirlenmişti. Oysa kulübünde her şey yolunda gidiyordu. “Yaşıyor mu?”
 
“Hastaneden sağ çıkacak kadar.” Gözlerini yeğenine dikti. Üstü kapalı bir şekilde adamın ölmesini istiyordu.
 
“Toplantıdan sonra, geçmiş olsuna uğrarım.” Uzanıp aldığı peyniri, eline aldığı ekmeğe sıkıştırdı. “Diğeri?” Ağzına attığı lokmayı sinirle ve aceleyle çiğnedi.
 
“Arkadaşlar ilgileniyor.” Çay bardağını kaldırıp duraksadı. “Ateş. Birkaç gün burada kal. Sana bazı işlerde danışacağım. Sonra istersen yine o taş evinde kalırsın..”
 
Ateş başını ağırca onaylayarak salladı. Ağzına bir kaç lokma daha attı hızlıca. “Ben gidiyorum. Size afiyet olsun.” Masadan kalktı ve merdivenlere yöneldi.
 
Oya Hanım eşine gözlerini devirdi. “Çocuk kahvaltı yapmadı senin yüzünden Kaya.”
 
“Yine başlama hatun gözünü seveyim.. Yedi gitti işte.”
 
“Zorla masaya oturttum, ne olacak çeneni biraz tutsan?”
 
“Bir işi yaparken, diğerini boşlamasın o zaman.” Sinirle mırıldandığında gözleri sessizce oturan Çiçek’e ilişti. Anında bakışları yumuşayan adama Oya Hanım iç geçirdi. “Çiçek?”
 
“Efendim enişte?”
 
“Gel sana da bir kitapçı açalım?”
 
Çiçek küçük bir tebessüm gösterdi. “Teşekkür ederim. Ama istemiyorum enişte.”
 
“Ne istiyorsun?” Dedi. “Söyle. Hemen yapayım senin için.” Defalarca sormuştu aslında ama Çiçek teşekkür edip susuyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi tabağındaki yemekle oynayıp, küçük tebessümüyle hafifçe omuz silkiyordu. Utangaç tavrına karşı Oya Hanım sevgiyle yeğeninin sırtını sıvazladı.
 
“Hiç mi bir hayalin yok?” Bu kez soru halasından gelmişti. Sessizce başını salladı Çiçek.
 
Kaya “Yazar olmayı istemez misin?” diye sordu bu kez. Çocuklarını iyi tanıyordu.
 
Çiçek tabağındaki tavuk parçasını rahat bıraktı. Çekingen bakışlarını eniştesine çevirdi. “Sahiden olabilir miyim ki?”
 
“Tabii!”
 
“Ama kitabın beğenildiği için okunsun isterim.”
 
Kaya Bey tebessümüyle başını salladı. “Hiç karışmayacağım.”
 
♣️
 
Günlerden Pazartesiydi. Cansu arabasına binmeden önce, saten gömleğinin rüzgardan açılan yakasını düzeltti.
 
Gergindi.
 
Çiftliğe gidiyordu ve Ateş ile karşılaşmak istemiyordu.
 
Arabasını çalıştırdı. Bugün her şeyi bitirebileceğine inanıyordu. Bu yüzden içinde tuhaf bir heyecan vardı. Göğsü sıkışıyor, midesi kasılıyordu.
 
Dakikalar sonra çiftlikteydi genç kadın. Gülşen, ona arka taraftaki varandaya kadar eşlik etti.
 
Cansu vatanda merdivenlerinden inerken Ateş'i görmediği için şükrediyordu.
 
Kaya Bey’i, adamı Oğuz ile konuşurken görmüştü. Onları rahatsız etmemek adına biraz uzakta durdu kadın. Kaya Bey ise, Cansu'nun geldiğini hemen fark etmiş, Oğuz ile konuşmasına son vermişti. Adamı yanlarından ayrılırken, Kaya Bey güler yüzüyle Cansu'nun yanına doğru adım attı.
 
“Hoş geldin Cansu kızım.”
 
“Hoş buldum Kaya Bey.” Elini uzattı ve tokalaştılar. “Nasılsınız?”
 
“İyiyim. Sen nasılsın kızım?”
 
“Teşekkür ederim. Oya Hanım nasıl?”
 
“Çok iyi.” Diyerek yan yana yürümeye başladılar. “Oldukça yoğun. Yüzünü zor görüyorum. Dernek toplantıları falan işte.. Ben anlamam böyle şeyleri.” Diye güldüğünde genç kadın da gülümsedi.
 
“Oya Hanım eminim hiç şikayetçi değildir.”
 
“Şaşırtıcı ama gerçekten değil.” İkisi birden gülüştü. Ama kadının yüzü ciddi bir ifadeye büründü.
 
“Kaya Bey.. Ben size bir şey söyleyeceğim.” Dudaklarını mahcup bir şekilde birbirine bastırdı kadın. “Aslında buraya gelmemin bir diğer nedeni; artık çiftliğe gelemeyeceğimi sizinle konuşmaktı.. lütfen beni yanlış anlamayın..”
 
Kaya Bey sustu ve düşündü. Ellerini arkasında birleştirdi. “Sakıncası yoksa, nedenini sorabilir miyim?”
 
“Açıkçası işimi tam anlamıyla yapmamı zorluyor..” Diyerek aklına ilk gelen yalanı söyledi.
 
“Yani, bu kararının; Ateş ile ilgisi yok mu?”
 
“Kesinlikle yok.” Yalan söylemeyi sevmiyordu. Ama başka türlü kurtulacağını sanmıyordu.
 
“Hiç mi oluru yok? Alışmıştık sana..” Kaya Bey keyifsiz bir şekilde gülümsedi.
 
“Maalesef. Gittikçe daha fazla zorlaşıyor. Size karşı emin olun çok mahcup hissediyorum.”
 
Kaya Bey uzanıp Cansu'nun omuzunu sıktı. “Bir daha duymamayayım.”
 
Cansu çantasından beyaz kartviziti çıkarıp Kaya Bey'e uzattı. “Bakın İlyas benim yakın bir arkadaşım. Onun asıl işi atlar. İhtiyacınız olduğunda onu arayabilirsiniz.” Tavlaların önünde yatan köpeği gösterdi. “Finn'i de kontrol için bana getirin lütfen. Onlardan ayrılacağım için emin olun çok üzgünüm.”
 
Kaya Bey elindeki kartvizite bakarken ağırca başını salladı. “Peki kızım.” Ağırca başını sallayan Kaya Bey moral verici bir şekilde tebessüm etti karşısındaki kadına. “Ama bizi de ihmal etme. Her zaman çayımızı kahvemizi içmeye beklerim.”
 
Cansu sıcak bir şekilde gülümsedi. “Tabii! Sizi de beklerim, her zaman.”
 
Cansu kısa sürede işini bitirdi. Kaya Bey gitmeden önce ısrarla kahve içmesini söylese de Cansu kibarlıkla reddetti. Bir an önce çiftlikten çıkıp, Ateş ile karşılaşmamayı diliyordu.
 
Lâkin varanda da gördüğü adamla, hızlıca kaçamadığı için kendine kızdı. Kaşlarını her zamanki gibi çattığını gördü. Henüz yeni gelmişti belliydi. Siyah spor gömleğinin birkaç düğmesi açıktı. Tahta direğe omuzunu yaslamıştı.
 
Cansu duraksayarak yutkundu ve Kaya Bey'e döndü. “Oya Hanıma selamlarımı iletin lütfen. İyi günler.”
 
“Güle güle kızım.”
 
Cansu'nun adımları uzaklaşırken Ateş'in varanda basamaklarından indiğini gördü. Bıkkın bir nefes verirken ona bakmamaya çalışıyordu. Yanından geçeceği sırada Ateş’in sesiyle hemen yanında duraksadı.
 
“Sana buraya gelmemeni söylemiştim.” Sesi sert ama sakindi.
 
“Merak etme. Bir daha gelmeyeceğim.” Cansu'nun sesi ise soğuktu. Ardından ayağını tahta basamağa koyarak, önüne göz göze gelmeden uzaklaştı.
 
Ateş eniştesinin yanına yöneldi. Kaya Bey ellerini arkasında birleştirmiş kaşlarını çatmış yeğenine bakıyordu.
 
“Sen ne yaptın bu kıza?” Ateş anlamsızca gözlerini kıstı. “Bu kıza ne yaptın da buradaki işini bıraktı?”
 
Ateş bu kez başını hafifçe yana yatırdı. “Nasıl? Artık buraya gelmeyecek mi?”
 
“Hayır.” Dedi Kaya Bey beyaz kartviziti incelerken. “Bırakmak istediğini söyledi.”
 
Ateş onu bir daha görmeyeceği için rahatça, derin bir nefes alıp verdi.
 
“Neyse.. Ben biraz dinleneceğim. Akşama tekrar kulüpte olacağım.”
 
♣️
 
Cansu arabasını kliniğin önüne çektiğinde telefonunun çalmasıyla dışarı baktı. Çaprazda duran siyah arabayı gördüğünde gerginlikle nefes alıp verdi. Musa onun her adımını takip ediyordu ve bundan oldukça rahatsızlık duyuyordu. Ardından telefonu cevapladı.
 
“Efendim?” Dedi bıkkın bir sesle.
 
“Umarım bana güzel bir haber verirsin Cansu.”
 
“Ne yazık ki! Her şey ters tepti. Ateş benden daha fazla uzaklaştı. Anlayacağın kullanıp atıldım.” Sesini üzgün tutmaya çalıştı. Musa'ya söylediği yalanı anlamasından korkuyordu.
 
Musa telefonun diğer ucunda “Siktir!” diye mırıldandı.
 
“Bir de.. artık çiftliğe giremeyeceğim.”
 
“Ne?!” Diye sinirle soludu Musa. “Ne demek giremeyeceksin?!”
 
“Bir daha gelmememi söylediler.”
 
“Seni aptal! Israrcı olman gerekiyordu!” Arkadan gelen gürültüyle Musa’nın öfkeyle bir şeyleri yıktığını anlamıştı. Cansu gerginlikle dudaklarını ısırdı.
 
“Ne bekliyordun? Ateş yattığı kadını bir daha görmeye heves eder diye mi düşündün?”
 
“Kapa çeneni!” Musa avazı çıktığı kadar bağırdığında Cansu hafifçe yüzünü buruşturdu. “Bir siki becerecek değilsin! Benden haber bekle. Ne yapacağını sana söyleyeceğim.”
 
Cansu itiraz dahi edemeden yüzüne kapanan telefonla alnını çaresizce direksiyona yasladı. Bitmeyecekti. Kurtulamayacaktı. Başındaki bu beladan kurtulamayacaktı. Anlamıştı.
 
♣️
 
İki haftayı geçti. Cansu Musa'nın aramamasına hem şaşırıyor hem de şükrediyordu. Belki de pes etti diye düşündü.
 
Babasıyla birlikte kardeşinin evinde, yeğenine yoğun bir sevgiyle ilgi gösteriyordu.
 
Gizem önünden aldığı çay bardağıyla, “Çay koyuyorum abla?” diye sordu.
 
“Olur içerim.”
 
Gizem çay bardağını kavrarken Cansu'nun kucağında oturan oğluna gülümsedi. “Benim oğlum halasını çok mu özlemiş?”
 
Kuzey halasının aldığı oyuncak arabayı havaya kaldırdı. “Hala aldı. Bak.”
 
Cansu yeğeninin boyun girintisini koklayarak öptü. “Asıl halası onu çok özledi.”
 
Gizem alınmış gibi yaparak yerinde doğruldu. “Tabi biz gelmesek halasıyla dedesinin geleceği yok.”
 
Ahmet Bey gözlerini televizyondan alıp gelinine çevirdi. “Geldik ya kızım. Öyle her zaman gelemeyiz biz. Siz gençsiniz gezersiniz, eğlenirsiniz. Çocukla kızın evine hep gidilmez öyle. Ama siz her zaman gelin.”
 
“Aşk olsun baba. Her gün gelin, asla şikayet etmem. Bir daha duyarsam çok üzülürüm.”
 
Çağatay meyve tabağına uzandığı sırada kaşlarını kaldırdı. “Zaten siz Gizem ile Kuzey'i görmeye geliyorsunuz. Çağatay’ı gören yok.”
 
Ahmet Bey, Cansu ve Gizem kahkaha attı.
 
Cansu yanında bulunan Kuzey'in pelüş oyuncağını kardeşine attı. “Sen hep kıskançtın zaten.” Kucağındaki Kuzey güldü.
 
Ahmet Bey uzanıp oğlunun dizini sıvazladı. “Hepinizin yeri ayrı bende!” Geri çekilip hepsine tek tek baktı. Binlerce kez şükretti içinden.
 
Kuzey elini Ahmet Beye uzattı. “Dede elma.”
 
Ahmet Bey tabağından uzattığı bir dilim elmayı torununun eline sıkıştırdı. Yumruk yaptığı küçük elini öptü.
 
Saatlerce oturup sohbet eden aile keyifli bir akşam geçirmişti. Eve gitme vakti gelmişti baba kız için.
 
Cansu arabanın kilidi açtığında babası kapıyı araladı. Cansu çalan telefonuyla ekranına baktı ve kalbi tedirginlikle hızlandı. Musa Yakaza'nın derdi şimdi neydi?
 
“Bana sen arabaya geç. Ben telefonla konuşup geliyorum.” Babası onu başıyla onaylarken kadın telefonu cevaplayarak kulağına koydu. “Evet?”
 
“Aradığımda böyle yüzünü düşürmemelisin.” Dediğinde Cansu kısa bir an gözlerini etrafta gezdirdi. Ama kimseyi göremedi.
 
“Beni takip etmeyi ne zaman bırakacaksın?”
 
“Seninle işim bittiğinde.”
 
“Daha ne istiyorsun?”
 
“Yarın akşam bir yere gitmeni istiyorum.”
 
“Nereye?”
 
“Bir gece kulübüne. ‘Ceoce Bene.’ Orayı biliyor musun?”
 
Cansu bıkkın bir nefes verdi. “Biliyorum.. Ne yapacağım orada?”
 
“Sadece arkadaşlarınla eğlenmeni istiyorum.”
 
“Bu kadar mı?” Şaşırmıştı.
 
“Evet.” Dedi rahat bir sesle. “Arkadaşlarınla git ve eğlen.”
 
“Bunun altında neden kötü bir şey varmış gibi seziyorum?”
 
“Soru sorma. Dediğimi yap.” Bu kez sertçe sarf etti cümlelerini. Telefon tekrar Cansu’nun yüzüne kapandı.
 
Cansu sırtını arabaya dönerek sinirle dişlerini sıktı. Telefonu kulağından çekmeden “Seni pislik, göt kafalı şerefsiz.. hayatımdan bir an önce siktirip git!”
 
Telefonu elinde sıkıp çantasına attı. Gözlerini kapadı ve sakinleşmek için derin bir nefes alıp verdi. Çaresizce arkasını döndü ve gülümseyerek arabasına ilerledi. Babasını şüphelendirmek istemiyordu.
 
Eve gider gitmez yatağının kenarına oturmuş alnını sıvazlıyordu kadın. Elinde telefon, kimi arayacağını düşünüyordu. Belki de tek gitmeliydi. Arkadaşlarını bu işe bulaştırmak istemiyordu.
 
Kendini bir anda Ece'yi ararken buldu genç kadın. Sadece iki çalıştan sonra arkadaşının enerji dolu sesini duydu.
 
“Bebeğim!”
 
Cansu tebessüm etti. “Nasılsın Ece?”
 
“İyiyim. Sen nasılsın?” Sesinin enerjisini adeta hissediyordu. “Birol ve Görkem selam söylüyorlar. Birlikte dışarıdayız.”
 
“Sende selam söyle..” Ağırca dudaklarını ıslattı. İşaret parmağını alnında gezdirdi. “Ben seni yarın akşam görüşelim diye aramıştım.”
 
“Olur.”
 
“Ceoce Bene'ye gideriz diye düşündüm. Uzun zamandır gitmedik. Sanırım biraz kafa dağıtmak geliyor içimden.”
 
Arkadaşının güldüğünü duydu. “Çılgınlar gibi eğlendiğimiz o gece..” Yine aynı mekânda birkaç ay önce gittikleri günü hatırladı ikisi de. “Kapayın çenenizi..” diye mırıldandı. “Ah.. Görkem ve Birol da gelmek istiyor..”
 
“Sorun değil.” Tekrar gülümsedi ve telefonu kapamadan önce “Yarın akşam görüşürüz o halde?” dedi.
 
♣️
 
Ertesi sabah ise psikolog ile olan randevusundaydı. Doktor Ferhat sorduğu sorunun cevabını bekliyordu. Cansu ise dolu gözlerini dalgınlıkla önündeki sehpa bacağına dikmişti. Doktor Ferhat sorusunu yineledi.
 
“Annenizi nasıl kaybettiniz?”
 
Cansu kaşlarını çatarak bakışlarını doktora çevirdi. “Bunun ne ilgisi var şimdi?”
 
“Korkunuz. Korkunuz geçmişinizde yaşadığınız bir trajediye bağlı.” Kadın yutkundu. “Sürekli ailenizi kaybetmekten korktuğunuzu söylüyorsunuz. Kendinizi suçluyorsunuz. Ve hala bana açık sözlü değilsiniz.”
 
Cansu derin bir iç çekti. “Bu seansı burada sonlandırsak olur mu?”
 
Doktor Ferhat üzgün bir tebessüm sergiledi. “Yine kaçıyorsunuz. Size ne zaman derin bir soru sorsam seansı sonlandırmak istiyorsunuz.”
 
“Konuşmak istemiyorum.”
 
“Peki Cansu Hanım. Sizi yine de zorlamayacağım.” Ellerini masanın üzerinde birleştiren Doktor Ferhat sıcak bir gülümseme gösterdi. “Sadece size şunu söyleyeceğim; bana açıklayıcı olmazsanız size yardım edemem.” Cansu yavaşça yutkundu. “İyi günler. Haftaya görüşürüz.”
 
Cansu sessizce doktorun odasından çıktı. “Bana kimse yardım edemez.” Diye mırıldandı sessizce.
 
Akşam saatlerinde Cansu ayna karşısında giydiği siyah askılı, kısa, sol bacağında yırtmacı olan elbisesine baktı. Dolabından öylesine almıştı. Özellikle seçmemişti. Düz saçlarını geriye alırken aynaya gülümsedi. Arkadaşlarıyla zaman geçirmek yüzünü gülümsetirdi belki.
 
Ceoce Bene'nin önüne geldiğinde arabasını valeye bıraktı. Girişte bekleyen arkadaşlarını gördüğünde kocaman bir gülümseme yerleşti dudaklarına.
 
Selâmlaşıp içeri girdiklerinde gürültülü müzik kulaklarını doldurdu. Müziğin ritmine göre yanan renkli ışıklar rahatsız etmiyordu. Arkadaşı Ece'ye döndüğünde ışıktan parlayan simli göz farını fark etti. Ve gülümsemeden edemedi. Tam onun tarzıydı.
 
“Nereye geçelim?”
 
Ece müzikle birlikte başını sallarken arkadaşına doğru sokuldu. “Şuradaki koltuk boşalıyor.” Kenardaki kanepeyi gösterdiğinde hepsi oraya doğru ilerledi.
 
Görkem elinde tepsiyle masaya geldi. “İlk içkiler benden!”
 
İçkiyle dolu tepsiyi masaya bıraktı. Hepsi aynı anda ilk bardakları kafalarına dikti. İkinciler, ardından üçüncüler..
 
Ece tepsiyi kaptı ve “İkinci içkiler benden!” diye enerji dolu bir çığlık atarak yanlarından ayrıldı.
 
Birol'un telefonu çaldığında, bir eliyle kulağını kapatarak konuşmaya çalıştı. Görkem hafifçe başını sallıyor, müziğe eşlik ediyordu. Cansu’nun kulağına doğru eğildi.
 
“Berbat görünüyorsun!”
 
“Teşekkür ederim!” Dediğinde ikisi birbirine güldü.
 
“Neyin var?”
 
Cansu umursamaz bir tavırla gözlerini devirdi. “Önemli değil. Sadece kafamı dağıtmaya ihtiyacım var!”
 
“Köşeye oturup kafa çekmeye gelmedik ya! Eğlenmene bak!”
 
Görkem ayağa kalkarken Cansu'nun bileğinden tutarak onunda kalkmasını sağladı. Görkem bağırıp coşkusunu atarken Cansu’yu döndürüp hareketlenmesini sağladı. Cansu müzikle birlikte başını hareket ettirse de içi rahat değildi. Bu yüzden kendini bırakamıyordu.
 
“Evet! Beklemeden mideye!” Ece'nin masaya bıraktığı tepsiyle Birol da ayağa kalktı.
 
Ellerindeki kadehleri havaya kaldırıp hepsi aynı anda kafaya dikti. Artık sürekli hareket halindeydiler. Dans ediyor, şarkıyı söylüyorlardı.
 
Bu kez tepsiyi Cansu aldı. “Üçüncü bende!” Keyfi yavaşça yerine geliyordu. Belki de sahiden korktuğu gibi bir şey olmazdı. Sadece eğlenmek için buradaydı.
 
Barmene tepsiyi ve kredi kartını uzattı. “Brendi doldurur musun?” Tezgahın arkasında üç barmen vardı. Anlaşılan zor yetişiyorlardı. Biri kız diğer ikisi erkekti.
 
Barmen içkileri doldurup kadına uzattığında oturdukları masaya döndü. İçtikleri içki, kısa sürede temiz oluyordu. Bu kez Birol tepsiyi aldı.
 
Ece dans ederek Görkem ve Cansu'nun elini tutarak daha rahat dans edebilecek bir yere çekti onları. Birol döndüğünde oturmaları gerekmeden diktikleri içkilerin boş bardaklarını tepsiye geri bıraktılar.
 
Ece yeni bir bardak aldı ve havaya dikti. “Sabaha kadar buradayız!” Diğerleri de ona eşlik ediyordu.
 
Birol, boş bardağı bırakırken “Barmen kıza aşık oldum!” diye bağırdı. “Bu akşam ona çıkma teklifi edeceğim!”
 
Hepsi kahkaha attı. Görkem “Kabul ederse şanslı adam sen olursun dostum!” Dedi. “Eminim günde yüzlerce çıkma teklifi alıyor ve hepsini reddediyordur!”
 
Birol tepsiyi işaret etti. “Çekin de yenisini alayım!” Barmen kızı görmek için bahane kollayan Birol tekrar kendini güldürmüştü.
 
Yabancı bir şarkı çıktığında Ece ile Cansu yıllar önce sürekli dinledikleri şarkıyla birbirlerine bakıp bağırarak şarkıyı söylemeye başlamışlardı.
 
Görkem, Birol geldikten birkaç dakika sonra “Ben sigara içip geleceğim!” diyerek yanlarından ayrıldı.
 
Ece ve Birol birbirlerine dansta eşlik ediyordu. Birol tekrar içki almak için ayrıldı. Ece dans ederken arkasındaki adama çarpmasıyla yüzünde büyük bir gülümseme belirdi.
 
“Hey! Merhaba!”
 
Genç adam anında onun gülümsemesini karşılık vermişti. “Merhaba!”
 
Nasıl olduğunu anlamadan Ece az önce çarptığı adamla dans etmeye başlamıştı. Birol tepsiyi Cansu ile ikisin arasına aldığında kendilerini kaptırmış bir şekilde içkileri kafalarına dikiyordu. Birol uzanıp tekrar boşalan tepsiyi oturdukları masaya bıraktı ve Cansu'ya döndü.
 
Elinden tuttuğu arkadaşını döndürdü ve uzaklaştırdı. Eğlenceli dansları onları birbirine gülümsetmişti. Birol, masayı işaret etti. “Ben gelene kadar otur. İşeyip geleceğim.”
 
Cansu başını sallayarak onaylasa da yerine oturmak yerine masanın yanında dikilmeyi tercih etti. Tepside kalan son dolu bardağı fark etti.
 
Arkadaşı Ece’ye döndüğünde az önceki adamla öpüştüğünü gördü. Cansu çığlık atarak Ece’ye doğru bardağını kaldırdı. Ece sanki duymuş gibi ona bakarak orta parmağını arkadaşına doğru kaldırdı.
 
Bedenini sağa sola doğru sallayarak boş bardağı bırakmak için eğildiğinde dengesini kaybeden Cansu, düşmek üzereyken biri onu belinden tutarak sabitledi.
 
Cansu arkasını dönmek üzereyken, adam beline sarılarak kadının kulağına doğru eğildi. “Dikkat edin. Düşeceksiniz.”
 
“Teşekkür ederim.” Gözlerini kırparak açmaya çalıştı. Adamın nefesini saçlarımın arasından, teninde hissediyordu.
 
“Teminden beri seni izliyorum. Çok güzel dans ediyorsun.”
 
Cansu gülerek başını dik tutmaya çalıştı. “Öyle mi? Aslında çok kötü dans ederim..”
 
Adam elini Cansu’nun karın bölgesine daha fazla sararken, diğeriyle bileğini okşuyordu. “Yanılıyorsun. Harika olduğunu söyleyebilirim.”
 
Arkasındaki adamın bir anda çekilmesiyle Cansu neye uğradığını şaşırmış sendelemişti. Fark etmişti ki, tüm ağırlığını arkasındaki adam taşıyordu. Arkasını döndüğünde arkadaşı Görkem’i, sarışın genç adamı iterken gördü.
 
“Ne yapıyorsun lan sen?”
 
Sarışın adam sinirle dudaklarını birbirine bastırdı. “Arkadaşına iltifat ediyordum.”
 
“Kaybol.” Görkem’in sert tavrı üzerine sarışın adam Görkem’i yakasından tutup kalabalığa doğru itti.
 
“Seninle işim yok. Kızı istiyorum.” Cansu'nun bileğini sertçe kavradı. Birkaç adım çekmişti ki kafasına inen bardakla duraksadı.
 
Cansu bileğini kurtarmak için debelenirken adam hiç oralı olmuyordu. Görkem adamın yüzüne bir yumruk indirdiğinde, Cansu o boşlukta bileğini kurtarmış geri çekilmişti. İnsanlar açılırken arkadaşı Ece koşarak Cansu'nun yanına geçti.
 
Durumu fark eden Birol koşarak aralarına girdi. Ardından arada oda kaynamıştı. Birol masaya savrulmuş, masanın paramparça olmasına neden olmuştu. Sırtını yerden ayırırken inledi. Görkem ve yabancı adam birbirlerine yumruk yumruğa girmişken korumalar devreye girmişti. Ortalığa da zarar vermiş birbirlerinden zorda olsa ayrılmışlardı.
 
Korumalar Görkem, Birol, Ece ve Cansu’yu sürüklerken, diğer adamı başka bir yere götürüyorlardı.
 
Görkem sinirle arkasına döndü. “O şerefsizi kaçırıyor musunuz? Çok güzel! Bravo!”
 
“Kes sesini de yürü!”
 
Ece “Nereye götürüyorsunuz bizi?” diye sordu korkuyla.
 
“Patron olay çıkaranlardan nefret eder!”
 
Birol burun kemerini sıktı. “Patron bizi sikecek gibi duruyor.”
 
Görkem, “Asıl ben yapacakları işi sikeyim,” dedi sinirle. “Sapık herifin de hesabını soracağım! O puşt niye burada değil?”
 
Aldıkları yol, çıktıkları merdiven boyunca söylenip tartıştılar.
 
Odanın önüne geldiklerinde, Cansu’nun kolunu tutan koruma kapıyı tıkladı ve kapıyı araladı. Cansu’yu içeri soktuğunda Cansu gördüğü kişiyle büyük şok yaşamıştı.
 
Masasına kalçasını yaslamış, beyaz gömleğinin vatkalarını dirseklerine kadar kıvırdığı iri kollarını önünde bağlamıştı. Birkaç yaka düğmesi açıktı ve kaşlarını öfkeyle çatmış doğruca kendisine bakıyordu. En az Cansu kadar şaşkındı.
 
“Siktir..” Diye mırıldandı Cansu. Arkasından arkadaşları geldi. “Bu bir kabus olmalı..” bakışlarını düzeltmek için gözlerini sıktı. Ardından sessizce ofladı.
 
Ece, “Tanıyor musun sen bu adamı?” diye sordu. “Kim bu?”
 
Masadan kalçasını ağırca ayırırken saati olan sol elini kumaş pantolonunun cebine yerleştirdi. “Ateş Akça. Ceoce Bene’nin sahibiyim.” Öldürücü bakışları Cansu’yu buldu. “Arkadaşın, sadece beni tanıdığını sanıyor.”

***

SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin